Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə31/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

420


Da Vinci Şifresi

Remy inanamayan gözlerle dönüp, yanında soğukkanlılıkla oturup ön camdan dışarıyı seyreden Oğretmen'e baktı. Remy'nin görüşü bula-nıklaştı ve nefes almakta zorlandı. Onun için her şeyi yaptım! Bunu nasıl yapabilir! Remy, Öğretmen'in onu baştan beri mi öldürmeye niyetli olduğunu yoksa Mabet Kilisesi'ndeki davranışlarıyla güvenini sarstığı için mi öldürdüğünü asla bilemeyecekti. Şimdi dehşet ve intikam duygularıyla dolmuştu. Remy, Oğretmen'e doğru hamle yapmak istedi ama sertleşen vücudunu hareket ettiremiyordu. Sana her konuda güvendim!

Remy yumruk haline gelen ellerini kaldırıp kornayı çalmak istedi ama yana kayarak, Öğretmen'in koltuğuna düştü. Boğazını sıkan Öğretmen'in yanında yan yatıyordu. Yağmur daha da şiddetlenmişti. Remy artık göremiyordu ama oksijensiz kalan beyninin son zayıf uyarıcı duyuları almaya zorlandığını hissedebiliyordu. Dünyası yavaşça kararırken Remy, Riviera dalgalarının yumuşak sesini duyduğuna yemin edebilirdi.

Limuzinden inen Öğretmen, kimsenin kendinden tarafa bakmadığına memnun olmuştu. Başka şansım yoktu, diye düşünürken, az önce yaptıklarından ötürü ne kadar az pişmanlık duyduğuna kendisi de şaşırmıştı. Remy kendi kaderini çizdi. Öğretmen görev tamamlandıktan sonra Remynin ortadan kaldırılması gerekebileceğinden başından beri endişe etmişti, ama Mabet Kilisesi'nde kendini göstererek bu gerekliliği hızlandırmıştı. Robert Langdon'ın Chateau Villette'ye ani ziyareti Oğretmen'e hem beklenmedik bir hediye olmuş, hem de onu ikileme düşürmüştü. Langdon kilit taşını doğrudan operasyon merkezine getirmişti, bu hoş bir sürprizdi. Ama peşinden polisi de sürüklemişti. Tüm Chateau Villette'de ve samanlıktaki dinleme ünitesinde Remy'nin parmak izleri vardı. Öğretmen, Remy'nin faaliyetleriyle kendisininkiler arasında her türlü bağlantıyı engellediğine seviniyordu. Remy konuşmadığı müddetçe Öğretmen'i hiç kimse teşhis edemezdi ve artık bu sorun da ortadan kalkmıştı.

Limuzihin arka kapısına doğru ilerleyen Öğretmen, burada halletmeniz gereken tek bir sorun kaldı, diye düşündü. Yaşananlar hakkında polisin hiçbir fikri olmayacak... ve onlara anlatacak yaşayan hiçbir tanık kalmaya- • cak. Hiç kimsenin bakmadığından emin olmak için etrafı kolaçan ederek, kapıyı açtı ve geniş bölüme girdi.

421


Dan Brown

Öğretmen dakikalar sonra St. James's Parkı'nı geride bırakıyordu. Geriye iki kişi kaldı. Langdon ve Neveu. Onların işi daha karmaşıktı. Ama üstesinden gelmek mümkündü. Ama şu anda Öğretmen'in öncelikle kripteksle ilgilenmesi gerekiyordu.

Parka zafer edasıyla göz gezdirerek, hedefini gördü. Papa şövalye gömmüş Londra'da. Öğretmen şiiri duyar duymaz, cevabı bulmuştu. Buna rağmen, diğerlerinin hâlâ bulamamış olması şaşırtıcıydı. Adaletsiz bir avantaja sahibim. Aylardır Sauniere'in konuşmalarını dinlediğinden, Büyük Üstat'ın bir kez Da Vinci'ye beslediği kadar saygıyla bu şövalyeden bahsettiğini duymuştu. Bir kere gördükten sonra şiirin bahsettiği şövalyeyi anlamak son derece basitti -Sauniere'in espritüelliğini kabul etmek gerekirdi- ama bu mezarın son şifreyi nasıl açıklayacağı hâlâ bir muammaydı. Ara, küreyi kabre aitti.

Öğretmen, ünlü mezarın ve en ayırt edici özelliğinin fotoğraflarını belli belirsiz hatırladı. Muhteşem bir küre. Mezarın üstüne yerleştirilmiş dev küre, neredeyse mezar kadar büyüktü. Kürenin varlığı Öğretmen için hem cesaret vermiş, hem de sıkıntı yaratmıştı. Bir yandan yol gösteren bir levha gibiydi ama şiire bakılacak olursa, bulmacanın eksik parçası, şövalyenin mezarında bulunması gereken bir küreydi... zaten orada mevcut duran değil. Cevabı ortaya çıkarmak için mezarda yapacağı incelemeye güveniyordu.

Yağmur hızını arttırmıştı. Kripteksi nemden korumak için sağ cebinin iyice derinlerine itti. Küçük Medusa marka tabancayı sol cebine sakladı. Birkaç dakika sonra, Londra'nın dokuz yüz yıllık en eski binalarından biri olan sakin mabede giriyordu.

Öğretmen yağmurdan kaçıp içeri girdiği sırada Piskopos Aringarosa dışarı çıkıyordu. Aringarosa, Biggin Hill Havaalam'nın ıslak pistinde uçağından indi ve soğuk rutubete karşı cüppesine sarındı. Yüzbaşı Fache tarafından karşılanmayı umut ediyordu. Onun yerine şemsiye tutan genç bir İngiliz polis memuru yaklaştı.

"Piskopos Aringarosa? Yüzbaşı Fache'nin gitmesi gerekiyordu. Sizinle ilgilenmemi söyledi. Sizi Scotland Yard'a götürmemi istedi. En güvenlisinin bu olacağını düşündü."

422


Da Vinci Şifresi

En güvenlisi mi? Aringarosa, elinde sıkıca tuttuğu Vatikan bonolarıy-la dolu çantaya başını eğerek baktı. Neredeyse unutmuştu. "Evet, teşekkür ederim."

Silas'ın nerede olduğunu merak eden Aringarosa polis aracına bindi. Dakikalar sonra polis tarayıcısı bu sorunun cevabıyla cızırdadı. 5 Örme Court.

Aringarosa adresi hemen tanımıştı. Londra 'daki Opus Dei Merkezi. Şoföre döndü. "Beni hemen oraya götür!"

423

Dan Brown



95

Langdon'm gözleri arama başladığından beri ekrandan ayrılmamıştı.

Beş dakika. Sadece iki sonuç. İkisi de birbiriyle alakasız.

Endişelenmeye başlıyordu.

Yan odadaki Pamela Gettum, sıcak içecekleri hazırlıyordu. Langdon ile Sophie, Gettum'un önerdiği çayın yanı sıra akılsızca kahve içip içemeyeceklerini sormuşlardı. Ama Langdon, yan odadaki mikrodalgadan gelen seslerden, isteklerinin hazır Nescafe ile ödüllendirileceğini anlayabiliyordu.

Sonunda bilgisayar neşeli bir bip sesi çıkardı.

Gettum içerideki odadan, "Yeni bir sonuç daha buldu galiba," diye seslendi. "Başlığı ne?"

Langdon ekrana göz attı.

Ortaçağ Edebiyatında Kâse Alegorileri: Sir Gawain ve Yeşil Şövalye Üzerine İnceleme

"Yeşil Şövalye alegorileri," diye seslenerek cevap verdi.

Gettum, "İşe yaramaz," dedi. "Londra'da gömülü fazla mitolojik yeşil

dev yoktur."

Ekranın önünde oturan Langdon ile Sophie, iki anlamsız sonucu daha sabırla beklediler. Bilgisayar bir kez daha biplediğinde, karşılarına beklenmedik bir öneri çıkmıştı.

424


Da Vinci Şifresi

DIE OPERNVON RICHARD WAGNER Sophie, "Wagncr'in operaları mı?" diye sordu. Elinde bir paket hazır kahve tutan Gettum, kapı eşiğinden bakıyordu. "Bu ilginç bir eşleşme olmuş. Wagner şövalye miydi?"

Aniden merakı uyanan Langdon, "Hayır," dedi. "Ama iyi tanınan bir Farmason'du." Mozart, Beethoven, Shakespeare, Gershwin, Houdini ve Disney'inyanı sıra. Masonlarla Tapınak Şövalyeleri, Sion Tarikatı ve Kutsal Kâse arasındaki bağı anlatan sayısız kitap yazılmıştı. "Buna bakmak istiyorum. Tam metni nasıl görebilirim?"

Gettum, "Tüm metni görmenize gerek yok," dedi. "Koyu renkli başlığa tıklayın. Bilgisayar, anahtar kelimelerinizi içeren tekli öncül kayıtları ve üçlü artçıl kayıtları gösterecektir."

Ne söylediği hakkında en ufak fikri olmamasına rağmen, Langdon yine de başlığa tıkladı.

Yeni bir pencere açılmıştı.

...mitolojik şövalye, Parsifal ismindeki bu...

...mecazi Kâse arayışı tartışmalı olarak... ...Rebecca Pope'un opera antolojisi "Diva"nın... ...Wagner'in mezarı Almanya, Bayreuth'tadır...

Hayal kırıklığına uğrayan Langdon, "Yanlış papa," dedi. Buna rağmen sistemin kullanım kolaylığına hayran kalmıştı. Metindeki anahtar kelimelerle, Wagner'in Parsifal isimli operasının Magdalalı Meryem ve İsa Mesih'in çocuklarına değindiğini, gerçeği arayan genç bir şövalyenin hikâyesini anlattığını anlayabiliyordu.

Gettum, "Sabırlı olun," dedi. "Bu bir sayı oyunu. Bırakalım da makine çalışsın."

Sonraki birkaç dakika boyunca bilgisayar, tnıbadorlarla -Fransa'nın ünlü gezgin halk ozanları- ilgili bir metin de dahil olmak üzere Kâseyle ilgili pek çok sonuç döktü. Langdon ozan (minstrel) ve papaz (minister) kelimelerinin ortak bir etimolojik kökene sahip olmasının tesadüf olmadığını biliyordu. Trubadorlar, Magdalalı Meryem Kilisesi'nin müziği kullanarak halka kutsal dişi hikâyesini yayan gezgin hizmetkârları ya da "papazlarıydılar".

425


Dan Brown

Trubadorlann söyledikleri "Hanımımızın" erdemlerini öven şarkılar günümüze dek gelmiştir. Kendilerini sonsuza dek adadıkları gizemli ve güzel bir

kadın.

Kalın harflerle yazılı başlığa tıkladı ama hiçbir şey bulamadı.



Bilgisayar yeniden bipledi.

ŞÖVALYELER, VALELER, PAPALAR VE

BEŞ KÖŞELİ YILDIZLAR: KUTSAL KÂSE'NİN TAROT TARİHİ

Langdon, Sophie'ye, "Hiç şaşırmadım," dedi. "Anahtar kelimelerimizden bazıları kartlarla aynı isimleri taşıyor." Fareye uzanarak, bağlantı adresini tıkladı. "Büyükbabanın Tarot oynadığınız zamanlarda bundan bahsettiğine emin değilim Sophie ama bu oyun, Kayıp Gelin ile ona eziyet eden kötü kilise hikâyesini anlatan 'kısa soru-ccvap kartlarıydı'." Sophie şüpheyle ona baktı. "Hiç fikrim yoktu."

"İşte asıl konu da bu. Kâse müritleri, mesajlarını mecazi bir oyun yoluyla öğreterek, kilisenin dikkatli gözlerinden saklamış oldular." Langdon modern kâğıt oyuncularından kaç tanesinin, oyun kartlarının üstündeki dört işaretin -kupa, maça, karo, sinek- aslında Tarot'un doğrudan Kâ-se'yle ilgili dört sembolünden -kılıçlar, kupalar, asalar ve tılsımlar- geldiğini bildiklerini merak etti.

Maçalar kılıçlardı -Bıçak. Erkek.

Kupalar kupalardı -Kadeh. Dişi.

Sinekleri Asalardı -Kraliyet Soyu. Filizlenen asa.

Karolar Tılsımlardı -Tanrıça. Kutsal dişi.

Dört dakika sonra, Langdon aradıklarını bulamayacaklarından endişe etmeye başladığı sırada, bilgisayar yeni bir sonuç gösterdi.

Dehanın Cazibesi: Modern Bir Şövalye Biyografisi.

Langdon, Gettum'a, "Dehanın Cazibesi mi?" diye seslendi. "Modern bir şövalye biyografisi mi?"

426

Da Vinci Şifresi



Gettum başını köşeden uzattı. "Nasıl modern olur? Lütfen bana Sir Rudy Giuliani olduğunu söyleme. Şahsen ben bunun biraz yanlış bir seçim olduğunu düşünüyorum."

Langdon'in, yeni şövalye ilan edilen Mick Jagger hakkında kendine ait bazı düşünceleri vardı ama modern İngiliz şövalyeleriyle ilgili politikaları tartışmanın sırası değildi. "Bir bakalım." Langdon dikkatini kalın harflerle yazılmış anahtar kelimelere verdi.

...şerefli şövalye, Sir Isaac Newton...

...1727'de Londra şehrinde ve ayrıca...

...onun mezarı Westminster Manastın'nda...

...Alexander Pope, dostu ve meslektaşı...

Sophie, Gettum'a, "Sanırım modern göreceli bir kelime," dedi. "Bu eski bir kitap. Sir Isaac Newton hakkında."

Kapı eşiğinde duran Gettum başını iki yana salladı. "İşimize yaramaz. Newton'in mezarı Westminster Manastın'nda, orası İngiliz Protes-tanlarınin mekânıdır. Katolik bir Papa'mn oraya gitmesine imkân yok. Krema ve şeker?"

Sophie başını salladı.

Gettum bekledi. "Robert?"

Langdon'ın kalbi hızla çarpıyordu. Gözlerini ekrandan ayırarak ayağa kalktı. "Aradığımız şövalye Sir Isaac Newton," dedi.

Sophie oturduğu yerde kaldı. "Neden bahsediyorsun?"

Langdon, "Newton'in mezarı Londra'da," dedi. "Bilimdeki yeni keşfi, kilisenin hışmını üzerine çekmişti. Ayrıca Sion Tarikatı'nın Büyük Üs-tat'ıydı. Daha başka ne isteyebiliriz ki?"

"Daha başka ne mi?" Sophie şiiri gösterdi. "Peki Papa'mn gömdüğü şövalyeye ne diyeceksin? Bayan Gettum'u duydun. Newton'i Katolik bir Papa gömmemiş."

Langdon fareye uzandı. "Katolik Papa'dan bahseden kim?" "Papa" yazan bağlantıyı tıkladığında, cümlenin tamamı ekranda belirdi.

Sir Isaac Newton'in, kralların ve soyluların katıldığı cenazesine başkanlık eden Alexander Pope, dostu ve

427

Dan Brown



meslektaşı olarak mezarına toprak serpiştirmeden önce ona methiyeler yağdırdı.

Langdon, Sophie'ye baktı. "İkinci aramada gerçek Papa'yı bulduk. Alexander." Durdu. "Yani Alexander'm Pope soyadı Papa anlamında

kullanılmış."

Papa şövalye gömmüş Londra'da ya da Pope şövalye gömmüş Londra'da.

Aynı anlama geliyordu.

Sophie yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle ayağa kalktı.

Çift anlamlı kelimelerin ustası olan Jacques Sauniere bir kez daha korkunç zeki bir adam olduğunu kanıtlamıştı.

428


Da Vinci Şifresi

96

Silas sıçrayarak uyandı.



Onu neyin uyandırdığına ya da ne kadar süredir uyuduğuna dair fikri yoktu. Rüya mı görüyordum? Hasır kilimin üstünde doğrularak, Opus Dei konuk evinin koridorundan gelen sesleri dinledi. Sessizliği sadece aşağı katta, yüksek sesle dua eden birinin mırıltıları bozuyordu. Bunlar alışıldık seslerdi ve aslında ona huzur vermeliydi.

Buna rağmen şiddetli ve beklenmedik bir huzursuzluk hissediyordu. Sadece iç çamaşırlarıyla ayağa kalkan Silas, pencerenin yanına yürüdü. Takip mi edildim? Aşağıdaki avlu boştu, tıpkı içeri girerken gördüğü haldeydi. Dinledi. Sessizlik. Peki neden tedirginim? Silas uzun zaman önce önsezilerine güvenmeyi öğrenmişti. Hapse girmeden çok önce, önsezileri onun Marsilya sokaklarında hayatta kalmasına yardımcı olmuştu... Piskopos Aringarosa'nin ellerinde yeniden hayat bulmadan çok önce. Pencereden dışarı baktığında, çitlerin arkasındaki bir arabanın bulanık siluetini fark etti. Arabanın tepesinde bir polis sireni vardı. Koridordaki parkelerden bir çatırtı sesi geldi. Bir kapı sürgüsü hareket etti.

İçgüdülerine göre hareket eden Silas odada hızla hareket ederek, açıldığında tam arkasında olacak şekilde kapının yanında durdu. İçeri fırtına gibi giren polis memuru, boş gibi görünen odada doğrulttuğu silahını sola ve sağa gezdirdi. O henüz Silas'ın yerini keş/cdemeden, Silas atılarak oınzuyla kapıyı içeri girmekte olan ikinci memurun yüzüne çarpmıştı. Polis ateş etmek üzere dönerken Silas, onun bacaklarına daldı. Silah ateş aldığında kurşun, polisin incik kemiğini kavrayan Silas'ın başının tam üstünden geçmişti. Bacaklarını aşağıdan çekerek, polisi yere yatırdı ve

429


Dan Brown

adam başını yere çarptı. Kapı eşiğinde sendeleyen ikinci polis memurunun kasıklarına Silas bir tekme indirdi ve kıvranan vücudunun üstünden

atlayarak koridora koştu.

Silas neredeyse çıplak bir halde solgun vücuduyla merdivenlerden aşağı indi. Kendisine ihanet edildiğini biliyordu ama kim? Lobiye indiğinde, ön kapıda koşuşturan başka polisler olduğunu gördü. Silas diğer yöne dönerek, konuk evinin derinliklerinde ilerledi. Kadınlara ayrılan kısmın girişi. Tüm Opus Dei binalarında bir tane var. Dar koridorlarda kıvrılarak ilerlerken, bir mutfağa dalarak, tabakları ve çatal bıçakları deviren çıplak Albino'dan uzak durmayı yeğleyen, dehşet içindeki çalışanların yanından geçti. Silas kazan dairesinin yanındaki karanlık koridora koştu. Aradığı kapıyı bulmuştu. Çıkış tabelası, koridorun sonunda parlıyordu.

Kapıdan çıkarak vargücüyle yağmura doğru koşan Silas alçak banketten atlarken diğer yönden gelen memuru çok geç fark etti. İki adam çarpıştığında Silas'm geniş ve çıplak omzu, diğer adamın göğüs kafesine ezici bir güçle çarptı. Polis memuru kaldırıma sırtüstü yığılırken, Silas onun üstüne düşmüştü. Memurun silahı takırtıyla yere düştü. Silas koridorda bağırarak koşan adamların sesini duyabiliyordu. Yuvarlandı ve diğer memurlar geldiği sırada yere düşen silahı kaptı. Merdivenlerden bir el silah sesi geldiğinde, Silas kaburgalarının altında yakıcı bir acı hissetti. İntikam hırsıyla diğer üç polise ateş açtı ve kanlarını etrafa yaydı.

Birdenbire arkasında karanlık bir figür belirmişti. Onun çıplak omuzlarını tutan öfkeli eller, gücünü sanki şeytanın kendisinden almıştı. Adam, onun kulağına doğru bağırdı. SILAS, HAYIR!

Silas dönerek ateş etti. Göz göze geldiler. Piskopos Aringarosa yere düşerken, Silas dehşet çığlıkları atmaya başladı.

430


Da Vinci Şifresi

97

Westminster Manastın'nda üç binden fazla insanın mezan ya da saygın bir yeri vardı. Dev taş yapının içi kralların, devlet adamlarının, bilim adamlarının, şairlerin ve müzisyenlerin hatıralarıyla doluydu. Mümkün olan her nişin ve duvar oyuğunun içine yerleştirilmiş mezarları, mozolelerin en şahanesinden -kubbeli lahdinde özel bir şapeli bulunan Kraliçe Elizabeth'in mezarı- aşağıda kimin kalıntılarının yattığını kişinin hayal gücüne bırakan, yüzyıllar boyunca üzerinde gezinilmekten aşınmış mütevazı yer karolarına kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı.



Amiens, Chartres ve Cantcrbury'deki büyük katedraller gibi tasarlanmış olan Westminster Manastırı, ne bir katedral, ne de kilise olarak kabul ediliyordu. Sadece kraliyete bağlı, kraliyete özgü bir sınıfa aitti. 1066 yılının Noel günü, Fatih William'in taç giyme törenine ev sahipliği yaptığı günden bu yana, göz kamaştırıcı mabet, Günah Çıkartan Edward'in azizlik mertebesine yükseltilmesi, Prens Andrew ile Sarah Ferguson'ın nikâhı, V. Henry, Kraliçe Elizabeth ve Lady Diana'nın cenaze törenleri gioi sayısız kraliyet ve devlet törenine şahit olmuştu.

Buna rağmen Robert Langdon bir olay hariç, manastırın tarihine hiç ilgi duymamıştı -İngiliz şövalyesi Sir Isaac Ncwton'in cenazesi.

Papa şövalye gömmüş Londra 'da.

Kuzey kanadındaki büyük revaktan aceleyle geçen Langdon ile Sop-hie'yi, nezaketle karşılayan muhafızlar onları, manastıra yeni ilave edilen ve şimdilerde Londra'nın birçok tarihi binasında bulunan geniş metal detektörden geçirdiler. Her ikisi de alarmı çalıştırmadan altından geçtiler ve manastır girişine yöneldiler.

431

Dan Brown



Langdon, Westminster Manastın'na adımını atar atmaz, dış dünyayla bağların birden koptuğunu hissetti. Trafik gürültüsü yoktu. Yağmur sesi yoktu. Sadece, sanki bina kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi ileri geri yankılanan sağır edici bir sessizlik hâkimdi.

Hemen her ziyaretçi gibi Langdon ile Sophie'nin gözleri de derhal, manastırın yukarıdaki gökyüzünü içine alıyormuş gibi görünen kubbesine kaydı. Gri taş kolonlar, gölgelerin arasına servi ağaçları gibi yükseliyor, baş döndürücü açıklığın üzerinde kavis çizerek, yeniden taş zemine geri dönüyordu. Önlerindeki geniş kuzey kanadı vadisi, dik kayalıklar ve vitraylı camlarla ayrılmış derin bir kanyon gibi uzanıyordu. Güneşli günlerde manastırın zemininde prizmatik bir ışık gösterisi oluşurdu. Bugün ise, yağmur ve karanlık bu heybetli boşluğa hayaletimsi bir hava vermişti... aslında daha çok dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. Sophie, "Tamamıyla boş," diye fısıldadı.

Langdon hayal kırıklığına uğramıştı. Çok dana fazla insan görmeyi umut ediyordu. Halkın daha çok doluştuğu bir yer. Langdon boş Mabet Kilisesi'ndeki önceki deneyimlerinin tekrar etmesini istemiyordu. Turistlerin uğrak yeri ojduğundan bir güvenlik sistemini bekliyordu ama Lang-don'ın hatırında kalan iyi aydınlatılmış manastırdaki kalabalık turistlerin geldiği yaz sezonunda oluşmuştu. Bugün i?e yağmurlu bir nisan sabahıydı. Kalabalıkların ve parıldayan vitray camların yerine görebildiği tek şey, bomboş bir zemin ve karanlık boş duvar oyuklarıydı.

Langdon'ın kuruntularını sezinlediği belli olan Sophie, "Metal detektörden geçtik," diye hatırlattı. "Burada birisi varsa bile silahlı olamaz." Langdon başını salladı ama yine de temkinli davranması gerektiğini hissediyordu. Yanlarında Londra polisini getirmek istemişti ama Sophie'nin işe kimlerin karıştığına dair endişesi, onların yetkililerle bağlantı kurmasını engellemişti. Sophie, kripteksi geri almalıyız, diye ısrar etmişti. Her şeyin anahtarı o. Elbette haklıydı.

Leigh'i canlı kurtarmanın anahtarıydı. Kutsal Kâse'yi bulmanın anahtarıydı. Bunun arkasında kimin olduğunu bulmanın anahtarıydı.

432


Da Vinci Şifresi

Ne yazık ki kilit taşını geri almaları sadece şimdi ve burada mümkündü... Isaac Newton'in mezarında. Kripteksi elinde bulunduran kişi, son ipucunu çözmek için mezarı ziyaret etmek zorunda kalacaktı ve eğer şimdiye kadar gelip gitmemişse, Sophie ile Langdon, onunla karşılaşmaya kararlıydı.

Açıldığa çıkmak için sol taraftaki duvara doğru yürüyerek, bir dizi sütunun arkasındaki karanlık yan koridora geçtiler. Langdon kendi limu-zininin arkasında büyük olasılıkla bağlı bir halde rehin tutulan Leigh Te-abing'in görüntüsünü zihninden çıkaramıyordu. En üstteki tarikat üyelerinin öldürülmesini emreden kişi, yoluna çıkan diğerlerini de öldürmekte tereddüt etmeyecekti. Teabing'in -modern bir İngiliz şövalyesi- kendi vatandaşı Sir Isaac Newton'i ararken rehin alınması acımasız bir ironiydi. Etrafına bakman Sophie, "Ne taraftan?" diye sordu. Mezar. Langdon'ın hiç fikri yoktu. "Bir görevli bulup sormalıyız." Langdon burada amaçsızca dolaşmamaları gerektiğini biliyordu. Westminster Manastırı, mozolelerden, kapalı bölmelerden ve gömü nişlerinden oluşan karmaşık bir dehlizdi. Louvre'un Büyük Galerisi gibi, buraya da tek bir noktadan giriliyordu -az önce geçtikleri kapı-. İçeri girişi bulmak kolay fakat çıkışı bulmak imkânsızdı. Langdon'ın meslektaşlarından biri bunager-çek bir turist tuzağı, demişti. Mimari geleneğe bağlı kalınarak, manastır dev bir haç biçiminde inşa edilmişti. Bununla birlikte, ana nefin bitimindeki koridordan geçilen arka taraftaki giriş yerine diğer kiliselerden farklı olarak, girişi yan taraftandı. Ayrıca manastıra bir dizi kemeraltı bağlanmıştı. Ziyaretçi yanlış kemerli geçide atacağı tek bir adımla, yüksek duvarlarla çevrili bir dış pasajlar labirentinde kaybolacaktı.

Kilisenin ortasına doğru yürüyen Langdon, "Görevliler koyu kırmızı binişler giyer," dedi. Güney kanadının en sonundaki yaldızlı yüksek sunağa bakan Langdon, ellerinin ve dizlerinin üstünde emekleyen insanlar gördü, Göründüğü kadar kutsal olmasa da, Şairler Köşesi'ndeki yere kapanma hacılığı alışıldık bir sahneydi. Mezarlara sürtünen turistler.

Sophie, "Ben gözetmen göremiyorum," dedi. "Mezarı belki kendimiz bulabiliriz, olmaz mı?"

I-angdon tek kelime etmeden manastırın ortasına doğru birkaç adım daha attı ve sağ tarafı gösterdi.

433

F:28


Dan Brown

Sophie manastırın ana nefinin uzunluğuna baktığında şaşırarak derin bir nefes aldı. Şimdi binanın ne kadar büyük olduğunu görebiliyordu. "Ah," dedi. "Hadi bir gözetmen bulalım."

O sırada ana nefin yüzlerce metre ötesinde, koro sahnesinin arkasında gözlerden uzakta kalan Sir Isaac Newton'in mezarının tek bir ziyaretçisi vardı. Öğretmen bu anıtı on dakikadır inceliyordu.

Newton'in mezarı, klasik kostümünün içindeki Sir Isaac Newton'in, gururla kendi kitaplarına -İlahiyat, Kronoloji, Optik ve Plıilosophiae Natu-ralis Principia Mathematica- yaslandığı bir heykelinin üzerinde durduğu, büyük siyah mermer bir lahitti. Newton'in ayaklarının dibinde, parşömen kâğıdı tutan iki kanatlı erkek çocuğu vardı. Newton'in boylu boyunca yatan bedeninin arkasında gösterişsiz bir piramit yükseliyordu. Piramidin kendisi de tuhaf olduğu halde, Öğrctmen'in en çok merakını uyandıran, piramidin ortasına yerleştirilmiş dev şekildi.

Bir küre.

Öğretmen, Sauniere'in şaşırtmalı bilmecesini düşündü. Ara, küreyi kabre aitti. Piramidin ön yüzünden dışarı doğru çıkan dev küre, yarım kabartma şeklinde oyulmuştu ve tüm semavi betimlemeleri içeriyordu; takımyıldızlar, burçlar kuşağı, kuyruklu yıldızlar, yıldızlar ve gezegenler. Üstünde ise, yıldızlarla kaplı bir alanın altındaki Astroloji Tanrıçası simgesi vardı.

Sayısız küre.

Öğretmen mezarı bulduktan sonra kayıp küreyi bulmanın kolay olacağını zannetmişti. Ama artık o kadar emin değildi. Gökyüzünün karmaşık bir haritasına bakıyordu. Eksik bir gezegen mi vardı? Takımyıldızlardan astronomik bir küre mi çıkartılmıştı? Hiç fikri yoktu. Buna rağmen Öğretmen cevabın son derece basit olacağından şüpheleniyordu. "Pa-pa'nın gömdüğü bir şövalye" gibi. hangi küreyi arıyorum? Kutsal Kâse'yi bulmak için astrofizik uzmanı olmaya gerek yoktu elbette, yoksa öyle miydi?

Güldü teni doluydu göbeği

Bulunduğu yere yaklaşan turistler Öğretmen'in dikkatini dağıtmıştı. Kripteksi yeniden cebine attı ve yakınlardaki masaya giderek, kâseye bağış parası atan ve manastır tarafından ücretsiz dağıtılan mezara sürtünme

434

Da Vinci Şifresi



gereçlerini yanlarına alan ziyaretçileri dikkatle izledi. Ellerindeki füzen kalemleri ve büyük kâğıtlarla, manastırın ön kısmına, büyük ihtimalle de Chaucer'e, Tennyson'a ve Dickens'a duydukları saygıyı mezarlarına sür-tünerek gösterecekleri Şairler Köşesi'ne doğru ilerlediler.

Tekrar yalnız kalan Öğretmen mezara biraz daha yaklaşarak, onu tepeden tırnağa inceledi. Lahidin altındaki pençe ayaklarla başladı, oradan yukarı Newton'a, bilim kitaplarına, matematik parşömenleri tutan iki erkek çocuğuna, piramidin ön yüzeyine, takımyıldızlı küreye ve sonunda nişin yıldızlarla dolu kubbesine baktı.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə