Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə34/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

erdirebilecekti.

Sophie'ye yönelttiği silahını indiren Teabing, "Bir güven göstergesi," dedi. "Kilit taşını yere bırak, konuşalım."

Langdon yalanının işe yaramadığını biliyordu. Teabing'in yüzündeki kara maskeyi görebiliyor ve zamanın onların aleyhine işlediğini biliyordu. Bunu yere bıraktığımda, her ikimizi de öldürecek. Sophie'ye bakmadığı halde, kalbinin sessiz bir çaresizlikle kendisine seslendiğini duyabiliyordu. Robert bu adam Kâseye layık değil. Lütfen ona verme. Bedeli ne olursa olsun.

Langdon kararını, pencerenin yanından Fakülte Bostanı'na bakarken dakikalar önce vermişti bile. Sophie'yi koru. Kâse'yi koru.

Langdon neredeyse çaresizlik içinde bağıracaktı. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum!

Yaşadıkları hayal kırıklığı, şimdiye dek hiç duymadığı bir karar vermesine neden olmuştu. Gerçek gözlerinin tam önünde duruyor Robert. Bu izlenime nereden kapıldığını bilmiyordu. Kâse seni küçümseıniyor, değerli bir ruha sesleniyor.

Leigh Teabing'in birkaç metre önünde duran bir hedef gibi eğilerek, kriptcksi yere iyice yaklaştırdı.

Silahını ona doğrultan Teabing, "Evet, Robert," dedi. "Yere bırak." Langdon'ın gözleri yukarı, Papazlar Meclisi Binası'nın açık kubbesine çevrildi. Biraz daha çömelerek, bakışlarını doğruca kendisini hedef alan Teabing'in silahına indirdi. "Üzgünüm Leigh."

462


Da Vinci Şifresi

Langdon seri bir hareketle kolunu yukarı doğru sallayarak sıçradı ve kripteksi başlarının üstündeki kubbeye fırlattı.

Leigh Teabing parmağının tetiğe dokunduğunu hissetmemişti ama Medusa gürültüyle patladı. Az önce çömelcn Langdon'ın vücudu şimdi dimdik ayakta duruyordu ve kurşun onun ayaklarının tam dibine isabet etmişti. Teabing'in aklının bir yansı yeniden nişan alıp ateşlemesini söylüyordu ama daha güçlü olan diğer yarısı gözlerini yukarıdaki kubbeye yöneltti.

Kilit taşı.

Teabing'in tüm dünyası ağır çekim bir rüyada uçan kilit taşıyla kaplanırken zaman durmuş gibiydi. Tırmanışının zirvesine ulaşmasını seyretti... boşlukta bir süre asılı kalmasını... ardından aşağı doğru taklalar atmasını, taş zemine kadar önce bir uç, sonra diğeri.

Teabing'in tüm ümitleri ve hayalleri yere doğru dikine düşüyordu. Yere çarpamaz! Yakalayabilirim! Teabing'in bedeni içgüdülerinden aldığı emirle hareket etti. Silahı bırakarak ileri atılırken, yumuşak ve bakımlı cU lerinden koltuk değneklerini düşürdü. Kollarını ve parmaklarını iyice uzatarak, kilit taşını yere düşmeden yakaladı.

Zaferle elinde tuttuğu kilit taşıyla öne doğru sendelerken Teabing, hızla yere düştüğünü biliyordu. Düşüşüne engel olamadı ve yere ilk önce ileri uzattığı kollan çarptı. Kripteks taş zemine çarpmıştı.

İçinde kırılan camın korkunç sesi geldi.

Teabing'in nefesi kesilmişti. Soğuk zeminde uzanmış yatarken, çıplak elleriyle tuttuğu mermer silindire bakıyor ve içindeki cam şişenin kırılmamış olması için dua ediyordu. Ardından sirkenin keskin kokusu odaya doldu. Teabing silindirin yuvarlakları arasından avuçlarına akan soğuk sıvıyı hissetti.

Paniğe kapıldı. HA YIR! Sirke dışarı akarken, içindeki papirüsün çözüldüğünü hayal edebiliyordu. Robert, seni ahmak! Sır yok oldu!

Teabing hıçkırıklarına mani olamıyordu. Kâse gitti. Her şey yok oldu. Langdon'ın davranışlarına inanamayarak titreyen Teabing, kripteksi aç-

463


Dan Brown

mak için zorladı. Sonsuza dek yok olmadan önce tarihin kayıp giden satırlarına kısa bir an da olsa bakmak istiyordu. Ama kilit taşını uçlarından çektiğinde, silindirin açılmasına oldukça şaşırdı.

Hayretler içindeki Teabing kilit taşının arkasına bakınca ne olduğunu gördü. Artık harfler karışık düzende değillerdi. Beş harfli bir kelime oluşturmuştu: MEYVE

Langdon soğukkanlılıkla, "Havva'nın ısırık aldığı küre," dedi. "Tan-rı'nın gazabını üzerine çekmişti. İlk günah. Kutsal dişinin düşüşün sembolü."

Gerçek Teabing'e dayanılmaz acılar veren sert bir darbe indirmişti. Newton'm mezarında olması gereken küre, cennetten düşerek Newton'in kafasına çarpan ve hayatının en büyük işini yapmasını sağlayan gül rengi elmadan başkası olamazdı. Kutsal gazap! Güldü teni, doluydu göbeği!

Teabing, "Robert," diye kekeledi. "Sen onu açtın. Peki... harita nerede?"

Langdon gözünü kırpmadan elini tüvit ceketinin üst cebine götürdü ve dikkatle, yuvarlanmış narin papirüri çıkardı. Langdon, Teabing'in yattığı yerin sadece birkaç metre ötesinde papirüsü açıp baktı. Uzun bir aradan sonra, Langdon'ın yüzüne bilmiş bir tebessüm oturmuştu.

Biliyor! Teabing'in kalbi bu bilgi için can atıyordu. Hayatı boyunca kurduğu hayal tam önünde duruyordu. Teabing, "Söyle bana!" dedi. "Lütfen! Ah Tanrım, lütfen! Henüz çok geç değil!"

Koridordan Papazlar Meclisi Binası'na doğru ilerleyen ayak sesleri artarken, Langdon sessizce papirüsü kıvırıp, yeniden cebine yerleştirdi.

Boş yere ayağa kalkmak için debelenen Teabing, "Hayır!" diye bağırdı.

Kapılar aniden açıldığında, Bezu Fache hedefini -yerde çaresizce yatan Leigh Teabing- arayan vahşi gözleriyle içeri arenaya atılan bir boğa gibi girdi. Rahat bir nefes alan Fache, Manurhin marka tabancasını kılıfı-, na sokarak Sophie'ye döndü. "Ajan Neveu. Senin ve Bay Langdon'ın güvende olmanız beni rahatlattı. Söylediğimde gelmeliydiniz."

464


Da Vinci Şifresi

Fache'nin ardından içeri giren İngiliz polisi elem içinde kıvranan tutsağı yakalayarak kelepçeledi.

Sophie, Fache'yi gördüğüne çok şaşırmış gibiydi. "Bizi nasıl buldunuz?"

Fache, Teabing'i gösterdi. "Manastıra girerken kimliğini göstermek gafletinde bulunmuş. Güvenlik görevlileri, onu aradığımıza dair yaptığımız polis yayınını duymuşlar."

"Langdon'ın cebinde!" Teabing deli gibi bağırıyordu. "Kutsal Kâse haritası!"

Polisler Teabing'i ayağa kaldırıp, dışarı taşırken başını geriye atıp adeta uludu. "Robert! Bana nerede saklı olduğunu söyle!"

Teabing uzaklaşırken Langdon, onun gözlerinin içine bakıyordu. "Sadece layık olan Kâse'yi bulur Leigh. Bunu bana sen öğrettin."

465


F:30

Dan Brown

102

Silas sessiz bir boşlukta izini kaybettirmeye çalışarak topallarken, Kensington Bahçeleri'ne sis çökmüştü. Islak çimenlerin üstünde diz çöktüğünde, göğüs kafesinin altına aldığı kurşun yarasından akan kanın sıcaklığını hâlâ hissedebiliyordu.



Sis, buranın görünüşünü cennete çevirmişti.

Dua etmek için kanlı ellerini kaldırarak, yağmur damlalarının parmaklarını okşamasını ve onları yeniden beyazlatmasını seyretti. Yağmur damlaları sırtına ve omuzlarına daha şiddetli çarparken, vücudunun sisin içinde azar azar kaybolduğunu hissetti.

Ben bir hayaletim.

Yeni hayatın topraksı nemli kokusunu taşıyan bir rüzgâr onu yaladı. Silas harabeye dönmüş vücudunda kalan her hücreyle dua etti. Bağışlanmak için dua etti. Merhamet için dua etti. Ve her şeyden önemlisi, akıl hocası... Piskopos Aringarosa için dua etti... Tann'nın onu vaktinden önce almaması için. Daha yapacak o kadar çok işi var ki.

Şimdi sis, Silas'ın etrafında dönmeye başlamıştı. Kendini o kadar hafif hissediyordu ki, sis dalgalannın onu taşıyacağına emindi. Gözlerini kapayarak son bir dua okudu.

Sonra sisin derinliklerinden Manuel Aringarosa'nın sesi ona fısıldadı.

Bizim Tann'mtz iyi ve merhametli bir Tanrı.

Sonunda Silas'ın acısı azalmaya başlamıştı ve piskoposun doğru söylediğini biliyordu.

466

Da Vinci Şifresi



103

Londra güneşi kendini gösterip yağmurun izlerini silmeye başladığında akşamüzeriydi. Bezu Fache sorgulama odasından çıkıp, taksiye seslendiğinde kendini çok yorgun hissediyordu. Sir Leigh Teabing gürültülü bir şekilde masum olduğunu ilan etmişti. Kutsal Kâse, gizli dokümanlar ve gizemli kardeşlik hakkındaki tutarsız konuşmalarına rağmen, Fache kurnaz tarihçinin avukatlarına cinnet savunması için ortam hazırladığından şüpheleniyordu.

Fache, tabii, diye düşündü. Cinnet. Teabing masumiyetini her yönden koruyan bir plan belirlemekte ustalık göstermişti. Tamamıyla masum oldukları ortaya çıkan iki grubu, Vatikan ve Opus Dei'yi kendi çıkarları için kullanmıştı. Kirli işi, fanatik bir keşiş ve ümitsiz bir piskopos tarafından farkında olmadan yürütülmüştü. Daha da akıllıca davranarak, Teabing elektronik dinleme üssünü, çocuk felci geçirmiş bir adamın ulaşamayacağı bir yere kurmuştu. Gerçek izleme, hizmetkârı Remy tarafından yerine getirilmişti -Teabing'in gerçek kimliğinin tek sırdaşı- ve o alerjik reaksiyon yüzünden artık bir ölüydü.

Fache, akli dengesi yerinde olmayan birinin işine pek benzemiyor, diye düşündü.

Chateau Villette'den çıkan Collet'ten gelen bilgiye göre, Teabing o kadar kurnazdı ki, Fache bile bundan bir şey öğrenebilirdi. Paris'in en önemli ofislerinde başarıyla dinleme cihazları saklamış olan İngiliz tarihçi, Yunanlıların taktiğini uygulamıştı. Truva atları. Teabing'in amaçladığı

467


Dan Brown

hedeflerden bazıları, ondan aldıkları sanat eseri hediyelerine boğulmuş, diğerleri farkında olmadan Teabing'in belirli parçalar koyduğu müzayedelerde fiyat arttırmıştı. Sauniere'in olayında, müze müdürü, Teabing'in Louvre'da yeni bir Da Vinci Kanadı'na para sağlaması ihtimalini tartışmak üzere Chateau Villette'te bir akşam yemeğine davet edilmişti. Sa-unere'in davetiyesinde, Sauniere'in yaptığı söylenen robot şövalyenin büyüleyiciliğinden bahseden zararsız bir dipnot vardı. Teabing, onu yemeğe getir, diye teklifte bulunmuştu. Sauniere görünüşe bakılırsa bunu yapmış ve şövalyeyi, Remy'nin göze çarpmayan bir ekleme yapmasına yetecek kadar uzun bir süre başıboş bırakmıştı.

Şimdi taksinin arkasında otururken, Fache gözlerini kapadı. Paris'e dönmeden önce yapacak son bir şey kaldı.

St. Mary Hastanesi'nin hasta odası güneşliydi.

Hemşire, ona gülümseyerek, "Hepimizi etkilediniz," dedi. "Adeta bir mucize gerçekleştirdiniz."

Piskopos Aringarosa hafifçe gülümsedi. "Tanrı her zaman yanımda-dır."

Hemşire işlerini bitirdi ve piskoposu yalnız bıraktı. Yüzüne vuran ılık güneş ışığından hoşlandı. Dün gece, hayatındaki en karanlık gece olmuştu.

Elemle, cesedi parkta bulunan Silas'ı düşündü.

Lütfen beni affet, oğlum.

Aringarosa, Silas'ın şerefli planının bir parçası olmasını istemişti. Bununla birlikte dün gece, Aringarosa, Saint-Sulpice'de öldürülen rahibeyle olan ilişkisi hakkında onu sorgulayan Bezu Fache'den bir telefon almıştı. Aringarosa gecenin korkutucu bir dönüş yaptığının farkına varmıştı. Dört yeni cinayet haberi, korkusunu ıstıraba dönüştürmüştü. Silas, ne yaptın! Öğrctmen'e ulaşamayan piskopos, oyuna getirildiğini anlamıştı. Kullanılmıştı. Eyleme dönüşmesine yardımcı olduğu ürkütücü olaylar zincirini durdurmanın tek yolu, her şeyi Fache'yc itiraf etmekti Ve bundan sonra Aringarosa ile Fache, Öğretmen, onu tekrar öldürmeye iknt etmeden önce Silas'a yetişeceklerdi.

468

Da Vinci Şifresi



Kemikleri ağrıyan Aringarosa gözlerini kapadı ve ünlü İngiliz şövalye, Sir Leigh Teabing'in tutuklanmasıyla ilgili televizyon haberini dinledi. Öğretmen, halka açıklandı. Teabing, Aringarosa'yı planında mükemmel bir piyon olarak seçmişti. Sonuçta, Kutsal Kâse'nin arkasından kör gibi gidebilecek ve her şeyi kaybedebilecek benden başka kim vardı ki? Kâse ona sahip olan kişiye muazzam bir güç getirecekti.

Leigh Teabing, kimliğini kurnazca korumuştu. Fransız aksanı ve dindar bir kalbi taklit ederek ve ihtiyacı olmayan şeyi maaş olarak talep ederek... parayı. Aringarosa şüphelenmeyecek kadar istekliydi. Yirmi milyon euroluk fiyat etiketi, Kâse'yi elde etme isteğiyle karşılaştırıldığında önemsizdi ve Vatikan'ın Opus Dei'ye ayırdığı ödemeyle, finansman sorunsuz işledi. Körler, görmek istediklerini görürler. Teabing'in son hakareti, tabii ki, Vatikan bonolarından ödeme talep etmesi olmuştu, böylece eğer bir terslik çıkarsa, soruşturma Roma'ya kayacaktı. "Sizi iyi gördüğüme sevindim, efendim."

Aringarosa kapıdaki sert sesi tanıdı ama yüzünü bu şekilde tahmin etmiyordu... sert, güçlü yüz hatları, arkaya yapıştırılmış briyantinli saçlar ve siyah takım elbisesinden uzanan geniş bir boyun. Aringarosa, "Yüzbaşı Fache?" diye sordu. Yüzbaşının, Aringarosa'nın dün geceki kötü durumuna gösterdiği şefkat ve ilgi, daha narin bir fiziği çağrıştırmıştı.

Yüzbaşı yatağa yaklaştı ve tanıdık, ağır, siyah bir evrak çantasını sandalyenin üzerine koydu. "Sanırım, bu size ait."

Aringarosa, bonolarla dolu olan evrak çantasına baktı ve utanç hissederek, hemen gözlerini kaçırdı. "Evet... teşekkür ederim." Parmaklarını yatak örtüsünün dikişlerinin üzerinde gezdirirken, duraksadı ve sonra devam etti. "Yüzbaşı, bunu uzun zamandır düşünüyorum ve sizden bir iyilik isteyeceğim."

"Tabii ki."

"Silas'ın Paris'te öldürdüklerinin aileleri..." Duygularını bastırarak sustu. "Hiçbir tutarın zararı ödemeye yeterli olamayacağının farkındayım ama bu evrak çantasının içindekileri aralarında bölüştürebilirseniz... merhumların aileleri arasında."

469


Dan Brown

Fache'nin koyu renk gözleri bir süre onu inceledi. "Erdemli bir jest, efendim. İsteğinizin yerine getirilmesini sağlayacağım." Aralarında ağır bir sessizlik oldu.

Televizyonda, zayıf bir Fransız polisi geniş bir alana yayılmış malikânenin önünde basın toplantısı yapıyordu. Fache, onun kim olduğunu gördü ve dikkatini ekrana verdi.

Suçlayıcı bir ses tonuyla bir BBC muhabiri, "Teğmen Collet," dedi. "Dün gece, yüzbaşınız alenen iki masum kişiyi cinayetle suçladı. Robert Langdon ve Sophie Neveu şubenizden şikâyetçi olacak mı? Bu, Yüzbaşı Fache'nin işine mal olacak mı?"

Teğmen Collet'nin gülümseyişi yorgun ama sakindi. "Deneyimlerimden, Yüzbaşı Bezu Fache'nin nadiren hata yaptığını söyleyebilirim. Bu konu hakkında henüz kendisiyle görüşmedim ama nasıl çalıştığını bildiğim için, Ajan Neveu ve Bay Langdon'ı halka ilan edişinin, gerçek katili ortaya çıkarmak için bir hile olduğunu düşünüyorum." Muhabirler şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar. Collet devam etti. "Bay Langdon ve Ajan Neveu'nun bu kandırmaca-ya istekli katılıp, katılmadıklarını bilmiyorum. Yüzbaşı Fache yaratıcı metotlarını genellikle kendisine saklar. Bu noktada kesin olarak söyleyebileceğim, yüzbaşının sorumlu kişiyi başarılı bir şekilde tutukladığı ve Bay Langdon ile Ajan Neveu'nun masum ve güvende olduklarıdır."

Fache, Aringarosa'ya dönerken, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. "Şu Collet, iyi bir adam."

Birkaç dakika geçti. Sonunda, Fache elini alnında gezdirip, saçını arkaya yapıştırırken, Aringarosa'ya baktı. "Efendim, Paris'e dönmeden önce, konuşmak istediğim son bir konu var. Londra'ya hazırlıksız uçuşunuz. Rotayı değiştirmesi için bir pilota rüşvet verdiniz. Bunu yaparak, bir dizi uluslararası kanunu ihlal ettiniz."

Aringarosa çöktü. "Umutsuzdum."

"Evet. Adamlarım onu sorguya çektiklerinde pilot da öyleydi." Fache elini cebine götürdü ve üzerinde el işi bir piskoposluk arması bulunan mor renkli, tanıdık bir ametist yüzük çıkardı.

470


Da Vinci Şifresi

Aringarosa yüzüğü alıp, parmağına takarken, gözyaşlarının aktığını hissetti. "Çok kibarsınız." Elini uzatıp, Fache'nin elini tuttu. "Teşekkür ederim."

Fache yaptığının önemsiz olduğunu el işaretiyle ima ederek, pencereye yürüdü ve şehre baktı. Düşüncelerinin çok uzaklarda olduğu belliydi. Arkasını döndüğünde belirsizlik içinde kıvrandığı hissediliyordu. "Efendim, buradan nereye gideceksiniz?"

Aringarosa'ya aynı soru, bir gece önce Castel Gandolfo'dan ayrılırken de sorulmuştu. "Sanırım, benim yolum sizinki kadar belirsiz."

"Evet." Fache duraksadı. "Sanırım, ben erken emekliye ayrılacağım."

Aringarosa gülümsedi. "Biraz iman, harikalar yaratabilir, yüzbaşı. Biraz iman."

471

Dan Brown



104

Çoğunlukla Şifre Katedrali denilen Rosslyn Şapeli, İskoçya'da Edin-burgh'un on bir kilometre güneyinde, eski Mitras mabedinin bulunduğu tarafta yer alıyordu. 1446'da Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilen şapel, Yahudi, Hıristiyan, Mısır, Mason ve pagan geleneklerinden gelen çeşitli sembollerle donatılmıştı.

Şapelin coğrafi koordinatları, Glastonbury'den geçen kuzcy-güney meridyenine düşüyordu. Bu Gül Çizgisi boylamı, Kral Arthur'un Avalon Adası'nın geleneksel işaretiydi ve İngiltere'nin kutsal geometrisinin merkezi sayılıyordu. Rossyln -Roslin olarak okunuyor- adını bu kutsal Gül Çizgisi'nden almıştı.

Langdon ile Sophie kiraladıkları arabayı, şapelin kurulduğu kayalıkların dibindeki çimli park alanına çekerlerken, Rosslyn'in sivri kulelerinin gölgeleri uzuyordu. Onları bekleyen şeyin verdiği heyecanla her ikisi de uyuyamamış olsa da, Londra'dan Edinburgh'a rahat bir uçuş yapmışlardı. Başını kaldırarak bulutlarla dolu gökyüzünün önündeki gösterişsiz büyük yapıya bakan Langdon kendini tavşan deliğine baş aşağı düşen Alice gibi hissetti. Bu bir rüya olmalı. Bununla birlikte Sauniere'in son mesajının daha açık olmayacağını biliyordu.

Kutsal Kâse Roslin'in altında

Langdon, Sauniere'in "Kâse haritasının" bir diyagram -hazinenin X işaretiyle gösterildiği bir çizim- olacağını hayal etmişti ama tarikatın son sırrı da Sauniere'in onlarla baştan beri konuştuğu şekilde açıklanmıştı.

472

Da Vinci Şifresi



Basit bir dize. Apaçık dizeler, şüpheye hiç yer bırakmadan aradıkları yerin burası olduğunu gösteriyordu. Rosslyn'den ismiyle bahsetmenin yanı sıra, dizeler şapelin mimari çizgilerine de değiniyordu.

Sauniere'in son açıklamasının açıklığına rağmen Langdon aydınlanmış olmaktan çok, şaşırmıştı. Ona göre Rosslyn Şapeli çok anlaşılır bir yerdi. Bu taş şapel yüzyıllar boyunca Kutsal Kâse'nin varlığından söz edilen fısıltılarla yankılanmıştı. Yeraltını tarayan radarlar yakın zaman önce, şapelin altında şaşırtıcı bir yapının -büyük bir yeraltı odası- var olduğunu ortaya çıkardığında bu fısıltılar, bağırışlara dönüşmüştü. Bu derin mahzen üstündeki şapeli gölgede bırakmakla birlikte, herhangi bir giriş ya da çıkışı yoktu. Arkeologlar gizemli odaya ulaşmak için kayalıkları delme talebinde bulunmuşlar fakat Rosslyn Vakfı kutsal alanda her türlü kazıyı açıkça yasaklamıştı. Elbette bu tavır, spekülasyonları arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Rosslyn Vakfı neyi saklamaya çalışıyordu?

Rosslyn artık gizem arayıcılarının haccı haline gelmişti. Bir kısmı, bu koordinatlardan yayılan nedeni açıklanamaz güçlü bir manyetik alanın onları buraya çektiğini iddia ederken, bazıları kayalıklardan mahzene giden gizli girişi bulmak için geldiklerini söylüyordu ama çoğu, bu topraklarda yürümek ve Kutsal Kâse ilmini iyice içlerine sindirmek için geldiklerini itiraf ediyordu.

Langdon daha önce Rosslyn'e gelmemiş olmasına rağmen, şapelin Kutsal Kâse'nin yeni yuvası olduğunu her duyduğunda kendi kendine gülerdi. İtiraf etmek gerekirse, Rosslyn bir zamanlar Kâse'ye ev sahipliği yapmış olabilirdi, uzun zaman önce... ama kesinlikle şimdi değil. Son yıllarda Rosslyn'e çok fazla dikkat çekilmişti ve birisi er geç mahzene girişin yolunu bulacaktı.

Kâse uzmanları Rosslyn'in bir tuzak yemi olduğu konusunda birleşi-yorlardı... tarikatın ustaca ördüğü dolambaçlı çıkmazlardan biri. Ama bu gece, tarikatın kilit taşı alenen bu noktadan bahsettiği için Langdon artık fazla ukalalık taslayamayacağını düşünüyordu. Gün boyunca aklından şaşırtıcı bir soru geçmişti:

Sauniere bizi bu kadar aleni bilinen bir yere getirmek için neden bunca zahmete girdi?

Tek bir mantıklı cevabı olabilirdi.

Rosslyn hakkında henüz anlayamadığımız bir şey var.

473

Dan Brown



"Robert?" Sophie arabanın dışında durmuş, ona bakıyordu. "Geliyor musun?" Yüzbaşı Fache'nin onlara iade ettiği gül ağacı kutuyu taşıyordu. Her iki kriptcks de içinde, ilk bulduklarındaki gibi yatıyorlardı. Papirüsteki şiir ise ortasına yerleştirilerek kilitlenmişti... kırılan sirke şişesi artık

yoktu.


Çakıllı uzun patikadan yürüyen Langdon ile Sophie, şapelin ünlü batı duvarını geçtiler. Sıradan ziyaretçiler çıkıntı yapan bu tuhaf duvarın, şapelin tamamlanamayan bir bölümü olduğunu sanırlardı. Langdon ise gerçeğin, daha ilgi çekici olduğunu hatırlıyordu.

Süleyman Mabedi'nin batı duvarı.

Tapınak Şövalyeleri, Rosslyn Şapeli'ni, Kudüs'teki Süleyman Mabedi'nin mimari bir kopyası gibi inşa etmişlerdi; dar dörtgen bir ibadethane, ilk dokuz şövalyenin paha biçilmez hazinelerini sakladığı Kudsülakdas gibi bir yeraltı mahzeni ve tüm bunları tamamlayan bir batı duvarı. Langdon, Tapınakçılar'ın modern Kâse bankasını, Kâsc'nin ilk saklandığı yeri çağrıştıracak şekilde inşa etmeleri fikrinin ilginç olduğunu itiraf etmek zorundaydı.

Rosslyn Şapeli'nin girişi, Langdon'ın tahmin ettiğinden daha gösterişsizdi. Küçük ahşap kapının iki demir menteşesi ve meşeden basit bir tabelası vardı.

ROSLIN

Langdon, Sophie'ye, bu eski adın, şapelin üzerinde bulunduğu Gül Çizgisi meridyeninden geldiğini anlattı... ya da Kâse alimlerinin inanmayı tercih ettiği gibi, Magdalalı Meryem'den gelen soya ithafen "Gül Boyu" kelimesinden.



Şapel kısa süre sonra kapanacaktı. Langdon kapıyı açınca, eski büyük yapı, uzun bir günün sonunda yorgunlukla içini çekiyormuşçasına içeriden dışarıya sıcak bir hava akıntısı oluştu. Şapelin giriş kemerleri oymalı beşparmak otlarıyla süslenmişti. Güller. Tanrıçanın göbeği.

Sophie ile birlikte içeri giren Langdon, gözleriyle tüm ibadethaneyi inceleyerek, her şeyi hafızasına kazımaya çalıştı. Daha önce Rosslyn'in ayrıntılı taş işlemelerini kitaplarda okumuş olmasına rağmen, kendi gözleriyle görmek büyüleyici bir tecrübeydi.

Langdon'ın meslektaşlarından biri buna, semboller cenneti, demişti.

474


Da Vinci Şifresi

Şapeldeki her bir yüzeye semboller kazınmıştı; Hıristiyan haçları, Yahudi yıldızları, Mason mühürleri, Tapınakçi haçları, boynuzlar, piramitler, astrolojik işaretler, bitkiler, sebzeler, beş köşeli yıldızlar ve güller. Tapınak Şövalyeleri, Avrupa'nın her bir yanına tapınak kiliseleri diken, usta birer taş duvarcısıydı, ama Rosslyn onların sevgi ve saygı ile harcadıkları emeğin en yüce ürünüydü. Duvar ustaları işlenmemiş tek bir taş bırakmamışlardı. Rosslyn Şapeli tüm inançların... tüm geleneklerin... ve her şeyden önemlisi, doğa ile tanrıçanın mabediydi.

Kilise, günün son turunu yaptıran genç bir adamı dinleyen birkaç ziyaretçi dışında boştu. Adam, onları, yerdeki çok iyi bilinen bir hattın üzerinden yürütüyordu... mabetteki altı anahtar mimari noktayı birbirine bağlayan görünmeyen bir patika. Ziyaretçiler yüzyıllar boyunca, noktaları birbirine bağlayan bu düz çizgiler üzerinden yürümüşlerdi ve onların ayak izleri yeri aşındırarak, kocaman bir sembol oluşturmuştu.

Davut'un yıldızı, diye düşündü Langdon. Kesinlikle tesadüf değil. Aynı zamanda Süleyman'ın mührü olarak bilinen bu altıgen, bir zamanlar yıldızları gözetleyen rahiplerin gizli sembolü olmuş ve daha sonradan İsrail kralları Davut ve Süleyman tarafından benimsenmişti.

Langdon ile Sophie'nin içeri girdiğini gören gözetmen kapanış vakti olmasına rağmen, tebessüm ederek etrafı diledikleri gibi gezebileceklerini işaret etti.

Langdon başını sallayarak teşekkür ettikten sonra, mabedin içinde ilerlemeye başladı. Bununla birlikte Sophie, yüzündeki şaşkın ifadeyle girişte kalakalmıştı.

Langdon, "Ne oldu?" diye sordu.

Sophie gözlerini dikmiş şapele bakıyordu. "Sanırım... buraya daha önce gelmiştim."

Langdon şaşırmıştı. "Ama Rosslyn'in adını bile duymadığını söylemiştin."

"Duymamıştım..." Emin olamayan bir ifadeyle, gözleriyle mabedi taradı. "Büyükbabam çok küçükken beni buraya getirmiş olmalı. Bilmiyorum. Tanıdık geliyor." İçeriyi incelerken, daha emin bir ifadeyle başını

475

Dan Brown



sallamaya başlamıştı. "Evet." Mabedin ön kısmını gösterdi. "İki sütun...

bunları görmüştüm."

Langdon mabedin diğer tarafında titizlikle oyulmuş iki sütuna baktı. Günün son ışıklan batı tarafındaki pencereden kırmızımsı bir renkle süzülürken, sütunların işlemeleri alev almış gibi görünüyordu. Aslında sunağın olması gereken yerde duran iki sütun, uyumsuz garip bir çiftti. Sol taraftaki sütun çok basit, dik çizgilerle bezenmişken, sağ taraftaki sütunun süslü, devamlı dönen spiral hatları vardı.

Sophie onlara doğru yürümeye başlamıştı. Langdon, onun peşinden gitti. Sütunların yanma geldiklerinde Sophie hayretle başını sallıyordu. "Evet, bunları gördüğüme eminim."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə