Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə33/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

Silaha bakan Langdon, "Bu asilce bir davranış mı?" diye sordu. Teabing, "Sauniere'in hatası," dedi. "O ve senechaıa'hn Silas'a yalan söyledi. Öyle yapmasalardı kilit taşını güçlük çıkarmadan ele geçirmiş olacaktım. Büyük Üstat'ın beni aldatabileceğim ve kilit taşını arasının açık olduğu torununa bırakabileceğini nasıl tahmin edebilirdim?" Teabing aşağılayıcı gözlerle Sophie'ye baktı. "Bu bilgiye sahip olmaktan o kadar acizdi ki, simgebilimci bir bebek bakıcısına ihtiyacı vardı." Teabing yeniden Langdon'a baktı. "Neyse ki Robert, işin içine senin girmen be-

448


Da Vinci Şifresi

nim önümü açtı. Kilit taşı emanet bankasında sonsuza dek kilitli kalacağı yerde, onu sen çıkartıp benim evime getirdin."

Başka nereye kaçabilirdim, diye düşündü Langdon. Kâse tarihçileri topluluğu küçüktür. Ayrıca Teabing'le benim ortak bir geçmişimiz var.

Teabing şimdi halinden memnun görünüyordu. "Sauniere'in ölmeden önce size bir mesaj bıraktığını öğrendiğimde, değerli tarikat bilgisinin sizde olduğunu anladım. Bu kilit taşının kendisi de olabilirdi, onu nerede bulacağınıza dair bir ipucu da, bundan emin değildim. Ama peşinizde polis varken, kapıma kadar ulaşacağınızdan şüpheleniyordum." Langdon sinirle parladı. "Peki ya başaramasaydik?" "Size yardım eli uzatmak için plan yapıyordum. Hangi yoldan olursa olsun kilit taşı Chateau Villette'ye gelecekti. Sizin onu kendi ellerinizle getirmeniz, benim davamın haklı olduğunun ispatıdır." "Ne!" Langdon dehşete düşmüştü.

"Silas, Chateau Villette'ye girip kilit taşını sizden çalacaktı, böylece size zarar vermeden aradan çıkaracak, benim de ismimi şüpheliler arasına bulaştırmayacaktı. Ama Sauniere'in notlarının karmaşıklığını gördüğümde her ikinizi de arayışıma bir süre daha dahil etmem gerektiğine karar verdim. Tek başıma devam edebileceğime kanaat getirdikten sonra Silas onu tekrar çalabilirdi."

Sophie ihanete uğradığını yansıtan bir sesle, "Mabet Kilisesi," dedi.

Anlamaya başladılar, diye düşündü Teabing. Mabet Kilisesi, kilit taşını Robert ile Sophie'den çalmak için mükemmel bir yerdi, ayrıca şiirde geçen tarife uygun görüntüsü onu makul bir yem haline getiriyordu. Remy'nin aldığı emirler açıktı... Silas kilit taşını alırken ortalarda görünme. Ne yazık ki Langdon'ın kilit taşını kırma tehdidi, Remy'nin paniğe kapılmasına neden olmuştu. Kendi sahte kaçırılma sahnesi aklına gelen Teabing hüzünle, keşke Remy ortaya atılmasaydı, diye düşündü. Remy benimle bağlantısı olan tek kişiydi ve yüzünü gösterdi!

Neyse ki Silas, Teabing'in gerçek kimliğinden habersizdi ve onu kiliseden kaçırıp, Remy'nin bağlayarak limuzinin arkasına atmasına kolayca kanmıştı. Ses geçirmeyen ara bölme yukarı kalktığında Teabing, sahte Fransız aksanını kullanarak ön koltukta oturan Silas'a telefon etmiş ve

449

F:29


Dan Brown

ona doğruca Opus Dei'ye gitmesini söylemişti. Polise verilen isimsiz bir ihbar, Silas'ı sahneden kaldırmaya yetmişti. Sonullardan biri halledildi. Diğer sorun daha büyüktü. Remy.

Teabing kararı vermekte zorlanmıştı ama sonunda Remy büyük bir yük olduğunu ortaya koymuştu. Kâse'nin her aranışında bir kurban verilmesi gerekir. En açık çözüm, limuzinin içki barından Teabing'in yüzüne bakıyordu, bir matara, biraz konyak ve bir kutu fıstık. Kutunun dibindeki tozlar Remy'nin alerjisini tetiklemek için yeterli olacaktı. Remy limuzini Horse Guards Parade'e park ettiğinde, Teabing arka taraftan çıkmış, ön koltuğun kapısına doğru yürümüş ve Remy'nin yanına oturmuştu. Teabing, dakikalar sonra arabadan inmiş, delilleri yok etmiş ve görevinin son evresini tamamlamak üzere yola çıkmıştı.

Westminster Manastırı kısa bir yürüyüş mesafcsindeydi. Teabing'in bacak destekleri, koltuk değnekleri ve silahı metal detektörünü çalıştırmış olsa da, güvenlik görevlileri ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bacak desteklerini çıkartıp, altından sürünerek geçmesini mi istesek? Engelli bedenini mi arasak? Teabing heyecandan şaşıran görevlilere daha kolay bir çözüm sunmuştu -Kraliyet Şövalyesi olduğunu ispat eden kabartmalı kimliğini göstermişti. Zavallı adamlar onu içeri buyur etmek için neredeyse birbirlerini eziyorlardı.

Şimdi hayretler içindeki Langdon ile Neveu'ya bakan Teabing, yakında kilisenin çöküşüne neden olacak plana Opus Dei'yi ne kadar zekice alet ettiğini açıklama hevesine karşı koyuyordu. Bu konunun beklemesi gerekiyordu. Şu anda yapılması gereken işler vardı.

Teabing akıcı Fransızcayla, "Mes amis," dedi. "Vous ne trouvez pas le Saint-Graal, c'est le Saint-Graal qui vous trouve." Gülümsedi. "Birleşen yollarımız daha bariz olamazdı. Kâse bizi buldu."

Sessizlik.

Şimdi onlarla fısıltıyla konuşuyordu. "Dinleyin. Duyabiliyor musunuz? Kâse bize yüzyıllar öncesinden sesleniyor. Tarikatın budalalığından kurtulmak için yalvarıyor. Her ikinizin de bu fırsatı anlamanızı rica ediyorum. Şu anda son şifreyi çözmek ve kripteksi açmak için bir araya gcl-

450

Da Vinci Şifresi



miş daha ehil üç kişi olamazdı." Teabing susarken, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. "Hep birlikte yemin etmemiz gerekiyor. Birbirimize güveneceğimize ant içelim. Gerçeği ortaya çıkaracağına ve açıklayacağına dair bir şövalye yemini."

Teabing'in gözlerinin derinliklerine bakan Sophie, sert bir sesle konuştu. "Büyükbabamın katiliyle asla yemin etmem. Ancak seni hapse göndermek için yemin edebilirim."

Teabing önce bozuldu sonra yeniden kararlılıkla konuştu. "Böyle düşündüğünüz için üzgünüm mademoiselle." Dönüp silahını Langdon'a çevirdi. "Peki ya sen Robert? Benimle misin, bana karşı mısın?"

451


Dan Brown

100


Piskopos Aringarosa'nın bedeni pek çok acı çekmişti ama göğüs ka-fesindeki merminin yakıcı sıcaklığı ona tamamen yabancıydı. Derin ve ağır. Bu, bedenine değil... ruhuna aldığı bir yaraydı.

Görmeye çalışarak gözlerini açtı ama yüzündeki yağmur, görüşünü bulanıklaştırıyordu. Neredeyim? Siyah cüppesi dalgalanırken onun hantal vücudunu bir oyuncak gibi taşıyan güçlü kolları hissedebiliyordu.

Bitkin kolunu kaldırarak gözlerini sildi ve onu taşıyan adamın Silas olduğunu gördü. Sisli bir kaldırımda ilerlemeye çabalayan dev Albino, yürek parçalayıcı bir şekilde feryat ederek, hastane diye bağırıyordu. Kırmızı gözlerini önündeki yola dikmişti ve kana bulanmış solgun yüzünden aşağı gözyaşları akıyordu.

Aringarosa, "Oğlum," dedi. "Yaralanmışsın."

Silas ıstırapla buruşturduğu yüzünü eğip ona baktı. "Çok üzgünüm peder." Konuşamayacak kadar acılı görünüyordu.

Aringarosa, "Hayır Silas," diye yanıt verdi. "Üzgün olan benim. Bu benim hatam." Öğretmen bana cinayet işlenmeyeceğini söylemişti ve ben de sana, ona itaat etmeni söyledim. "Çok hırslıydım. Çok korkmuştum. Sen ve ben kandırıldık." Öğretmen Kutsal Kâse'yi asla bize vermeyecekti.

Yıllar önce himaye ettiği adamın kollarındaki Piskopos Aringarosa, zamanda geriye yolculuk yaptığını hissetti. İspanya'ya. Mütevazı başlangıcı, Oviedo'da Silas ile birlikte küçük bir Katolik Kilisesi inşa etmişti. Daha sonra, New York'a gelmiş ve Lexington Caddesi'ndeki Opus Dei Mcr-kezi'nde Tann'nın zaferini ilan etmişti.

452


Da Vinci Şifresi

Aringarosa beş ay önce yıkıcı bir haber almıştı. Hayatı boyunca verdiği emek tehlikedeydi. Castel Gandolfo'da hayatını değiştiren toplantıyı tüm ayrıntılarıyla hatırladı... tüm bu felaketleri harekete geçiren haberi.

Aringarosa, Gandolfo'nun Astronomi Kütüphanesi'nden içeri başı dik girmişti. Amerika'da Katolikliği temsil ederken çıkardığı üstün işten ötürü sırtını sıvazlamak için sabırsızlanan bir kalabalık tarafından karşılanacağını ve övüleceğini düşünüyordu.

Ama orada yalnızca üç kişi vardı.

Vatikan sekreteri. Obez. Aksi.

İki yüksek rütbeli İtalyan kardinali. Sahte sofu. Ukala.

Aringarosa şaşkınlıkla, "Sekreter?" demişti.

Resmi işlerden sorumlu şişko denetçi Aringarosa'nın elini sıkmış ve karşısındaki sandalyeyi göstermişti. "Buyurun oturun lütfen."

Bir şeylerin ters gittiğini sezinleyen Aringarosa oturmuştu.

Sekreter, "Sohbet etmeyi pek iyi beceremem piskopos," demişti. "Bu yüzden ziyaretinizin asıl sebebine geleceğim."

"Lütfen. Açık konuşun." Aringarosa, kendilerini üstün görerek onu süzen iki kardinale bakmıştı.

Sekreter, "Sizin de farkında olduğunuz gibi," demişti. "Papa Hazretleri ve Roma'daki diğerleri son zamanlarda Opus Dei'nin tartışmalı uygulamalarının getirdiği siyasi sonuçlardan kaygılanıyor."

Aringarosa o anda tüylerinin ürperdiğini hissetmişti. Kilisede açık fikirli bir değişikliğe gidilmesini hararetle isteyen yeni Papa'yla bunu daha önce defalarca görüşmüştü.

Sekreter hemen ardından, "Papa Hazretleri'nin," diye ekledi. "Papazlığınızı yönetim şeklinizde herhangi bir değişikliğe gitmenizi hoş görmediğine sizi temin etmek isterim."

Umarım öyledir.' "O halde neden buradayım?"

İri cüsseli adam içini çekmişti. "Piskopos, bunu daha ince bir şekilde nasıl anlatırım bilemiyorum o yüzden doğrudan söyleyeceğim. Sekreterlik Konseyi iki gün önce Vatikan'ın Opus Dei'ye verdiği onayı geri almayı oy birliğiyle kabul etti."

Aringarosa yanlış anladığına emindi. "Affedersiniz anlayamadım?"

"Çok açık bir şekilde ifade edildi, bugünden itibaren altı ay sonra, Opus Dei, Vatikan'ın piskoposluğu olarak kabul görmeyecek. Özerk ayrı

453

Dan Brown



bir kilise olacaksınız. Papalık kendini sizden ayrı tutacak. Papa Hazretleri onayladı, biz de yasal evrakları hazırlamaya başladık." "Ama... bu imkânsız."

"Tam tersine, gayet mümkün. Ve gerekli. Papa Hazretleri yeni üye alma politikalarınızdan ve bedensel çile ibadetlerinizden rahatsızlık duymaya başladı." Durdu. "Ayrıca kadınlara yönelik uygulamalarınızdan. Samimi olmak gerekirse, Opus Dei yük ve utanç kaynağı oldu."

Piskopos Aringarosa serseme dönmüştü. "Utanç kaynağı mı?" "Bu noktaya gelmesine şaşırmamanız gerekir." "Sayısı giderek artan tek Katolik örgütü Opus Dei. Rahiplerimizin sayısı şu anda bin yüzün üzerinde!"

"Bu doğru. Hepimiz için can sıkıcı bir durum." Aringarosa ayağını yere vurmuştu. "Papa Hazretleri'ne 1982'de Vatikan Bankası'na yardım ettiğimiz zaman da Opus Dei bir utanç kaynağı mıymış sorun bakalım."

Sekreter sakinleştirici bir ses tonuyla, "Vatikan bunun için daima müteşekkir kalacaktır," dedi. "Ama 1982'deki mali cömertliğinizin tek sebebinin ilk başta size piskoposluk mertebesi tanınması olduğunu düşünenler de var."

"Bu doğru değil!" Bu olumsuz ima Aringarosa'yı derinden yaralamıştı.

"Neden her ne olursa olsun, size iyi niyetli davranmayı düşünüyoruz. Yaptığınız bağışı da dahil ederek, size tazminat ödeyeceğiz. Beş taksitte

ödenecek."

Aringarosa, "Beni satın mı alacaksınız?" diye sormuştu. "Sessiz sedasız gitmem için para mı ödeyeceksiniz? Opus Dei mantığın tek sesiyken

öyle mi?"

Kardinallerden biri başını kaldırmıştı. "Affedersiniz, mantık mı dediniz?"

Aringarosa masaya doğru eğilerek, sesini yükseltmişti. "Katoliklerin kiliseyi neden terk ettiklerini gerçekten merak ediyor musunuz? Etrafınıza bakın kardinal. İnsanlar saygısını kaybetti. İmanın getirdiği zorluklar yok oldu. Öğreti açık büfeye dönüştü. Mahrum kalma, itiraf, komünyon, vaftiz, ayin -istediğinizi seçin- hangi bileşimi isterseniz onu alın ve gerisini boş verin. Kilise ne çeşit bir kılavuzluk sunuyor?"

454

I

Da Vinci Şifresi



İkinci kardinal, "Üçüncü yüzyıl kuralları," demişti. "İsa'nın çağdaş müritlerine uygulanamaz. Bu kurallar, bugünün toplumuyla uyuşmaz."

"İyi ama, Opus Dei'dekilere uyuyor!"

Sekreter kararlı sesiyle, "Piskopos Aringarosa," demişti. "Örgütünüzün önceki Papa'yla olan ilişkisine hürmeten Papa Hazretleri Opus Dei'ye kendi rızasıyla Vatikan'dan ayrılmak için altı ay süre tanıdı. Size Papa Hazretleri ile olan görüş ayrılığınızı bir kenara bırakmanızı ve kendi Hıristiyan örgütünüzü kurmanızı tavsiye ederim."

Aringarosa, "İtiraz ediyorum!" diye karşı çıkmıştı. "Ve bunu kendim söyleyeceğim!"

"Korkarım Papa Hazretleri artık sizinle görüşmek istemiyor." Aringarosa ayağa kalkmıştı. "Eski Papa tarafından kurulan özel pis koposluğu feshetmeye cüret edemez!"

"Üzgünüm." Sekreter gözünü bile kırpmamıştı. "Tanrı verir ve yine Tanrı alır."

Aringarosa bu toplantıdan şaşkınlık ve panik içinde ayrılmıştı. New York'a döndüğünde şehir manzarasını günlerce hayal kırıklığıyla seyretmiş, Hıristiyanlığın geleceği için kederlenmişti.

Her şeyi değiştiren o telefonu haftalar sonra almıştı. Arayan kişi Fransız aksanıyla konuşuyordu ve kendisini Öğretmen diye tanıtmıştı, bu piskoposlukta kullanılan bir lakaptı. Vatikan'ın Opus Dei'den desteğini çekmeyi planladığını bildiğini söylüyordu.

Bunu nasıl bilebilir, diye düşünmüştü Aringarosa. Opus Dei'nin yakın gelecekteki fesih kararından sadece Vatikan'ın birkaç kodamanının haberdar olduğunu sanıyordu. Haberlerin yayıldığı ortadaydı. Konu dedikoduları engellemeye gelince, dünyadaki hiçbir duvar Vatikan'ın etrafındakiler kadar gözenekli olamazdı.

Öğretmen, "Benim her yerde kulağım var," diye fısıldamıştı. "Ve bu kulaklar sayesinde önemli bilgiler edindim. Senin de yardımınla sana muhteşem bir güç kazandıracak olan kutsal bir mirasın saklandığı yeri bulabilirim... bu güç Vatikan'ın önünde eğilmesine yetecektir. İmanı kurtarmaya yetecektir." Durmuştu. "Sadece Opus Dei için değil. Hepimiz için."

Tanrı geri aldı... ve Tannyine verdi. Aringarosa bir umut ışığı görmüştü. "Bana planından bahset."

455


Dan Brown

St. Mary's Hastanesi'nin kapıları tıslayarak açıldığında Aringaro-sa'nin bilinci yerinde değildi. Silas girişte, yorgunluktan bitap düşmüş bir halde sendeledi. Dizlerinin üstüne düşerek yardım için feryat etti. Resepsiyondaki herkes, kanlar içindeki bir din adamı için yardım isteyen yarı çıplak Albino'ya hayretle bakıyordu.

Silas'ın bitkin vaziyetteki piskoposu sedyeye kaldırmasına yardım eden doktor, Aringarosa'nm nabzını dinlerken hüzünlü görünüyordu. "Çok kan kaybetmiş. Ümitli değilim."

Aringarosa'nm gözleri kırpıştı ve bir an için bilinci geri geldi. Bakışlarını Silas'a çevirmişti. "Evladım..."

Silas'ın ruhunda pişmanlık ve intikam fırtınaları esiyordu. "Peder, tüm hayatımı harcayacak olsam da, bizi kimin aldattığını bulup onu öldüreceğim."

Aringarosa başını iki yana salladı. Onu götürmeye hazırlandıkları sırada oldukça üzgün görünüyordu. "Silas... benden hiçbir şey öğrenmediy-sen, lütfen... en azından şunu öğren." Silas'ın elini tutarak sıktı. "Bağışlamak Tann'nın en büyük hediyesidir."

"Ama peder..."

Aringarosa gözlerini kapadı. "Silas, dua etmelisin."

456

Da Vinci Şifresi



101

Issız Papazlar Meclisi Binası'ndaki ufak kubbenin altında duran Langdon, Leigh Teabing'in silahına bakıyordu.

Robert, benimle misin, bana karşı mısın? Kraliyet tarihçisinin sözleri Langdon'ın zihninde yankılanıyordu.

Langdon pratik bir cevap olmadığını biliyordu. Evet cevabıyla Sop-hic'yi satmış olacaktı. Hayır cevabını verirse, Teabing'in her ikisini de öldürmekten başka çaresi kalmayacaktı.

Langdon'ın sınıflarda geçirdiği yıllar, ona silah namlusunun karşısında ne yapması gerektiğiyle ilgili bir yetenek kazandırmamışti ama sınıflarda öğrendiği bir şey varsa, o da çelişkili sorulara cevap vermekti. Bir sorunun doğru cevabı yoksa, tek bir dürüst yanıt vardır.

Evet ile hayır arasındaki gri bölge. • Sessizlik.

Langdon gözlerini elindeki kriptekse dikerek yürümeyi seçti.

Gözlerini kaldırmadan, geniş odada geriye doğru adım attı. Tarafsız bölge. Kriptekse odakladığı bakışlarının Teabing'e işbirliğinin bir ihtimal olduğu izlenimini vermesini, sessizliğinin ise Sophie'ye onu yüzüstü bırakmadığını anlatmasını umuyordu.

Bu sırada düşünmek için zaman kazanırım.

Langdon, Teabing'in de ondan tam olarak düşünmesini istediğini sanıyordu. Kripteksi bu yüzden bana verdi. Bu sayede vereceğim kararın ağırlığım hissedeceğim. İngiliz tarihçi, Büyük Üstat'ın kripteksinin Langdon'a

457

Dan Brown



içindekilerin büyüklüğünü fark ettirmesini, başka her şeyi bastıracak akademik merakını uyandırmasını, kilit taşını açamamalarının, tarihin kaybolacağı anlamına geldiğini anlamaya zorlamasını umut ediyordu.

Odanın karşı tarafında namlunun ucundaki Sophie'ye baktığında Langdon, onu kurtarmanın tek yolunun kripteksin zor şifresini çözmek olduğu düşüncesiyle irkildi. Haritayı ortaya çıkarabilirsem, Teabing pazarlık yapacaktır. Dikkatini bu kritik göreve vererek, yavaşça uzaktaki pencerelere yaklaştı... zihninde Newton'in mezanndaki sayısız astronomik simgeyi canlandırdı.

Ara, küreyi kabre aitti Güldü teni doluydu göbeği

Onlara arkasını dönerek, yüksek pencerelerin yanına giderken vitray camlarından ilham almayı umut ediyordu.

Dışarıdaki Fakülte Bostanı'na bakarken kendi kendine, Sauniere gibi düşünmeye çalış, diyordu. Newton'in mezarında hangi kürenin olması gerektiğini düşünüyordu? Yağan yağmurla birlikte yıldız, kuyrukluyıldız ve gezegen imgeleri yanıp söndü ama Langdon onları görmezden geldi. Sauniere bir bilim adamı değildi. O, beşeri bilimler, sanat ve tarih adamıydı. Kutsal dişi... kadeh... Gül... sürgüne giden Magdalalı Meryem... tanrıçanın düşüşü... Kutsal Kâse.

Efsane, her zaman için Kutsal Kâse'yi, gözlerden uzaktaki karanlıkta dans eden, kulağına fısıldayarak insanı cazibesinin tuzağına düşüren ve sonra sislerin içinde kaybolan zalim bir metres gibi betimlemişti.

Fakülte Bostam'nın hışırdayan ağaçlarına bakan Langdon, onun neşeli varlığını hissetti. İşaretleri her yerde görmek mümkündü. İngiltere'nin en eski elma ağacının dalları, sisin içinden fırlayan şakacı bir siluet gibi beş yapraklı tomurcuklarla bezenmişti ve hepsi de Venüs gibi parlıyordu. Tanrıça şimdi bahçedeydi. Yağmurda dans ediyor, asırlık şarkılar söylüyor, sanki Langdon'a bilgi meyvesinin elini uzatsa alabileceği mesafede olduğunu hatırlatmak istermişçesine tomurcuklu dalların arkasından bakıyordu.

458


Da Vinci Şifresi

Odanın karşı tarafındaki Teabing, büyülenmiş gibi pencereden dışarı bakan Langdon'ı, gönül rahatlığıyla s'eyrediyordu.

Tam beklediğim gibi, diye düşündü Teabing. Dediğime gelecek. Teabing bir süredir, Langdon'ın Kâse'ye giden anahtara sahip olduğundan şüpheleniyordu. Langdon'ın Jacques Sauniere ile buluşacağı gece Teabing'in planını başlatmış olması bir tesadüf değildi. Müze müdürünü dinlemeye alan Teabing, adamın Langdon ile özel olarak buluşmak için sabırsızlanmasının tek bir sebebi olduğuna emindi. Langdon'ın gizemli çalışması tarikattakilerin damarına bastı. Langdon gerçeği tesadüfen buldu ve Sauniere, onun açıklamasından korkuyor. Teabing, Büyük Üstat'ın Langdon'ı susturmak için onunla buluşma ayarladığına emindi.

Gerçek yeteri kadar susturuldu!

Teabing hızlı davranması gerektiğini biliyordu. Silas'ın saldırısı iki amaca hizmet edecekti. Sauniere'in Langdon'ı sessiz kalması yönünde ikna etmesini engelleyecek ve Teabing kilit taşını eline geçirdikten sonra ihtiyaç duyması halinde Langdon hâlâ Paris'te olacaktı.

Sauniere ile Silas'ın ölümcül randevusunu ayarlamak fazlasıyla kolay olmuştu. Sauniere'in en büyük korkusu hakkında içeriden bilgi aldım. Bir gün önce, akşamüstü Silas, müze müdürünü telefonla aramış ve çok endişeli bir papaz gibi davranmıştı. "Monsieur Sauniere, beni bağışlayın ama sizinle hemen görüşmem gerekiyor. Asla günah çıkartmanın kutsallığını bozmamalıyım ama bu kez sanırım, bozmam gerekiyor. Ailenizin bireylerini öldürdüğünü iddia eden bir adam bana günah çıkarttı."

Sauniere şaşırmış ve aynı zamanda endişelenmişti. "Benim ailem bir kazada öldü. Polis raporu yeterince açıktı."

Yemi elinden bırakmayan Silas, "Evet, bir araba kazasıydı," demişti. "Konuştuğum adam arabayı yolun dışına ve nehre doğru ittiğini söyledi."

Sauniere'in sesi kesilmişti.

"Monsieur Sauniere, bu adam şimdi sizin güvenliğiniz konusunda beni endişelendirmeseydi, bu telefonu size asla açmazdım." Durmuştu. "Adam aynı zamanda torununuz Sophie'den de bahsetti."

459

Dan Brown



Sophie'nin adının geçmesi akan suları durdurmuştu. Müze müdürü hemen harekete geçmişti. Silas'a derhal, bildiği en emin yerde kendisini görmesini söylemişti... Louvre'daki ofisinde. Ardından tehlikede olabileceğini söylemek için Sophic'yi aramıştı. Robert Langdon'la içeceği içki o anda iptal olmuştu.

Şimdi Langdon, odanın diğer tarafındaki Sophie'den uzakta dururken, Teabing iki dostu birbirinden başarıyla uzaklaştırdığını hissediyordu. Sophie Neveu karşı koyuyordu, fakat Langdon'ın olaylara daha geniş açıdan baktığı belliydi. Şifreyi tahmin etmeye çalışıyordu. Kâse'yi bulmanın ve onu esaretten kurtarmanın önemini biliyor.

Sophie soğuk bir sesle, "Onu senin için açmayacak," dedi. "Açabilecek olsa bile."

Teabing elindeki tabancayı Sophie'ye doğrulturken Langdon'a gözu-cuyla baktı. Artık elindeki silahı kullanmak zorunda kalacağına emin gibiydi. Bu fikir onu rahatsız etse de, iş o noktaya geldikten sonra tereddüt etmeyeceğini biliyordu. Ona doğru olanı yapma fırsatını tanıdım. Kâse her birimizden daha önemli.

O sırada Langdon pencereye arkasını döndü. Aniden gözlerindeki umut ışığıyla onlara, "Mezar..." dedi. "Newton'in mezarında nereye bakmamız gerektiğini biliyorum. Evet, sanırım şifreyi bulabilirim!"

Teabing'in kalbi yerinden oynadı. "Nereye Robert? Söyle bana!" Sophie'nin sesi dehşet doluydu. "Robert, hayır! Ona yardım etmeyeceksin, değil mi?"

Langdon kripteksi önünde tutarak kararlı adımlarla yaklaştı. Leigh'e dönerken bakışları sertleşmişti. "Hayır," dedi. "Senin gitmene izin verene kadar etmeyeceğim."

Teabing'in olumlu düşünceleri kararmıştı. "Birbirimize çok yakınız Robert. Bana oyun oynamaya kalkışma!"

Langdon, "Oyun yok," dedi. "Seni Newton'in mezarına götüreceğim. Kripteksi birlikte açacağız."

Gözlerini hırsla kısan Sophie, "Hiçbir yere gitmiyorum," dedi. "O kripteksi büyükbabam bana verdi. O sizin değil, siz açamazsınız."

460

Da Vinci Şifresi



Langdon korku dolu gözlerle döndü. "Sophie, lütfen! Tehlikedesin. Sana yardım etmeye çalışıyorum!"

"Nasıl? Büyükbabamın korumaya çalışırken öldüğü sırrı ortaya çıkartarak mı? O sana güvendi Robert. Ben de sana güvendim."

Langdon'ın mavi gözlerinde panik ifadesi vardı. Onları birbirine düşürmekten memnun olan Teabing gülümsemesine engel olamamıştı. Langdon'ın centilmenlik çabaları hayli gülünçtü. Tarihin en büyük sırlarından biri açığa çıkacağı sırada, arayış yolunda değersiz olduğunu ispat eden bir kadın için kendini tehlikeye atıyor.

Langdon, "Sophie," diye yalvardı. "Lütfen... gitmelisin." Sophie başını iki yana salladı. "Sen kripteksi bana verene ya da yere atıp kırana kadar buradan bir yere gitmem." Langdon, "Ne?" diye yutkundu.

"Robert, büyükbabam sırrını katilinin elinde göreceğine sonsuza dek kaybolmasını tercih ederdi." Sophie'nin gözleri yaşlarla dolacak gibiydi, ama öyle olmadı. Doğrudan Teabing'in gözlerine baktı. "Gerekiyorsa beni vur. Büyükbabamın mirasını sana bırakmayacağım." Pekâlâ. Teabing silahıyla nişan aldı.

Kripteksi dikkatli bir şekilde yere doğru uzatan Langdon, "Hayır!" diye bağırdı. "Leigh, bunu aklından bile geçirirsen, yere atarım."

Teabing güldü. "Bu blöf Remy'de işe yaradı. Bende işlemez. Seni gayet iyi tanıyorum."

"Öyle mi Leigh?"

Evet öyle. Pokerde ustalaşman gerek dostum. Birkaç saniyemi alması-na karşın, artık yalan söylediğini anlayabiliyorum. Newton 'in mezarında cevabın nerede olduğuna dair hiç fikrin yok. "Söylesene Robert? Mezarın neresine bakman gerektiğini biliyor musun?"

"Biliyorum."

Langdon'ın gözlerinde bir anlık tereddüt yanıp söndü ama Leigh bunu görmüştü. Yalan söylüyordu. Sophie'yi kurtarmak için ümitsiz ve gülünç bir hile. Teabing, Robert Langdon konusunda derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu.

461


Dan Brown

Etrafı değersiz ruhlarla çevrili, yalnız bir şövalyeyim. Ve kilit taşını tek başıma deşifre etmek zorunda kalacağım.

Artık Langdon ile Neveu, Teabing için tehditten başka bir şey değildiler... ve de Kâse için. Çözüm her ne kadar acı olursa olsun, bu işi sağlam bir bilinçle yapabileceğini biliyordu. Tek sorun Langdon'ı, kilit taşını yere bırakmaya ikna etmekti, böylece Teabing tek kişilik oyununu sona


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə