Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə35/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

Langdon, "Gördüğünden şüphe etmiyorum," dedi. "Ama burada olmaları gerekmez."

Sophie, ona döndü. "Ne demek istiyorsun?"

"Bu iki sütun, tarihte en çok kopyalanan mimari yapılardır. Tüm dünyada kopyaları var."

"Rosslyn'in kopyalan mı?" Sophie kuşkulu görünüyordu. "Hayır. Sütunların kopyaları. Daha önce sana Rosslyn'in kendisinin, Süleyman Mabedi'nin bir kopyası olduğunu söylediğimi hatırlıyor musun? Bu iki sütun, Süleyman Mabedi'nin ön tarafında duran iki sütunun tıpatıp kopyalan." Langdon sol taraftaki sütunu işaret etti. "Buna Boaz denir... ya da Duvarcı Sütunu. Diğerinin ismi Jachin'dir ...ya da Çırak Sütunu." Durdu. "Aslına bakarsan dünyadaki tüm Mason tapınaklarında bunun gibi iki sütun vardır."

Langdon, ona daha önce, Tapınakçılar'ın modern Mason cemiyetle-riyle olan güçlü tarihi bağlarını anlatmıştı. En önemli dereceleri olan Çırak Farmasonlar, Kalfa Farmasonlar ve Usta Farmasonlar, Tapınakçı-lar'dan kalma deyişlerdi. Sophie'nin büyükbabasının son şiiri, Rosslyn'i artistik becerileriyle donatan Usta Mason'lardan bahsediyordu. Ayrıca Rosslyn'in yıldız ve gezegen süslemeieriyle dolu tavanına da değinmişti.

Hâlâ sütunlara bakmakta olan Sophie, "Daha önce hiçbir Mason tapınağı görmemiştim," dedi. "Bunları burada gördüğüme memnunum." Yeniden gözlerini şapele çevirerek, hafızasını canlandıracak bir şey arıyormuş gibi etrafına baktı.

Şimdi son kalan ziyaretçiler de ayrılıyorlardı ve genç gözetmen şapelin karşı tarafından hoş bir tebessümle onlara doğru yürüyordu. Yirmili

476


Da Vinci Şifresi

yaşlarının sonunda, İskoçya şivesiyle konuşan, açık sarı saçlı yakışıklı bir erkekti. "Kapatmak üzereyim. Aradığınızı bulmanıza yardımcı olabilir miyim?"

Kutsal Kâse'ye ne dersin, demek istedi Langdon. Sophie ani bir ilhamla, "Şifre," diye atıldı. "Burada bir şifre var!" Gözetmen onun duyduğu heyecandan memnun olmuşa benziyordu. "Evet efendim, var."

Sophie sağ taraftaki duvara dönerek, "Tavanda yazıyor," dedi. "Şuralarda... bir yerlerde."

Adam gülümsedi. "Gördüğüm kadarıyla Rosslyn'e ilk gelişiniz değil." Şifre, diye düşündü Langdon. Bu bilgiyi unutmuştu. Rosslyn'in sayısız gizemleri arasında, yüzlerce taş blokun çıkıntı yaptığı, çok fasetalı bir yüzeyden aşağı uzanan kemerli bir geçit de vardı. Üzerine sembol işlenmiş her bir blok, anlaşılmaz bir düzende bir şifre oluşturacak şekilde, rast gele yerleştirilmişti. Kimileri, bu şifrenin, şapelin altındaki mahzene giriş yolunu açıkladığına inanıyordu. Bazıları ise gerçek Kâse efsanesini anlattığına. Önemi yoktu... kriptograflar, yüzyıllardır anlamını deşifre etmeye çalışıyorlardı. Rosslyn Vakfı, gizli anlamı çözen kişiye cömert bir ödül vereceğini açıklamıştı ama şifre günümüze kadar çözülememişti. "Size göstermekten memnuniyet..."

Gözetmenin sesi geride kaldı.

Transa geçmiş bir halde, kemerli geçide doğru tek başına ilerleyen Sophie, ilk şifrem, diye düşündü. Gül ağacı kutuyu Langdon'a verdikten sonra Kutsal Kâse, Sion Tarikatı ve önceki günün esrarını unutmuş gibiydi. Şifreli tavanın altına gelip, başının üstündeki sembolleri gördüğünde hatıralar canlanmaya başlamıştı. Buraya yaptığı ilk ziyareti hatırlıyordu ve hatıralar onda beklenmedik bir üzüntü yaratmıştı.

Küçük bir kızdı... ailesinin ölümünün üstünden bir yıl kadar geçmişti. Büyükbabası kısa bir tatil için onu İskoçya'ya getirmişti. Paris'e dönmeden önce Rosslyn Şapeli'ni görmeye gelmişlerdi. Akşamın geç saatleriydi ve şapel kapanmak üzereydi. Ama onlar hâlâ içerideydi.

Kendini yorgun hisseden Sophie, "Eve dönebilir miyiz, Grand-pereT diye yalvarmıştı.

477


Dan Brown

"Yakında hayatım, çok yakında." Melankolik bir sesi vardı. "Burada yapmam gereken son bir şey var. Arabada beklemeye ne dersin?" "Yine sadece büyüklere özgü bir şey mi yapacaksın?" Başını sallamıştı. "Çabuk olacağım. Söz veriyorum." "Kemerli geçit şifresini yeniden deneyebilir miyim? Çok eğlenceliydi."

"Bilmiyorum. Ben dışarda olacağım. Burada tek başına korkmaz mısın?"

"Elbette hayır!" diyerek öfkelenmişti. "Hava henüz kararmadı bile!" Büyükbabası gülümsemişti. "Peki o zaman." Sophie'yi daha önce gösterdiği kemerli geçide kadar götürmüştü.

Sophie hemen taş zemine sırtüstü yatarak, başının üstündeki bulmaca parçalarına bakmaya başlamıştı. "Bu şifreyi sen dönmeden çözeceğim!"

"Yarış yapalım o zaman." Eğilip, onu alnından öpmüş ve yan taraftaki kapıya doğru yürümüştü. "Ben dışarda olacağım. Kapıyı açık bırakıyorum. Bana ihtiyacın olursa seslen." Kapıdan çıkıp, akşamın zayıf ışıklarına yürümüştü.

Sophie bakışlarını şifreye dikerek orada yatmıştı. Gözleri uykuluydu. Semboller birkaç dakika sonra birbirine karışmıştı. Sonra da yok olmuşlardı.

Sophie uyandığında, yer ona çok soğuk gelmişti. "Grand-pere?"

Cevap veren yoktu. Ayağa kalkarak, üstünü silkeledi. Yan taraftaki kapı açıktı. Akşam karanlığı bastırıyordu. Dışarıya çıktığında, büyükbabasını kilisenin tam arkasındaki taş bir evin verandasında durduğunu gördü. Büyükbabası, tel kapının ardından belli belirsiz seçilebilen biriyle konuşuyordu.

"Grand-pere?" diye seslenmişti.

Büyükbabası arkasını dönerek ona el sallamış ve biraz daha beklemesini işaret etmişti. Ardından, içerideki kişiye son sözlerini söyleyerek, kapıya doğru bir öpücük göndermişti. Sophie'nin yanına vardığında gözleri yaşlarla dolmuştu.

"Neden ağlıyorsun Grand-pere?"

Sophie'yi kaldırıp, sıkıca kucaklamıştı. "Oh Sophie, sen ve ben bu yıl pek çok kişiye veda ettik. Bu çok zor."

478


Da Vinci Şifresi

Sophie kazayı, annesine, babasına, büyükannesine ve bebek yaştaki erkek kardeşine veda edişini düşünmüştü. "Başka birine mi veda ediyordun?"

Sesi duygularla titrerken, "Çok sevdiğim bir dostuma," diye cevap vermişti. "Ve korkarım o kadını uzun süre bir daha göremeyeceğim."

Gözetmen ile yan yana duran Langdon şapel duvarlarını incelerken, bir çıkmaza gireceklerinden endişeleniyordu. Sophie şifreye bakmak üzere gitmiş ve görünüşe göre artık hiç yardımı olmayacak Kâse haritasını içeren gül ağacı kutuyla Langdon'ı baş başa bırakmıştı. Sauniere'in şiiri Rosslyn'inden açıkça bahsettiği halde, Langdon geldiklerinden beri ne yapacaklarını bilemiyordu. Şiir, "bıçak ve kadehten" söz ediyordu ama Langdon onları hiçbir yerde göremiyordu.

Kutsal Kâse Roslin'in altında Bıçak ve kadeh bekçidir ona

Langdon bir kez daha bu gizemin henüz açıklanmamış bir yanı olduğunu hissediyordu.

Gözetmen, Langdon'ın elindeki gül ağacı kutuya bakarak, "İnsanların özeline girmekten nefret ederim ama," dedi. "Bunu nereden aldığınızı... sorabilir miyim?"

Langdon yorgun bir kahkaha attı. "Bu gerçekten çok uzun bir hikaye."

Gözlerini bir kez daha kutuya çeviren genç adam tereddüt etti. "Bu çok garip -büyükannemde de bunun tıpatıp eşi bir kutu var, bir mücevher kutusu. Aynı şekilde cilalanmış gül ağacı, aynı gül kabartması hatta menteşeleri bile aynı."

Langdon, genç adamın yanıldığına emindi. Eğer dünyada eşi benzeri olmayan bir kutu varsa, o da buydu... tarikatın kilit taşı için özel imal edilmiş bu kutu. "İki kutu birbirine benzeyebilir ama..."

Yan taraftaki kapının çarpmasıyla, her ikisi de bakışlarını o yöne çevirdi. Sophie tek kelime etmeden dışarı çıkmıştı ve yakınlardaki taş eve doğru kayalıklarda yürüyordu. Langdon, onun arkasından bakakaldı. Nereye gidiyor? Binaya girdiklerinden beri garip davranıyordu. Gözetmene döndü. "Bu evin ne olduğunu biliyor musunuz?"

479


Dan Brown

Sophie'nin oraya gitmesine şaşırmış olan genç adam başını salladı. "Orası şapelin rektörlüğüdür. Şapel müdürü orada yaşar. Aynı zamanda Rosslyn Vakfı'nın başkanıdır." Durdu. "Ve benim büyükannemdir." "Büyükanneniz Rosslyn Vakfı'nın başkanı mı?" Genç adam başını salladı. "Onunla birlikte rektörlükte yaşıyorum. Şapeli idare etmesine yardım edip, tur rehberliği yapıyorum." Omuzlarını silkti. "Hayatım boyunca burada yaşadım. Büyükannem beni o evde büyüttü."

Sophie için endişelenen Langdon, seslenmek için şapelin kapısına doğru yürüdü. Yarı yola geldiğinde durdu. Genç adamın söylediği bir şeyin yeni farkına varmıştı.

Beni büyükannem büyüttü.

Langdon önce kayalıklarda yürüyen Sophie'ye, sonra elindeki gül ağacı kutuya baktı. "İmkânsız." Langdon yavaşça yeniden genç adama döndü. "Büyükannenizde bunun gibi bir kutu olduğunu söylediniz değil mi?" "Tıpatıp aynı." "Onu nereden almış?"

"Büyükbabam onun için yapmış. Ben henüz bir bebekken ölmüş ama büyükannem hâlâ ondan bahseder. Elleriyle harikalar yarattığını söyler. Her şeyi yapabilirmiş."

Langdon hayal edilmesi imkânsız bağlantıların ortaya çıktığını hissediyordu. "Sizi büyükannenizin büyüttüğünü söylüyorsunuz. Ailenize ne olduğunu sormamın sakıncası var mı?"

Genç adam şaşırmış gibi görünüyordu. "Ben küçükken ölmüşler." Durdu. "Büyükbabamla aynı gün."

Langdon'm kalbi teklemişti. "Bir araba kazasında mı?" Gözetmen, zeytin yeşili gözlerindeki hayret ifadesiyle geri çekildi. "Evet, bir araba kazası. Bütün ailem o gün öldü. Büyükbabamı, ailemi ve..." Gözlerini kapıya çevirerek durdu. Langdon, "Ve kız kardeşinizi," dedi.

Kayalıkların üstündeki taş ev, tıpkı Sophie'nin hatırladığı gibiydi. Akşam karanlığı çöküyordu, evin sıcak ve davetkâr bir havası vardı. Kapının açık kafeslerinden dışarı ekmek kokusu yayılıyor ve pencerelerde altın rengi bir ışık parlıyordu. Sophie yaklaşırken içeriden gelen hıçkırık seslerini duydu.

480

Da Vinci Şifresi



Tel kapıdan içeri baktığında, koridorda yaşlı bir kadının ağlamakta olduğunu gördü. Kadının uzun, gür, gümüş rengi saçları onun hafızasındaki anıları canlandırmıştı. Sophie kendisinin o yöne doğru çekildiğini hissederek, verandanın merdivenlerine adımını attı. Yaşlı kadın bir adamın çerçeveli fotoğrafına sarılmış sevgi dolu bir üzüntüyle parmaklarını adamın yüzünde gezdiriyordu.

Bu, Sophie'nin çok yakından tanıdığı bir yüzdü.

Grand-pere.

Kadın dün gece, büyükbabasının üzücü ölüm haberini almış olmalıydı.

Sophie'nin ayağının altındaki tahtalardan biri gıcırdayınca kadın yavaşça döndü ve üzüntülü gözleri Sophie'yle karşılaştı. Sophie kaçıp gitmek istedi ama olduğu yerde çakılı kalmıştı. Fotoğrafı bırakıp kapıya doğru yaklaşırken, kadın ateşli gözlerini hiç kırpmamıştı. İki kadın ince telin arkasından birbirlerine bakıncaya kadar sanki bir sonsuzluk yaşanmıştı. Ardından, kabaran bir okyanus dalgası gibi kadının görüntüsü belirsizlikten... inanmayışa... umuda... ve sonunda neşeye dönüşmüştü.

Kadın kapıyı iterek açtı ve dışarı çıktı. Sophie'nin şoka uğramış yüzünü yumuşak ellerinin arasına aldı. "Oh, benim sevgili yavrum... haline bak!"

Sophie, onu hatırlayamadığı halde, bu kadının kim olduğunu biliyordu. Konuşmaya çalıştı ama nefes bile alamıyordu.

Kadın, onun alnını öpüp, hıçkırarak ağlarken, "Sophie," dedi.

Sophie ancak fısıltı halinde konuşabiliyordu. "Ama... Grand-pere senin..."

"Biliyorum." Kadın nazik ellerini Sophie'nin omuzlarına koydu ve ona tanıdık gözlerle baktı. "Büyükbaban ve ben çok fazla şey söylemek zorunda kaldık. Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yaptık. Çok üzgünüm. Bu senin kendi güvenliğin içindi prenses."

Sophie, onun son sözlerini duyduğunda aklına hemen, onu yıllarca prenses diye çağıran büyükbabası geldi. Şimdi büyükbabasının sesi Rosslyn' in eski taşlarında yankılanıyor, toprağın üstüne konarak, aşağıdaki bilinmeyen boşluklarda çınlıyor gibiydi.

Kollarını Sophie'ye dolayan kadının gözyaşları daha hızlı akıyordu. "Büyükbaban sana her şeyi anlatmayı öylesine çok istedi ki. Ama ikinizin

481

F:31


Dan Brown

arası pek iyi değildi. Çok uğraştı. Açıklanacak çok şey var. Açıklanması gereken o kadar çok şey var ki." Sophie'nin alnını bir kez daha öptü. "Artık sır yok prenses. Ailen hakkındaki gerçeği öğrenmenin zamanı geldi."

Genç gözetmen gözlerindeki umut ışıltısıyla bahçeden hızla koşarak gelirken, gözyaşları içinde birbirlerine sarılan Sophie ile büyükannesi, verandanın merdivenlerinde oturuyorlardı.

"Sophie?"

Sophie gözyaşlarıyla ayağa kalkarak başını salladı. Genç adamın yüzünü tanımıyordu ama kucaklaşırken, damarlannda dolaşan kanın gücünü hissedebiliyordu... artık ortak olduğunu anladığı kanın.

Langdon, onlara katılmak üzere çimenlerden yürürken, Sophie daha dün kendisini dünyada yapayalnız hissettiğine inanamıyordu. Ve şimdi, bir şekilde bu yabancı yerde, fazla tanımadığı üç kişinin eşliğinde, sonunda kendini evinde hissediyordu.

Da Vinci Şifresi

105


482

Rosslyn'de akşam olmuştu.

Taş evin verandasında tek başına ayakta duran Robert Langdon arkasındaki tel kapıdan gelen kahkaha ve birbirlerine kavuşmanın getirdiği mutluluk seslerinin tadını çıkarıyordu. Elinde tuttuğu Brezilya kahvesi ile dolu fincan yorgunluğunu alırken, bu dinlencenin fazla sürmeyeceğini biliyordu. Artık vücudu dayanamayacak kadar bitkin düşmüştü.

Arkasından gelen bir ses, "Dışarı çok sessiz çıktınız," dedi.

Arkasını döndü. Saçları akşamın ışıklarıyla pırıldayan, Sophie'nin büyükannesi dışarı çıkmıştı. İsmi, en azından son yirmi sekiz yıldır Marie Chauvel idi.

Langdon yorgun bir ifadeyle tebessüm etti. "Ailenizi biraz baş başa bırakmak istedim." Pencereden bakınca Sophie'nin erkek kardeşiyle konuşmakta olduğunu gördü.

Marie gelip, yanında durdu. "Bay Langdon, Jacques'in öldürüldüğünü ilk duyduğumda Sophie'nin güvenliği konusunda dehşete düşmüştüm. Hayatım boyunca, bu akşam onu kapımın önünde görmek kadar rahatlatan bir şey olmadı. Size ne kadar teşekkür etsem azdır."

Langdon nasıl cevap vereceğini bilemiyordu. Sophie ile büyükannesine özel konuşmalarını teklif etmiş olmasına karşın, Marie, onun da gelip dinlemesini istemişti. Eşimin size güvendiği belli Bay Langdon, ben de öyle yapacağım.

Böylece Langdon, Sophie'nin yanında kalmış ve Marie'nin, ailesi hakkında Sophie'ye anlattıklarını sessiz bir şaşkınlık içinde dinlemişti. Her ikisinin de Merovingian ailelerinden olması inanılmazdı -Magdalalı

483


Dan Brown

Meryem ve İsa Mesih'in torunları. Sophie'nin ailesi ve ataları, korunmak amacıyla soyadlarını Plantard ve Saint-Clair olarak değiştirmişlerdi. Onların çocukları bu kanbağının doğrudan vârisleriydiler ve bu yüzden tarikat tarafından dikkatle korunmuşlardı. Sophie'nin ailesi sebebi belirsiz bir araba kazasında öldüğünde, tarikat asil soyun kimliğinin keşfedilmesinden korkmuştu.

Marie acıyla titreyen bir sesle, "Büyükbaban ve ben," diye açıkladı. "O telefonu aldığımızda derhal bir karar vermek zorundaydık. Ailenin arabası nehirde bulunmuştu." Gözlerindeki yaşları kuruladı. "Altımız -siz i'.d torunumuz da dahil- o gece aynı arabada seyahat edecektik. Son anda planlarımızı değiştirmiştik, annen ve baban arabada yalnızdılar. Kazayı duyduğumuzda Jacques ve benim gerçekte olanları bilmemizin imkânı yoktu... ya da bunun gerçekten bir kaza olup olmadığını." Marie, Sop-hie'ye baktı. "Torunlarımızı korumamız gerektiğini biliyorduk ve en iyisi olduğunu düşündüğümüz şeyi yaptık. Jacques polise benim ve erkek kardeşinin de o arabada olduğumuzu söyledi... ikimizin cesedi akıntıya kapılmış olmalıydı. Daha sonra erkek kardeşinle ben tarikatla birlikte saklandık. Ünlü bir kişi olduğundan Jacques saklanmak gibi bir lükse sahip değildi. Çocuklardan büyük olan Sophie'nin Paris'te kalıp Jacques tarafından yetiştirilmesi daha mantıklıydı, tarikatın kalbine ve korumasına daha yakın olarak." Sesi fısıltıya dönüşmüştü. "Yapmamız gereken en zor şey, aileyi bölmekti. Jacques ile ben birbirimizi nadiren gördük, tabii en gizli toplantılarda... tarikatın koruması altında. Kardeşliğin sadık kaldığı bazı törenler vardır."

Langdon hikâyenin daha derinlere gideceğini, fakat geri kalanını duymaması gerektiğini hissetmişti. Bu yüzden dışarı çıkmıştı. Şimdi Rosslyn'in sivri tepelerine bakarken, onun çözülmemiş sırrını düşünmekten kendini alamıyordu. Kâse gerçekten burada Rosslyn'de mi? Eğer öyleyse, Sauniere'in şiirinde bahsettiği bıçak ve kadeh neredeler?

Langdon'ın elini işaret eden Marie, "Onu ben alırım," dedi.

"Oh, teşekkürler." Langdon boşalan kahve fincanını geri uzattı.

Marie, ona baktı. "Diğer elinizdekinden bahsediyordum Bay Langdon."

484


Da Vinci Şifresi

Bakışlarını indiren Langdon, Sauniere'in papirüsünü tuttuğunu fark etti. Daha önce gözden kaçırdığı bir şeyi görmek umuduyla onu yeniden kripteksin içinden çıkarmıştı. "Elbette, affedersiniz."

Marie kâğıdı alırken neşeli görünüyordu. "Paris'te, bu gül ağacı kutunun geri döndüğünü görmekten son derece memnun olacağını bildiğim bir bankacı var. Andre Vernet, Jacques'in çok yakın bir arkadaşıydı ve Jacques, ona son derece güveniyordu. Andre, Jacques'in bu kutunun korunması ricasını yerine getirmek için her şeyi yapardı."

Buna beni vurmak da dahil, diye düşünen Langdon, adamcağızın burnunu kırmış olabileceğini hatırlayarak, bu konuya değinmemeye karar verdi. Langdon Paris'i düşündüğünde aklına aynı gece öldürülen diğer üç senechaux gelmişti. "Peki ya tarikat? Şimdi ne olacak?"

"Çarklar dönmeye başladı bile Bay Langdon. Kardeşlik yüzyıllardır ayakta, bunu da atlatacaktır. Üst kademeye geçmek ve yeniden yapılanmak için sırada bekleyenler var."

Langdon gece boyunca Sophie'nin büyükannesinin tarikat faaliyetleriyle yakın bağları olduğundan şüphelenmişti. Her şeyden önce, tarikatın her zaman kadın üyeleri olmuştu. Dört Büyük Üstat kadındı. Senecha-ux'lar geleneksel olarak erkeklerden -muhafızlar- seçiliyordu ama tarikatta kadınların daha yüce bir statüsü vardı ve herhangi bir kademeden en üst kademeye geçebilirlerdi.

Langdon, Leigh Tcabing'i ve Westminster Manastıri'nı düşündü. Aradan yıllar geçmiş gibi geliyordu. "Kilise eşinize Zamanın Sonu geldiğinde Sangreal Belgcleri'ni açıklamaması yolunda baskı yapıyor muydu?"

"Aman Tanrım hayır. Zamanın Sonu paranoyak zihinlerin uydurması. Tarikat öğretilerinde, Kâse'nin açıklanması gereken tarihe değinen hiçbir şey yoktur. Tam aksine, tarikat her zaman Kâse'nin asla açıklanmaması gerektiğine inanmıştır."

Langdon şaşırmıştı. "Asla mı?"

"Ruhlarımızı ayakta tutan gizem ve meraktır^ Kâse'nin kendisi değil. Kâse'nin güzelliği onun semavi doğasındadır." Marie Chauvel şimdi Rosslyn'e bakıyordu. "Bazıları için Kâse, onlara sonsuz hayatı getirecek olan kadehtir. Bazıları için ise, kayıp belgelerin ve gizli tarihin arayışı. Ve pek çokları için sanırım Kutsal Kâse sadece muhteşem bir fikirdir... gü-

485

Dan Brown



nümüzün kaos içindeki dünyasında bile bizlere ilham verecek ulaşılmaz bir hazine."

"Peki ama Sangreal Belgeleri gizli kalırsa, Magdalali Meryem hikâyesi sonsuza dek yok olmayacak mı?"

"Öyle mi olacak? Etrafınıza bakın. Onun hikâyesi resimde, müzikte ve kitaplarda anlatılıyor. Her gün biraz daha fazla. Sarkaç sallanıyor. Tarihimizin tehlikelerini anlamaya başlıyoruz... ve yıkıcı yollarımızı. Kutsal dişiyi yeniden canlandırmamız gerektiğinin farkına varıyoruz." Durdu. "Kutsal dişi sembolleri hakkında bir araştırma yazdığınızı söylemiştiniz, öyle değil mi?" "Evet."

Gülümsedi. "Onu bitirin Bay Langdon. Onun şarkısını söyleyin. Dünyanın modern ozanlara ihtiyacı var."

Verdiği mesajın üzerinde yarattığı ağırlığı hisseden Langdon sustu. İlerideki açık arazide ay, ağaçların üstünde yükseliyordu. Gözlerini Rosslyn'e çeviren Langdon, onun sırrını öğrenmek için çocuksu bir heves duydu. Sorma, dedi kendi kendine. Zamanı uygun değil. Marie'nin elindeki papirüse, sonra da Rosslyn'e baktı.

Neşeli görünen Marie, "Soruyu sorun Bay Langdon," dedi. "Doğruyu duymayı hak ettiniz."

Langdon yüzünün kızardığını hissetti.

"Kâse"nin burada, Rosslyn'de olup olmadığını bilmek istiyorsunuz." "Bana söyleyebilir misiniz?"

Marie öfkelenmiş gibi içini çekti. "Şu insanlar neden Kâse"nin huzur içinde yatmasına izin vermiyorlar?" Sonra güldü, eğlendiği belli oluyordu. "Neden burada olduğunu düşünüyorsunuz?"

Langdon, onun elindeki papirüsü işaret etti. "Eşinizin şiiri açıkça Rosslyn'den bahsediyor ama bir de Kâse'ye bekçilik eden bıçak ile kadeh var. Orada bıçak ve kadeh sembollerini göremedim."

Marie, "Bıçak ve kadeh mi?" diye sordu. "Tam olarak neye benziyorlar?"

486


Da Vinci Şifresi

Langdon, onun kendisiyle dalga geçtiğini anlamıştı ama oyuna katılarak, sembolleri çabucak tasvir etti.

Marie'nin yüzünden belli belirsiz bir hatırlama ifadesi geçti. "Ah, evet, elbette. Bıçak, erkek olan her şeyi temsil eder. Şu şekilde çiziliyor, öyle değil mi?" İşaret parmağını kullanarak, avuç içine bir şekil çizdi.

A

"Evet," dedi Langdon. Marie, şeklin daha az kullanılan kapalı biçimini çizmişti ama Langdon sembolün her iki kullanılışını da önceden görmüştü.



Yine avuç içine çizerek, "Ve tersi ise," dedi. "Dişiyi temsil eden kadeh."

V

"Doğru," dedi Langdon.



"Ve siz bana burada, Rosslyn Şapeli'nde var olan yüzlerce sembol arasında bu iki şeklin yer almadığını söylüyorsunuz, öyle mi?"

"Onları görmedim."

"Peki ben size gösterirsem, uyuyabilecek misiniz?"

Langdon cevap vermeye fırsat bulamadan, Marie Chauvel verandadan indi ve şapele doğru yürümeye başladı. Langdon, onun arkasından koşturdu. Eski binaya girdiklerinde, Marie ışıkları açtı ve mabedin ortasında, yerde duran sembolü gösterdi. "İşte burada Bay Langdon. Bıçak ve kadeh."

Langdon aşınmış zemine baktı. Boştu. "Burada hiçbir şey..."

İçini çeken Marie, şapelin o ünlü aşınmış yolu üzerinde adım atmaya başladı. Langdon'ın akşamüstü gördüğü ziyaretçilerin yürüdüğü aynı yolda. Gözleri dev sembolün farkına vardığında, hâlâ bir şey anlamıyordu. "Ama bu Davut'un..."

Langdon sonunda hayrete düşerek anladığında, konuşmayı kesti.

Bıçak ve kadeh.

Birbirinin içine geçmiş.

Davut'un yıldızı... erkek ile dişinin mükemmel birleşimi... Süleyman'ın Mührü... erkek ile dişi ilahların -Yahweh ile Shekinah- oturduğuna inanılan Kudsülakdas 'm işareti.

487

Dan Brown



Langdon söyleyeceklerini toparlayabilmek için bir dakikaya ihtiyacı vardı. "Şiir burayı, Rosslyn'i gösteriyor. Kesinlikle. Mükemmel bir biçimde."

Marie gülümsedi. "Öyle görünüyor."

Aklına gelenler tüylerini ürpertmişti. "Demek ki Kutsal Kâse altı-mızdaki mahzende, öyle mi?"

Marie güldü. "Sadece ruhu. Tarikatın en eski vazifelerinden biri de Kâse'yi, sonsuza dek huzur içinde yatacağı anavatanı Fransa'ya geri götürmekti. Onun güvenliğini korumak için yüzyıllar boyunca bir ülkeden diğerine taşıdılar. Bu şerefini zedeliyordu. Büyük Üstat olduğunda Jac-ques'in görevi, onu Fransa'ya geri getirip, kraliçeye uygun bir dinlenme yeri inşa ederek şerefini onarmaktı."

"Peki bunu başardı mı?"

Şimdi yüzü ciddileşmişti. "Bay Langdon, bu gece benim için yaptıklarınızı göz önünde bulundurarak, Rosslyn Vakfı'nın başkanı olarak, size Kâse'nin artık burada olmadığını söyleyebilirim."

Langdon ısrar etmeye kararlıydı. "Ama kilit taşı, Kutsal Kâse'nin Simdi saklı olduğu yerden bahsetmeli. Neden Rosslyn'i işaret etsin?"

"Belki de okuduğunuzdan yanlış anlam çıkartıyorsunuzdur. Unutmayın, Kâse yanıltıcı olabilir. Merhum eşimin olduğu gibi."

"Ama daha ne kadar açık olabilir ki?" diye sordu. "Bıçak ve kadehle işaretlenmiş bir yeraltı mahzeninin üstünde duruyoruz, Usta Masonların sanatıyla süslenmiş, yıldızlı bir tavanın altındayız. Her şey Rosslyn'i anlatıyor."

"Pekâlâ, şu gizemli şiire bir bakayım." Papirüsü açarak, şiiri yüksek sesle okudu.

Kutsal Kâse Roslin'in altında

Bıçak ve kadeh bekçidir ona

Şaheserler süsler yatağını

Seyrederken yıldızlı semayı

Okumayı bitirdikten sonra, yüzüne bilmiş bir tebessüm oturması biraz zamanını almıştı. "Aah, Jacques."

Langdon ümitle onu seyrediyordu. "Bunu anlıyor musunuz?"

488

Da Vinci Şifresi



"Şapelin yerinde de şahit olduğunuz gibi Bay Langdon, basit şeyleri görmenin pek çok yolu vardır."

Langdon anlamak için kendini zorladı. Jacques Sauniere ile ilgili her şeyin çift anlamt var gibiydi ve Langdon daha ötesini göremiyordu.

Marie yorgunlukla esnedi. "Bay Langdon, size bir itirafta bulunacağım. Kâse'nin şu an bulunduğu yeri hiç görmedim. Ama elbette, son derece nüfuzlu bir erkekle evliydim... ve kadınlık içgüdülerim kuvvetlidir." Langdon konuşmak üzereyken Marie devam etti. "Bunca emeğin ardından, Rosslyn'den gerçek cevaplarla ayrılamayacak olmanıza gerçekten üzgünüm. Ama bir şey bana, sonunda aradığınızı bulacağınızı söylüyor. Bir gün anlayacaksınız." Gülümsedi. "Bu gerçekleştiğinde, sırrı saklayabileceğiniz konusunda size, herkesten daha fazla güveniyorum."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə