Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə4/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36

Beş köşeli tılsım yıldızı.

Sauniere'in göbeğindeki kanlı yıldız, cesedine gulyabani havası vermişti. Langdon'ın gördüğü fotoğraf yeterince ürkütücüydü ama şimdi, bu sahneyi kendi gözleriyle görmek onu fazlasıyla huzursuzlandırmıştı.

Bunu kendine o yaptı.

"Bay Langdon?" Fache'nin koyu gözleri yine ona çevrilmişti.

Langdon, "Beş köşeli yıldız," derken, sesi engin boşlukta yankılan-mıştı. "Dünyadaki en eski sembollerden biri. İsa'dan dört bin yıl öncesinden beri kullanılıyor."

"Peki anlamı ne?"

45

Dan Brown



Langdon bu soruyla karşılaştığında her zaman tereddüt ederdi. Birisine, bir sembolün "ne anlama" geldiğini söylemek, bir şarkının ona kendisini nasıl hissettireceğini söylemekle aynıydı... bu, kişiden kişiye değişirdi. Beyaz bir Ku Klux Klan başlığı Birleşik Devletler'de nefret ve ırkçılık çağrışımları yaparken, aynı kostüm İspanya'da dini inançla ilgili bir anlam taşırdı.

Langdon, "Semboller farklı mekânlarda, farklı anlamlar taşırlar," dedi. "Esasen, beş köşeli yıldız, bir pagan sembolüdür." Fache başını salladı. "Şeytana tapma."

Langdon, "Hayır," diyerek düzeltti. Seçtiği kelimeleri daha açık kullanması gerektiğini fark etmişti.

Son günlerde pagan kelimesi, şeytana tapma ile neredeyse eşanlamlı kullanılıyordu, bu, çok büyük bir yanlış kanıydı. Kelimenin kökleri Latin-cedeki paganııs kelimesine kadar gidiyordu ki, taşrada oturanlar anlamına geliyordu. "Paganlar" taşrada bölgelerindeki doğaya tapınan, dinlerine sadık kalan, diğer dini öğretilerden habersiz taşra insanlarıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse kilise, taşra köylerinde yaşayanlardan öylesine korkardı ki, masum bir köylü "villager" kelimesi bile değişerek -vilain- kötü ruhlu adam anlamında kullanılmaya başlanmıştı.

Langdon, "Beş köşeli yıldız," diyerek daha açık konuşmaya başladı. "Doğaya tapınmakla ilgili, İsa öncesinden gelen bir semboldür. Eski çağ insanları, yaşadıkları dünyayı iki yarı halinde düşünürdü, erkek ve dişi. Tanrılarla tanrıçalar bir güç dengesi kurarlardı. Yin ile yang. Erkek ile dişi dengelendiğinde dünyaya ahenk gelirdi. Dengesizlik olduğunda kaos yaşanırdı." Langdon, Sauniere'in karnını işaret etti. "Bu beş köşeli yıldız, bütün varlıklardaki dişiyi temsil eder, ilahiyat tarihçilerinin 'kutsal dişi' ya da 'ilahi tanrıça' dedikleri bir kavram. Sauniere bunu herkesten daha iyi

bilirdi."

"Sauniere karnına bir tanrıça sembolü mü çizmiş?"

Langdon bunun garip göründüğünü kabul etmek zorundaydı. "Beş köşeli yıldız, en bilindik yorumuyla Venüs'ü sembolize eder, cinsel aşk ve güzellik tanrıçası."

Fachc çıplak adama göz atarak, homurdandı.

"Eski dinler doğanın ilahi düzenine dayanırdı. Tanrıça Venüs ile Venüs gezegeni aynıydı. Tanrıça gece gökyüzünde yer sahibiydi ve pek çok

46

Da Vinci Şifresi



isimle anılırdı -Venüs, Doğu Yıldızı, Ishtar, Astarte- hepsi de doğa ve Dünya Ana ile bağları olan güçlü dişi kavramlardı."

Fache sanki şeytana tapma fikrini tercih edermiş gibi, şimdi çok daha dertli görünüyordu.

Langdon beş köşeli yıldızın en şaşırtıcı özelliğini onunla paylaşma-maya karar verdi... Venüs'le olan bağlantısının grafiksel kökeninden. Langdon genç bir astronomi öğrencisiyken, Venüs gezegeninin her dört yılda bir ekliptik semada beş köşeli mükemmel bir yıldız çizdiğini öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Eskiler bu fenomeni keşfettiklerinde öylesine büyülenmişlerdi ki, Venüs ile onun beş köşeli yıldızı mükemmellik, güzellik ve cinsel aşkın sembolü haline gelmişlerdi. Eski Yunan'da, Venüs'ün büyüsüne övgü olsun diye, onun dört yıllık devrini Olimpiyat Oyunları'nı düzenlerken kullanmışlardı. Bugünlerde pek az insan, dört yılda bir yapılan modern Olimpiyat Oyunları'nın hâlâ Venüs'ün devrelerini takip ettiğinin farkındadır. Bundan daha da az insan, beş köşeli yıldızın Olimpiyat amblemi olmak üzereyken son anda değiştirildiğini bilir, oyunlann çok kapsamlı ruhunu ve ahengini daha iyi yansıtması amacıyla beş köşeli yıldız, iç içe geçen beş halkayla değiştirilmiştir.

Fachc birdenbire, "Bay Langdon," dedi. "Beş köşeli yıldızın şeytanla da bir ilgisi olmalı. Sizin Amerikan korku filmleri bunu çok açık gösteriyor."

Langdon kaşlarını çattı. Teşekkürler Hollywood. Beş köşeli yıldız, artık şeytani seri katil filmlerinde, genellikle Satanistler'in dairelerindeki duvara diğer şeytani sembollerle birlikte çizilen, görsel bir klişe halini almıştı. Langdon sembolü bu haliyle gördüğünde daima hüsran duyardı; beş köşeli yıldızın gerçek kökenleri oldukça tanrısaldı.

Langdon, "Sizi temin ederim," dedi. "Filmlerde gördüklerinize rağmen, beş köşeli yıldızın şeytani anlamları tarih açısından yanlıştır. Orijinal dişi anlamı doğrudur, fakat beş köşeli yıldız sembolü bin yıl içinde gerçek anlamından saptırılmıştır. Bu davada, kan dökerek."

"Anladığıma pek emin değilim."

Langdon az sonra söyleyeceklerini kelimelere nasıl dökeceğini düşünürken Fache'nin kravatındaki haça baktı. "Kilise, bayım. Semboller oldukça esnektir ama eski Roma Katolik Kilisesi beş köşeli yıldızı değiştirdi. Vatikan'ın pagan dinlerini yok etme ve kitleleri Hıristiyanlaştırma

47

Dan Brown



kampanyasının bir parçası olarak kilise, pagan tanrılarıyla tanrıçalarına karşı karalama kampanyası açtı ve onların ilahi sembollerini şeytani anlamlara soktu." "Devam edin."

Langdon, "Kargaşa zamanlarında buna oldukça sık başvurulur," diyerek devam etti. "Yeni doğan bir güç var olan sembolleri devralır ve anlamlarını yok etmek için zaman içinde onları yıpratır. Pagan sembolleriy-le Hıristiyan sembolleri arasındaki savaşta paganlar kaybetti; Pose-idon'un çatallı balık zıpkını şeytanın yabası, bilge kocakarının sivri şapkası bir cadı sembolü ve Venüs'ün beş köşeli yıldızı bir şeytan işareti oldu." Langdon durdu. "Maalesef Birleşik Devletler Ordusu da beş köşeli yıldızın anlamını çarpıttı; şu anda bizim en sık kullandığımız savaş sembolü. Sembolü savaş uçaklarının üstüne çiziyor ve generallerin omuzlarına takıyoruz." Aşk ve güzellik tanrıçası için bu çok acı.

"İlginç." Fache kanatları açık kartal pozisyonundaki cesede bakıp başını saldı. "Peki ya vücudun pozisyonu? Bundan ne anlam çıkarıyorsunuz?"

Langdon omuzlarını silkti. "Pozisyon, beş köşeli yıldız ve kutsal dişiyle olan bağlantısını kuvvetlendiriyor."

Fache'nin yüzüne düşünceli bir ifade geldi. "Anlayamadım?" "Yineleme. Bir sembolü tekrar etmek, anlamını kuvvetlendirmenin en basit yoludur. Jacques Sauniere, beş köşeli yıldız pozisyonu almış." Bir tane beş köşeli yıldız iyiyse, iki tane daha iyidir.

Fache elini yeniden briyantinli saçlarına götürürken, gözleri Sauni-ere'in kollan, bacakları ve başının oluşturduğu beş köşeyi takip etti. "İlginç bir tahlil." Durdu. "Peki ya çıplaklığı?" Kelimeyi telaffuz ederken adeta homurdanıyor, yaşlanan bir erkek vücudunu görmekten rahatsız olmuş gibi sesler çıkartıyordu. "Elbiselerini neden çıkarmış?"

İşte bu iyi bir soru, diye düşündü Langdon. Polaroid'i ilk gördüğünden beri aynı şeyi düşünüyordu. En iyi tahmini, çıplak bir insan formunun Venüs fikrini onaylatmanın bir başka yolu olduğuydu, cinsellik tanrıçası. Modern kültür,.Venüs'ün erkek/dişi birleşimiyle olan ilişkisini unutturduğu halde, keskin bir kökenbilimsel göz, Venüs'ün "zührevi" kelimesinde işaret ettiği anlamı fark edebilirdi. Langdon bu konuya girmemeye karar verdi.

48

Da Vinci Şifresi



"Bay Fache, size Bay Sauniere'in bu sembolü üzerine neden çizdiğini ya da neden bu şekli aldığını izah edemem, ama Jacques Sauniere gibi bir adamın beş köşeli yıldızı, dişi tanrısallığının işareti olarak kabul ettiğini söyleyebilirim. Bu sembolle kutsal dişi arasındaki ilişki, sanat tarihçileriy-le simgebilim uzmanları tarafından oldukça iyi bilinir."

"İyi. Peki kendi kanını mürekkep olarak kullanması?"

"Belli ki, yazacak başka malzemesi olmadığı için."

Fache bir süre sessiz kaldı. "Esasen ben, kendi kanını, polisin belli başlı adli metotları uygulaması için kullandığına inanıyorum."

"Affedersiniz?"

"Sol eline bakın."

Langdon'ın gözleri, müze müdürünün renksiz kolundan sol eline kadar olan kısmı taradı ama hiçbir şey göremedi. Ne yapacağını bilmeden cesedin etrafında döndü ve yere çömeldi, artık müze müdürünün büyük bir keçeli kalem tuttuğunu görebiliyordu.

Fache, Langdon'ı olduğu yerde bırakıp, araştırma malzemeleri, kablolar ve elektronik cihazlarıyla dolu birkaç metre ötedeki seyyar masanın yanına giderken, "Sauniere'i bulduğumuzda bunu elinde tutuyordu," dedi. Masayı karıştırırken, "Size söylediğim gibi," dedi. "Hiçbir şeye dokunmadık. Bu çeşit kalemleri bilir misiniz?"

Langdon kalemin markasını görebilmek için biraz daha eğildi.

STYLO DE LUMIERE NOIRE.

Şaşkınlık içinde başını kaldırdı.

Siyah ışık kalemi ya da filigran kalemi müzeler, restorasyon mimarları ve sahtecilik polisinin nesneler üzerine görünmeyen işaretler bırakmak için tasarladıkları bir tür özel keçeli kalemdi. İşaret kalemi, sadece siyah ışık altında görülebilen, alkol bazlı çıkmayan floresan bir mürekkeple yazardı. Son zamanlarda müze personeli bu kalemleri, restorasyon gereksinimi duyan tabloların çerçeveleri üzerine görünmeyen işaretler koymak için taşıyorlardı.

Langdon ayağa kalkarken, Fache spot lambanın yanına gidip kapattı. Galeri birden karanlığa gömülmüştü.

Kısa bir körlük yaşayan Langdon'ın şüpheleri artıyordu. Fache'nin parlak mor ışıkla aydınlanan silueti belirdi. Elinde taşıdığı ışık kaynağı onu menekşe rengi bir pusla kaplıyordu.

49

F:4


Dan Brown

Gözleri mor ışıkla parlayan Fache, "Bildiğiniz gibi," dedi. "Polis siyah ışık aydınlatmasını, cinayet mahallindeki kan ve diğer adli delilleri araştırmak için kullanır. Bu yüzden ne kadar şaşırdığımızı tahmin edebilirsiniz..." Sonra, aniden ışığı cesede yöneltti.

Aşağı bakan Langdon, şaşkınlıktan yerinde sıçradı.

Önündeki parke zeminde parlayan görüntü yüzünden kalbi hızla çarpıyordu. Müze müdürünün el yazısıyla karalanmış son sözleri, cesedinin yanında mor ışıltılar yayıyordu. Langdon titrek ışıklı metne bakarken, tüm geceyi kaplayan sis perdesinin giderek yoğunlaştığını hissetti.

Langdon mesajı bir kez daha okuduktan sonra Fache'ye baktı. "Bu da ne demek böyle!"

Fache'nin gözlerinin akı parladı. "Bu, bayım, cevaplamak için geldiğiniz sorunun ta kendisi."

Az ileride, Sauniere'in ofisinde, Louvre'a geri dönen Teğmen Collet, müze müdürünün devasa masasındaki ses konsoluna iyice eğilmişti. Sauniere'in masasının köşesinden onu seyrediyor gibi görünen robotumsu ortaçağ şövalyesinin verdiği huzursuzluk dışında, Collet kendini oldukça rahat hissediyordu. AKG kulaklığını taktı ve sabit disk kayıt sistemindeki girdi seviyelerini kontrol etti. Tüm sistemler işliyordu. Mikrofonlar hiç aksamadan çalışıyordu ve ses kalitesi kristal berraklığındaydı.

Le moment de veritef diye düşündü.

Gülümseyerek gözlerini kapattı ve banda kaydedilen Büyük Gale-ri'deki konuşmanın geri kalanının tadını çıkartmak için rahat bir pozisyon aldı.

Gerçek şimdi ortaya çıkacak.

50

Da Vinci Şifresi



Saint-Sulpice Kilisesi'nin ikinci katında koro balkonunun sol tarafı meskene ayrılmıştı. Taş zeminli ve içinde az mobilya bulunan iki odalı daire, on yıldan fazladır Rahibe Sandrine Bieil'in eviydi. Resmi evi yakındaki kadınlar manastırındaydı ama o, kilisenin sessizliğinden hoşlanıyor ve üst katta bir yatak, telefon ve küçük bir ocaktan oluşan odada huzur buluyordu.

Kilisenin conservatıice d'affaires'ine göre, kilisenin dinle ilgisi olmayan tüm işlerinden Rahibe Sandrine sorumluydu, genel bakım, yardımcı eleman ve bekçi alımı, kapalı olduğu saatlerde kilisenin güvenliği ve ko-münyon şarabiyla ince bisküvi gibi malzemelerin siparişi.

Bu gece ise küçük yatağında uyurken, telefonun tiz sesiyle uyanmıştı. Yorgun bir halde, ahizeyi kaldırdı.

"Rahibe Sandrine. Saint-Sulpice Kilisesi."

Adam, Fransızca, "Merhaba rahibe," dedi.

Rahibe Sandrine yatağında doğruldu. Saat kaç? Patronunun sesini tanıdığı halde, on beş yıl süresince hiç onun tarafından uyandırılmamıştı. Başrahip, ayinden sonra doğruca evine giden dindar bir adamdı.

Başrahip, mahmur ve sinirleri gergin sesiyle, "Sizi uyandırdıysam özür dilerim rahibe," dedi. "Sizden bir ricada bulunacağım. Belki onu ta-nıyorsunuzdur. Az önce Amerikan piskoposundan bir telefon aldım. Manuel Aringarosa?"

"Opus Dei'nin başkanı mı?" Elbette onu tanıyorum. Kiliseden onu bilmeyen mi var? Son yıllarda Aringarosa'nın piskoposluk makamı güç kazanmıştı. 1982 yılında Papa II. John Paul, tüm ibadetlerini resmen onaylayarak onları "Papa'nın kişisel piskoposluk makamına" getirdiğinde, şc-

51

Dan Brown



refleri sıçrayarak yükselmişti. Fakat Opus Dei'nin yükselişiyle, zengin mezhebin Vatikan Dini İşler Enstitüsü'ne -daha çok Vatikan Bankası olarak bilinir- yaklaşık bir milyar dolar aktararak, iflastan kurtarışının aynı yıla denk gelmesi şüphe uyandırıcıydı. Kuşku uyandıran bir başka olay ise Papa'nın genellikle yüz yıl süren bekleme dönemini yirmi yıla indirerek Opus Dei kurucusunu azizlik mertebesine hızla yükseltmesiydi. Rahibe Sandrine, Opus Dei'nin Roma'daki makamından şüphe duysa da, Pa-pa'yla tartışacak hali yoktu.

Başrahip, ona huzursuz sesiyle, "Piskopos Aringarosa benden bir iyilik istemek için aramış," dedi. "Bu gece Paris'teki müritlerinden biri..."

Rahibe Sandrine garip ricayı dinlerken şaşkınlığı giderek artıyordu. "Affedersiniz, acaba Opus Dei müridinin bahsettiğiniz ziyareti sabaha kadar bekleyemez mi acaba?"

"Korkarım bekleyemez. Uçağı sabah erkenden kalkıyormuş. Hayatı boyunca Saint-Sulpice'i görmek istemiş."

"Ama kilise gündüzleri çok daha ilgi çekicidir. Saint-Sulpice'i benzersiz kılan şeyler, yuvarlak pencereden giren gün ışığı ile güneş saatinin üstündeki gölgelerdir."

"Rahibe, size katılıyorum, bununla birlikte eğer bu gece gelmesine izin verirseniz bunu kişisel bir iyilik olarak kabul edeceğim. Orada yaklaşık saat... birde olacak diyelim mi? Yani yirmi dakika sonra."

Rahibe Sandrine kaşlarını çattı. "Elbette. Memnuniyetle."

Başrahip, ona teşekkür ettikten sonra telefonu kapattı.

Şaşkın vaziyetteki Rahibe Sandrine, uyku mahmurluğunu üzerinden atana kadar bir süre sıcak yatağında kaldı. Bu geceki telefon aklına birtakım düşünceler getirmiş olsa da, altmış yaşındaki beden eskiden olduğu kadar hızlı uyanamıyordu. Opus Dci, onu her zaman rahatsız ederdi. Piskoposluğun bedensel çile rituellerine bağlılığı bir yana, kadınlara bakış açılan hâlâ ortaçağ seviyesindeydi. Kadın müritlerin hiçbir ücret almadan erkekler ayindeyken onların kaldığı yerleri temizlemeye zorlandığını; erkekler hasır döşeklerde yatarken, kadınların tahta zeminde uyuduğunu; ve kadınların daha fa^la bedensel çile çekmeye mecbur edildiklerini duyduğunda şok geçirmişti... tüm bunlar işlenen ilk günahın bedeliydi. Havva'nın bilgiyi açığa çıkaran elmadan aldığı ısırık, kadınların sonsuza kadar ödemekle yükümlü oldukları bir kefaret gibiydi. Katolik Kilisesi ka-

52

Da Vinci Şifresi



din haklarına daha çok değer vermek yolunda ilerlerken, Opus Dei'nin bu gelişmeyi tersine çevirmeye çalışması üzücüydü. Her şeye rağmen Rahibe Sandrine emir almıştı.

Bacaklarını yataktan aşağı sarkıtarak, yavaşça ayağa kalktı. Çıplak ayaklan taş zemine temas ettiğinde içi ürperdi. Ürperti vücuduna yayılırken, içini bir korku kapladı.

Kadın sezgisi mi?

Tanrı'nın bir kulu olarak Rahibe Sandrine kendi ruhunun sakinleştirici sesini dinleyerek huzur bulmayı öğrenmişti. Ama bu gece, bu sesler içinde bulunduğu boş kilise kadar sessizdi.

53

Dan Brown



8

Langdon parkeye karalanmış mor metinden gözlerini ayıramıyordu. Jacques Sauniere'in son sözleri, Langdon'ın hayal bile edemeyeceği bir veda mesajı niteliğindeydi.

Mesajda şöyle yazıyordu:

13-3-2-21-1-1-8-5

On Draco devini al!

On sahte alim!

Bunun ne anlama geldiği konusunda Langdon'ın en ufak fikri olmamasına rağmen, Fache'nin neden ilk anda beş köşeli yıldızı şeytana tapma ile bağdaştırdığını anlıyordu.

On Draco devini al!

Sauniere, şeytana gerçekten atıfta bulunmuştu. Sayı serileri de bir o kadar tuhaftı. "Bir kısmı sayısal şifreye benziyor."

"Evet," dedi Fache. "Kriptograflarımız üzerinde çalışıyorlar. Bu sayıların onu öldüren kişiyi bulmamızda anahtar rol oynayacağına inanıyoruz. Belki değiştirilmiş bir telefon numarası ya da bir tür sosyal kimlik numarasıdır. Sayılar size sembolik bir anlam ifade ediyor mu?"

Langdon sayılara yeniden baktığında, herhangi bir sembolik anlam çıkartmasının saatler alacağını anladı. Eğer Sauniere bu niyetle yazdıysa. Langdon'a sayılar rasgele seçilmiş gibi geliyordu. Birtakım anlamlara gelen sembolik sayı dizilerine alışkındı ama buradaki her şey -beş köşeli yıldız, metin ve sayılar- en basit seviyede birbirinden bağımsızdı.

54

Da Vinci Şifresi



Fache, "Daha önce," dedi. "Sauniere'in burada yaptıklarının bir mesaj iletme çabasında olduğunu iddia etmiştiniz... tanrıçalara tapınma ya da bu tarz bir şey. Bu mesaj iddianızın neresine oturuyor?"

Langdon sorunun tumturaklı olduğunu biliyordu. Kısa mesaj, Langdon'ın tanrıçalara ibadet senaryosunun hiçbir yerine uymuyordu.

On Draco devini al? On sahte alim?

Fache, "Bu metinde bir çeşit suçlama seziliyor. Siz ne dersiniz?" dedi.

Langdon, müze müdürünün ölmek üzere olduğunun bilinciyle Büyük Galeri'de hapis kaldığı son dakikalarını hayal etmeye çalıştı. Mantıklı geliyordu. "Katiline bir suçlamada bulunması mantıklı olabilir, sanırım."

"Elbette benim işim, bu kişiyi isimlendirmek. Size bir soru soracağım Bay Langdon. Sayıları bir kenara bırakırsak, size bu mesajda en garip gelen ne oldu?"

En garip7 Ölmek üzere olan bir adam kendini galeriye kilitlemiş, üzerine beş köşeli bir yıldız çizmiş ve yere gizemli bir suçlama karalamış-tı. Garip olmasaydı nasıl olurdu acaba?

Aklına ilk geleni söyleyerek, "Draco kelimesi mi?" diye atıldı. Langdon, Draco'ya -MÖ 7. yüzyıldaki acımasız politikacı- atıfta bulunmasının mümkün olmadığına neredeyse emindi. "'Draco devi' garip bir kelime seçimi."

"Draco mu?" Fache'nin sesinde artık sabırsızlık kokusu vardı. "Buradaki asıl meselemiz Sauniere'in kelime seçimi değil."

Langdon, Fache'nin aklındaki meselenin ne olduğundan emin değildi, ama Draco ile Fache'nin iyi geçineceğini düşünmeye başlamıştı.

Fache tatsız bir tonla, "Sauniere bir Fransızdı," dedi. "Paris'te yaşadı. Ama yine de bu mesajı yazmayı tercih etti..."

Yüzbaşının söylemek istediğini yeni yeni fark eden LangdonT^gi-lizce," dedi.

Fache başıyla onayladı. "Tam olarak. Nedeni konusunda fikriniz var mı?"

Langdon, Sauniere'in kusursuz İngilizce konuştuğunu biliyordu ama yine de son sözlerini yazmak için neden bu dili seçtiğini anlayamıyordu. Omuzlarını silkti.

55

Dan Brown



Fache, yeniden Sauniere'in karnının üstündeki beş köşeli yıldızı işaret etti. "Şeytana tapmayla hiç ilgisi yok mu? Buna hâlâ emin misiniz?"

Langdon başka bir şeyden bu kadar emin olamazdı. "Sembol ile metin arasında ilişki yok gibi. Üzgünüm daha fazla yardımcı olamayacağım."

"Belki bu biraz açıklık getirir." Fache cesetten uzaklaşarak, siyah ışığı bir kez daha yükseltti, bu kez ışık daha büyük bir çevreyi aydınlatıyordu. "Peki şimdi?"

Langdon'ın şaşkın bakışları altında, basit bir çember müze müdürünün cesedi etrafında parıldadı. Görünüşe göre Sauniere yere uzanmış ve kalemle etrafında uzun yaylar çizerek, kendini çemberin tam ortasına

yerleştirmişti.

Bir anda anlamı açıklığa kavuşmuştu.

Langdon soluk soluğa, "Vıtruvius Adamı," dedi. Sauniere, Leonardo da Vinci'nin en ünlü eskizinin gerçek boyutlu bir kopyasını yapmıştı.

Anatomik açıdan zamanının en doğru çizimi olarak kabul edilen Da Vinci'nin Vıtruvius Adamı tüm dünyada posterlerde, mausepadlerde ve tişörtlerde kendini göstererek, modern kültürün ikonu haline gelmiştir. Bu ünlü eskizde, içine çıplak bir erkek yerleştirilmiş mükemmel bir daire görülür... erkeğin kolları ve bacakları yanlara doğru açıktır.

Da Vinci. Langdon hayretle ürperdi. Sauniere'in niyetinin son derece açık olduğu inkâr edilemezdi. Müze müdürü hayatının son dakikalarında giysilerini çıkarmış ve vücudunu Leonardo da Vinci'nin Vıtruvius Adamı gibi çemberin ortasına yerleştirmişti.

Çember o ana dek eksik olan kritik öğeydi. Dişi bir koruma sembolü ile çıplak adamın etrafındaki daire Da Vinci'nin kastettiği mesajı tamamlıyordu -erkek ve dişi ahengi. Ama şimdi asıl soru, Sauniere'in bu ünlü çizimi neden taklit ettiğiydi.

Fache, "Bay Langdon," dedi. "Herhalde sizin gibi biri Leonardo da Vinci'nin karanlık sanatlara olan eğiliminden haberdardır."

Langdon, Fache'nin Da Vinci bilgisinden etkilenmişti ve bu bilgi yüzbaşının şeytana tapmayla ilgili şüphelerini oldukça iyi açıklıyordu. Da Vinci tarihçiler için, özellikle Hıristiyan geleneğinde daima zor bir konu olmuştu. Önsezileri kuvvetli bir dâhi olmakla birlikte, göze çarpan bir homoseksüel ve doğanın ilahi düzenine tapan biriydi. Bu ikisi onu Tann'ya karşı sürekli günah işleyen biri haline getiriyordu. Ayrıca sanatçının tuhaf

56

Da Vinci Şifresi



davranışları ona şeytani bir hava veriyordu: Da Vinci insan anatomisi üzerinde çalışmak için cesetleri mezardan çıkarır, ters el yazısıyla gizemli günceler tutar, kurşunu altına dönüştürecek simya gücüne sahip olduğuna ve ölümü erteleyecek bir iksir yaratarak Tanrı'yı kandırabileceğine inanırdı. Daha önce hiç düşünülmemiş korkunç savaş ve işkence silahları icat ederdi.

Yanlış anlaşılmalar güvensizliğe sebep olur, diye düşündü Langdon. Da Vinci'nin ortaya koyduğu nefes kesen Hıristiyan sanatı bile, sanatçının çarpık bir ruh dünyasına sahip olduğu yönündeki ününü artırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Vatikan'ın verdiği yüzlerce kârlı siparişleri kabul eden Da Vinci, Hıristiyan temalarını kendi inançlarını ifade etmek için değil, ticari birer girişim olarak resmetmişti, savurgan hayat tarzını sürdürebilmek için bir araç olarak kullanmıştı. Ne yazık ki Da Vinci, genellikle onu besleyen eli sinsice ısırarak kendi kendini eğlendiren biriydi. Pek çok Hıristiyan tablosuna, Hıristiyanlıkla ilgisi olmayan gizli semboller yerleştirmişti, böylelikle kendi inançlarını yüceltiyor, kiliseyi ise belli etmeden küçümsüyordu. Langdon bir kere Londra'daki Ulusal Galeri'de "Leonardo'nun Gizli Yaşamı: Pagan Sembolizmi ve Hıristiyan Sanatı" konulu bir seminer bile vermişti.

Langdon, "Kaygılarınızı anlıyorum," dedi. "Ama Da Vinci gerçekte asla karanlık sanatla uğraşmadı. Kiliseyle sürekli ihtilaf halinde de olsa, manevi değerlere fazlasıyla önem veren biriydi." Langdon bunu söylerken aklına garip bir fikir gelmişti. Yeniden yerdeki mesaja baktı. On Draco devini al! On sahte alim! Fache, "Öyle mi?" dedi.

Langdon kelimelerini dikkatle seçti. "Sauniere'in Da Vinci ile pek çok ortak manevi ideolojiye sahip olduğunu düşünüyorum, bunlara kilise modern dinden kutsal dişiyi çıkarttığı için duydukları endişe de dahil. Belki de Da Vinci'nin ünlü çizimini taklit ederek, Sauniere modern kilisenin tanrıçaları şeytanlaştırması yüzünden duydukları ortak hüsranı dile getiriyordu."

Fache'nin gözleri taş kesilmişti. "Sauniere'in kiliseye sahte alim ve Draco devi dediğini mi, düşünüyorsunuz?"

Langdon bunun kulağa abartılı geldiğini ama beş köşeli yıldızın bu fikri onayladığını itiraf etmek zorundaydı. "Sadece Bay Sauniere'in haya-

57

Dan Brown



tını tanrıça tarihini incelemeye adadığını ve bu tarihi silmek için en çok Katolik Kilisesi'nin uğraş verdiğini söylüyorum. Son vedasında Sauniere'in hayal kırıklığını ifade etmek istemiş olması muhtemel."

"Hayal kırıklığı mı?" Artık Fache'nin sesinde saldırgan bir hava vardı. "Bu mesaj kulağa hayal kırıklığından daha öfkeli gelmiyor mu sizce

de?"

Langdon'ın sabrı tükenmek üzereydi. "Yüzbaşı, benden Sauniere'in burada söylemeye çalıştığı şeyi tahmin etmemi istediniz ve ben de size bunu söylüyorum."



"Yani bunun kiliseye yapılan bir suçlama olduğunu mu?" Dişlerini kenetleyerek konuşan Fache çenesini sıkıyordu. "Bay Langdon yaptığım işte pek çok cesetle karşılaştım, izin verin size bir şey söyleyeyim. Bir adam başka biri tarafından öldürüldüğünde, aklından geçen son düşüncelerin hiç kimsenin anlamayacağı manevi bir ifade yazmak olduğuna inanmıyorum. Sadece tek bir şey düşündüğüne inanıyorum." Fache'nin fı-sıltılı sesi havayı ikiye böldü. "İntikam. Sauniere'in bu notu, bize onu öldüren kişiyi haber vermek için yazdığını düşünüyorum."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə