126
1984-1998 Topyekûn Saldırı
Konsepti ve Buna Karşı Direniş
Zeynel Günaydın
Kaynağını hiyerarşik
devletçi sistemin geliş-
me döneminden alan ve kapitalist modernitenin
ulus devletçi paradigmasının kendisini Ortado-
ğu’ya dayattığı dönemde iyice içinden çıkılmaz
bir hale gelen Kürt sorununda acaba çözüm mü
gerçekleşiyor?
İmralı’da gerçekleşen görüşmeler, bağlantılı
olarak hükümet, HDP ve Kandil arasında gelişen
trafik mevcut sorunun çözümüne yetecek mi?
Bu sorunu yaratmış olan egemenlikçi siste-
mi temsil eden sömürgeci TC’nin zihni yapı-
lanması, tarihi ve günceli okuma biçimi sorunu
çözmeye yanaşmasını sağlayacak mı?
Dahası bizzat ve tek başına Kürt sorununu
yaratmadığı halde, özünde tarafı hayli çok olan
bu sorunu, bağımsız davrandığı edasını takınan
TC devleti tek başına çözebilecek mi?
Ne oldu da TC sömürgeciliğini yöneten hü-
kümetler Özgürlük Hareketi ile sorunu çözmeyi
gündemlerine aldılar?
Kendileri insafa mı geldi?
İnsanlaşarak kendileri gibi insan olan insan-
ların gasp edilmiş haklarını tövbe ederek iade
etme noktasına mı geldiler?
Yoksa
daha büyük ölçekte kaybetmemek, bu
yönüyle de aslında mevcut iktidarlarını sürdür-
mek için bu görüşmeleri başlatmak, gasp edil-
miş hakları geri vermek zorunda mı kaldılar?
Dahası onlara bu adımları attıran ne, adı-
mın sahibi veya sahipleri kim?
Hakkında soykırım kararı verilmiş ve bu-
nun için her türden uygulamadan geçirilmiş
bir halk olan Kürt Halkı nasıl oldu da arkasında
hiyerarşik devletçi sistem olan TC sömürgecili-
ğini bu noktaya getirdi?
Neredeyse bilinen tüm ‘büyük’ devletlerin
terör listesinde yer almasına karşın Özgürlük
Hareketi’ni bu gelişmeleri yaratan hale getiren
nedir, bu hareket gücünü nereden alıyor?
Soruları arttırmak mümkün olsa da kayna-
ğı hayli eskilerde olan Kürt sorununu ve buna
karşı gelişen Kürt Direnişini güncel haliyle ele
almak için sorulan sorular yeterlidir.
Sorunu ve Direnişi Doğru Tespit
Derdi hakikatleri açığa çıkarmak, doğru dü-
şünmek, doğru yapmak ve doğruları söylemek
olanlar
için en doğru yöntem, her şeyi gelinen
aşamaya kadarki tüm süreçler dahilinde yani
bütünlüklü ele almaktır. Bu ele alış bir tercihten
öte, bilimsel bir gerekliliktir. Bu bilimsel gerek-
lilik de her şeyin kendisine kadarki tüm tarihi
bağrında taşıdığı gerçeğidir. Dolayısıyla Kürt
sorunu kapsamında değerlendirilen her şeye de
böyle yaklaşmak gerekmektedir. Bir sömürgeci
güç olan TC devletinin gerçekleştirdiği sömü-
rüyü, zihni yapılanmasını, kurumlaşmasını bir
bütün olarak hiyerarşik devletçi sistemin tüm
tarihine bağlamak gerektiği gibi, bir toplum
olan Kürt toplumunun bu zulüm karşısındaki
direnişini de demokratik
komünal değerlerin
tarihi direnişine bağlamak gerekir. Yani her iki
olgu da bağrında evrensellik-yerellik denklemi-
ni taşımaktadır. Bu dar anlamda bir propagan-
da olmayıp, güncelde her yönüyle gördüğümüz
bir hakikattir. Bir taraftan 16. yıldönümünü ya-
şadığımız ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öca-
lan’a karşı geliştirilen uluslararası komploda
görüldüğü gibi tüm egemenlerin birliği, diğer
taraftan da Kobanê zaferinde görüldüğü gibi
demokrasiden, özgürlükten, adalet ve eşitlikten
yana tüm toplumsal kesimlerin birliği gerçek bi-
rer olgudur. Görüldüğü gibi sistemlerin, yaşam
tarzlarının, paradigmaların iki ayrı cephede,
egemenler ve toplum
cephesinde mücadelesi sü-
rüyor. İşte, günümüzde İmralı eksenli yapılan
görüşmeler de böyle bir gerçekliğe dayanıyor ve
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kendi de-
yimiyle “tüm mücadele tarihinin en zorlu geçen
beş yılı” oluyor. Burada kastedilen iki dostun
oturup sorunu çözmesi değil, birbiriyle kıyasıya
mücadeleye tutuşan ve kimyasal ya da nitelik-
127
sel olarak birbirinden her açıdan farklı olan ve
iki ayrı kutupta yer alan iki gücün yaptığı gö-
rüşmeler oluyor bunlar. Bu bir mücadele ve bu
görüşmeler, Kürt Özgürlük Hareketi’nin büyük
zorluklara karşın özgürlüğe ve xwebûn’a olan
tutkulu bağlılığının bir sonucu.
Egemen, egemen olarak kalmak istediği
müddetçe özsel olarak bir değişimi yaşamamış
demektir. Eğer bir egemen toplumsal güçlerle
toplumsal güçlerin lehine kimi tartışmaları, gö-
rüşmeleri yapıyorsa, bu onun kimyasal bir deği-
şimi yaşadığından değil, ömrünü uzatmak için
bunu yapmak zorunda kaldığındandır. AKP’nin
günümüzde yaptığı tam da bu olmaktadır. O
nedenle de bugün insafa gelmiş, tövbe etmiş, in-
sanda olması gereken
vicdanla hareket etmeye
başlamış bir AKP ile karşı karşıya değiliz. Daha
büyük kaybetmemek için toplumun varoluşsal
olarak kendisinde olan haklarını hala pazarlık
ve istismar konusu yapmasından bunu hemen
anlıyoruz. Açık ki karşımızda insan olmanın
gereği olan komünal, toplumsal, eşitlikçi olan
doğasından tamamen kopmuş, bencilliğin gö-
türdüğü doyumsuzluk girdabında battıkça ba-
tan bir egemenlik sapkınlığıyla karşı karşıyayız.
Kendilerini ‘çoban’, toplumu da ‘sürü’ olarak
gören tüm egemenler gibi AKP hükümeti de bu
denklemi sürdürmek için elinden gelen her şeyi
yapmaktadır. Kürt sorununun yakın
dönemi
açısından kendilerinden öncekiler de bu denk-
lemde başarılı olmak için ne yapmadılar ki?
Kürtlere Karşı Topyekûn Savaş
Mayası soykırımcılık olan ulus-devletçi
sistemin Kürtler için vermiş olduğu fermanın
yapılabilirse tümden fiziki, olmuyorsa da kül-
türel soykırım olduğu bilinmektedir. Yirminci
yüzyılın bu denemelerle geçtiği herkesin malu-
mudur. Bu fermana karşı kendi varlığını koru-
ma yolunu seçen Kürtlerin tarihinde 15 Ağus-
tos 1984 atılımı çok büyük bir önem taşır. Bu,
kendini var etme yolunda düşmanın Kürt in-
sanında yarattığı tüm güçsüzlüklere, korkulara
karşı sıkılmış bir “ilk kurşun” olma özelliğinin
yanında, kapitalist modernist sistemin Kürtler
için öngördüğü yazgının tanınmaması, Kür-
distan’ı ve Ortadoğu’yu emerek sömürenlerin
yaptıkları planlamaların bozulması anlamına
gelmektedir. Bu nedenle de Ortadoğu’yu kendi
emperyalist emelleri
için dizayn etmek isteyen
güçlerin hemen devreye girmesi gerekiyordu. Ki
zaten bunu yaptılar. 12 Eylül askeri faşist cunta-
sının yaptıklarının haricinde, sadece 15 Ağus-
tos atılımının sonrasında yaşananlara baktı-
ğımızda, kapitalist modernitenin hegemonik
güçlerinin Kürtlere karşı ne kadar hassas dav-
randıklarını, Türk özel savaş rejimini destekle-
menin de ötesinde Kürtlere karşı savaşı bizzat
nasıl yürüttüklerini hemen görürüz.
Bu güçler, 1984’ten itibaren son iki yüz yıl-
lık Kürt politikaları bozulduğu için komünizm
‘tehlikesi’ ne karşı kurulmuş olan Gladyo’ nun
denetiminde Kürtlere karşı hemen kontrgerilla
savaşını başlattılar.
“Beyaz Kürt” olarak tasarlanmış ve Kürdis-
tan’da öz güce dayalı tüm Kürdistani oluşumla-
rı tasfiyede kullanılan KDP,
bu dönemde bizzat
kontrgerilla gücü olarak kullanılmıştır. Kürt-
lerin varoluşu anlamına gelen ve öz savunma
hamlesi olan 15 Ağustos hamlesinin olmaması
için bizzat Mesut Barzani’nin Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ı uyardığı tarihi belgelerden
bilinmektedir.
Mesut Barzani üzerinden ilettikleri mesaj-
larla hamlenin gelişmesini engelleyemeyen ege-
men güçler bu defa da NATO Gladyo’ sunun
denetiminde 1986’dan itibaren Özel Harp dai-
resini ve onun tüm kirli oyunlarını adım adım
devreye soktular. Bir sömürge valiliği anlamına
da gelen Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kontro-
lünde geliştirilen JİTEM ve Hizbullah örgütlen-
meleri ve uygulamaları sadece bunların küçük
bir bölümü olmaktadır. Hiçbir ahlaki-vicdani
sınırı olmayan bu örgütlemelerle özel savaşın
her türünü devreye soktular. Böylece gelişmekte
olan Özgürlük Hareketi’ni yenerek tasfiye ede-
ceklerini sandılar.
TC’nin dışındaki
güçler o denli bu işin için-
deydiler ki, Türk Devleti içinde Turgut Özal,
Eşref Bitlis vb. sorunun demokratik yollardan
çözümünden yana olan tüm kesimleri ortadan
kaldıracak denli saldırgan bir politika izlediler.
Mayası soykırımcılık olan
ulus-devletçi sistemin Kürtler
için vermiş olduğu fermanın
yapılabilirse tümden fiziki,
olmuyorsa da kültürel soykı-
rım olduğu bilinmektedir