Dost d jean-François Lyotard



Yüklə 1,8 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə37/40
tarix17.11.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#80921
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40

gibi].  Fakat asıl sorun,  hangi “dünyanın” söz konusu oldu­
ğudur.  Burada özellikle belirtmeye  özen gösterdik ki, haki­
kat üstüne  Husserlci  meditasyonun  sonunda  ulaştığı dün­
ya,  “maddesel”  dünyayla  karıştırılmamalıdır;  o,  bizim  de 
yaptığımız  gibi,  bilinçten,  hiç  olmazsa  kurucu  özneden, 
hareketle  tanımlanır.  Husserl,  öznelliğin oluş süreci içinde 
gerçekleştiği  şekliyle  dünyanın  kuruluşunun  Lebensuıelt’e, 
yani  söz  konusu  öznelliğin  edilgen  sentezler  yoluyla  “iliş­
kide” olduğu muhayyel bir dünyaya,  dayandığım söylüyor­
du. Jean Wahl bu  konuda  (RMM,  1952)  empirizm  taslağı 
sonucuna  varıyor.  Biz  öyle  olduğunu  sanmıyoruz,  çünkü 
hâlâ  indirgenmiş  bir  öznellik  ve  doğal  gerçekliğin  dünyası 
olmayan bir dünya söz konusuydu; ayrıca Husserl de empiriz- 
min  bin  defa  eleştirilmiş  olan  hatalarına  düşmek  istemi­
yordu.  Thao’nun  gayet  iyi  ifade  ettiği  gibi,  “yaşanmışlığın 
derinliklerinde  keşfedilen  doğal  gerçeklik,  indirgemeden 
önce bilince verilmekte olan gerçeklik değildir” (a.g.e., 225). 
Söz  konusu olan gerçeklik,  Merleau-Ponty’in ardından bi­
zim de varoluş, kökensel dünya adını verdiğimiz gerçeklik­
tir; ve fenomenoloji ile, onu mümkün olan her türlü nesnel­
ci kavrayıştan kurtarmaya her zaman büyük özen göstermi­
şizdir.  Demek ki bu gerçeklik öznel olmadığı gibi nesnel de 
değildir;  nötr  ya  da  çift-anlamlıdır.  indirgemeden  önceki 
doğal dünyanın gerçekliği, yani son kertede madde, fenome­
noloji için kendinde anlamdan yoksundur (bkz■ Sartre); yine 
Thao’nun  belirttiği  gibi  varlığın  farklı  bölgeleri  birbirler­
inden  ayrılmış  bulunurlar,  ve  örneğin  “insan  tarafından 
işlenen  madde  artık  madde  değil,  “kültürel  nesne”dir” 
(a.g.e.,
  225-226).  Bu  madde  anlamını  ancak  onu  fiziksel 
gerçeklik olarak koyan kategorilerden alacaktır, öyle ki so­


nunda, varlığın ana bölgelerinin aynlması yüzünden varlık­
la anlam da birbirinden ayrılmış bulunurlar. Anlam sadece 
kurucu bir öznelliğe  gönderme yapar;  fakat bu  öznellik bu 
kez,  kendisi de oluş halinde  bulunan ve  içinde  gerçekliğin 
tüm  anlamlarının oluşum  (Sinngenesis)  tarzlarına  göre  ku­
rulduğu  nötr  bir  dünyaya  gönderme  yapar.  Böyle  olunca, 
der Thao,  fenomenolojinin çelişkisi hoşgörülemez gibi gö­
rünür.  Zira  tüm gerçekliğin  anlam çökeleğini  elinde  tutan 
bu nötr dünyanın, doğanın kendisinden, daha doğrusu diya­
lektik hareketi içinde maddeden, başka bir şey olamayaca­
ğı  açıktır.  Bir  anlamda,  indirgemeden  önceki  dünyanın, 
kurucu öznelliğin analizinden sonra bulunan dünyayla aynı 
şey olmadığı  hâlâ  doğrudur:  gerçekten  de  birincisi,  içinde 
insanın  yabancılaştığı  “yutturmaca”  bir  evrendir,  ama  o 
zaten gerçeklik değildir ki!  Gerçeklik, fenomenolojinin be­
timlemesi  sonunda  bulunan  ve  yaşanmışlığın,  hakikatinin 
köklerini  içine  saldığı evrendir.  Fakat “yaşanmışlık  sadece 
fiilen  reel
  olan  yaşamın  soyut  bir  görünümüdür”,  fenome- 
noloji onda “bu duyulur yaşamın maddesel içeriğini” kavra­
mayı  başaramamıştır.  Aşkmsal  idealizmin  sonuçlarım  ko­
rumak  ve  aşmak  için,  onu  -son  baştan  çıkarıcısı  “tümel 
kuşkuculuğa”  düşmekten  kurtaran-  diyalektik  materya­
lizmle uzatıp sürdürmek gerekir; Thao, Husserl’in son yazı­
larında,  öznelliğe  “gerçeklik  yüklemleri”  geri  verilmediği 
takdirde kendisine kaçınılmaz gibi görünen bu düşüş olası­
lığının  belirdiğini  görür.
Thao’nun  dikkate  değer  kitabını  burada  tartışamayız. 
Ne olursa olsun, iki savın birbirine indirgenemezliğini açık­
ça  ortaya  koyuyor,  çünkü  marksizm  fenomenolojiyi  koru­
yarak aşmayı amaç edinmek istese bile, bunu ancak köken-


sel  öznelliği  madde  olarak  tanılamak  pahasına  yapabilir. 
Lukâcs’da (Existentialismeetmarxisme, Nagel,  1948) oldukça 
farklı  bir  marksist  eleştiri  buluyoruz:  fenomenolojiye  dü­
şüncesini  içerden  ele  alarak  değil,  onu  “davranış”  olarak 
açıklayıcı  tarzda  inceleyerek  saldırıyor.  Bir bakıma  önceki 
eleştiriyi  tamamlıyor,  çünkü  fenomenolojinin  tarihsel  an­
lamı  yüzünden  değer  yitirmek  bir  yana,  onda  hakikatini 
bulduğunu göstermeye çalışıyor. Ayrıca, Lukâcs’ın daha çok 
Husserl’in  ikinci dönemine  saldırdığı da  gözden kaçmaya­
caktır.
Husserl, Lenin’e paralel olarak, Mach’ın psikolojizmine 
ve XIX. yüzyıl sonlarından itibaren Batı düşüncesinde dile 
getirilen  kuşkucu  göreciliğin  bütün  biçim lerine  karşı 
mücadele  etti;  Lukâcs’a  göre  bu  fenomenolojik  konum 
nesnel idealizmi tasfiye zaruretiyle açıklanabilir; bu idealiz­
min bilimsel ilerlemeye gösterdiği direnme,  özellikle evrim 
kavramı bağlamında, sonunda yenilmişti; öte yandan öznel 
idealizm  o  sırada,  Husserl  gibi  dürüst  bir  düşünüre  göre, 
tehlikeli  derecede  gerici,  “karanlıkçı”  sonuçlara  götürü­
yordu; fakat, başka açılardan, materyalizm de onun gözünde 
kabul  edilebilir  değildir:  öznel  olarak,  Descartesçı  çizgide 
yer aldığı için, nesnel olaraksa sınıfının ideolojisi yüzünden; 
fenomenolojik  davranış  için  tipik  olan  “öznel  idealizmin 
kategorilerine  bir  sözde-nesnellik  giydirme  yeltenişi...” 
buradan kaynaklanır.  “(Husserl’in)  yanılsaması, bilinç ala­
nından çıkmak için saf psikolojik yöntemlere sırt çevirme­
nin yeterli olduğunu sanmaktan ibarettir”  (a.g.e., 260-262). 
Buna  koşut  olarak,  eğer  Husserl  Mach’a  ve  formalistlere 
karşı  savaşıyorsa bu,  göreciliğe  direnmesi beklenen  “sezgi” 
kavramını  işin  içine  sokmak  ve  pragmatizmin  felsefeyi


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə