Ebedi dönüş mitosu



Yüklə 3,73 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/51
tarix15.01.2023
ölçüsü3,73 Mb.
#98631
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   51
0963-Ebedi Donush Mitosu-Mircea Eliade-chev-Umit Altugh-1976-187s

la'lalarına
garip bir benzerlik gösteren bu şekiller, tek tek, in 
illo tempore
vuku bulmuş olayları yeniden güncelleştirirler. 
Hasta, kozmogonik mitosu (ve ardından köken mitoslarını) 
dinleyerek ve kumdaki çizimler üzerinde düşünceye dalarak 
dindışı zamandan çıkıp ilksel zamanın bolluğuna aktarılmış 
olur: dünyanın kökenine dönmüş ve böylece kozmogoniye tanık 
olmuştur. Çoğunlukla hâsta mitosun söylendiği veya kuma 
şekillerin çizilmeye başlandığı gün yıkanır; o da, kelimenin 
tam anlamıyla, hayatına yeniden başlamaktadır.
Navajolarda, Polinezyalılarda olduğu gibi, kozmogonik 
mitosun ardından tüm "başlangıçların mitsel tarihini içeren 
köken mitosları söylenir:'insanın, hayvanların ve bitkilerin 
yaratılışı, kabilenin geleneksel kurumlan ve kültürünün kö­
keni, vb. Bu şekilde, hasta dünyanın, Yaratılış’m mitsel tari­
hine, anlatılan öykünün ilk vahyedildiği ana geri döner. Bu
87


ilkel ve geleneksel hekim liğin anlaşılması için son derece 
önemlidir. Antik Doğu'da, Avrupa veya diğer yerlerdeki her 
"popüler" hekimlik geleneğinde olduğu gibi, bir tedavi ancak 
onun kökeni bilinirse ve dolayısıyla uygulanışı onun keşfinin 
mitsel anıyla çağdaş olursa etkili olabilir. Bu nedenle, bir çok 
dua ve tılsımda hastalığın veya o hastalığa yolaçan ifritin 
tarihi nakledilirken bir tanrı veya azizin onu altetmeyi ba­
şardığı an da canlandırılır. Bu nedenle, sözgelimi diş ağrısına 
karşı okunan bir Asur tılsımında "Anu gökleri yaratıktan son­
ra gökler de yeryüzünü yarattı, yeryüzü nehirleri yarattı, ne­
hirler kanalları yarattı, kanallar gölleri yarattı, göller 
Kurtçuk'u yarattı" diye anlatılm aktadır. Sonra Kurtçuk 
"ağlayarak" Şamaş ile Ea'ya gider ve yemek, "yoketmek" 
için kendisine bir şey verilmesini ister. Tanrılar meyvalar ve­
rirler ona, ama Kurtçuk insan dişi ister. "Madem böyle dedin, 
ey Kurtçuk, Ea güçlü elleriyle parçalasın seni!"55 Burada, sa­
dece hastalığın tedavi edilm esini sağlayan paradigm atik 
iyileştirici jestin (Solucan’m Ea tarafından yokedilişi) basit 
bir tekrarını değil, he-kimin hastalığın mitsel tarihini de 
naklederek hastayı in illo tempore ana aktarışını görüyoruz.
Verdiğim iz örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir, fakat bu 
denemede ele aldığımız temaları eksiksiz olarak işlemek gibi 
bir amacımız yok; sadece bunları ortak bir perspektif içine 
yerleştirmek istiyoruz: arkaik toplumların zamanın ilgası yo­
luyla kendilerini periyodik olarak yeniden doğurma ihtiyacı. 
Yeniden doğum ayinleri, ister kollektif veya bireysel, ister 
periyodik ya da anlık olsun, daima, yapı ve anlam olarak bir 
arketipik eylemin, genelikle kozmogonik eylemin tekerrürü 
yoluyla yenidendoğum unsurunu içerirler. Bu arkaik sistem­
lerde bizim için en önemli olan somut zamanm ilgası ve do­
layısıyla tarih-karşıtı eğilimdir. Geçmişin, hatta yakın geç­
mişin anısını saklamanın reddedilişi, bize özel bir antropolo­
jinin belirtisi gibi görünüyor. Burada, arkaik insanın kendisini 
tarihsel bir varlık olarak benimsemeyi reddedişinden, belle­
ğe, dolayısıyla olağandışı olaylara (yani, arketipik bir mo-
88


delden yoksun olaylara) değer atfetmeyi reddedişinden söz 
ediyoruz. Son tahlilde, bütün bu ayin ve tavırlarda bulduğu­
muz zamanı değersizleştirme istemidir. Uca kadar götürül­
düğünde şimdiye kadar sözünü ettiğimiz tüm ayin ve davranış 
kalıpları şu önermede özetlenebilir: "Zamana hiç önem ver­
mezsek varolmayacaktır; dahası, zaman algılanabildiğinde 
de -insanın "günahları" deney ile algılanabildiğinde, yani, 
insan arketipten uzaklaşıp süremin içine düştüğünde- ilga 
edilmesi mümkündür." Arkaik insanın hayatı (arketipik ey­
lemlerin tekerrürüne, yani olaylara değil kategorilere, aynı 
ilksel mitosun bitmek bilmez tekrarına indirgenmiş bir hayat) 
uygun perspektiften bakıldığında, zaman içinde yer-almasma 
- karşın, temel olarak zamanın külfetini taşımaz, zamanın geri 
çevrilemezliğini ayırdetmez; başka bir deyişle, bir zaman bi­
lincinde karakteristik ve belirleyici olan şeyi tamamen 
görmezden gelir.^İlkel insan, tıpkı bir mistik ya da genelde 
dinsel insan gibi kesintisiz bir şimdiki zaman içinde yaşar. 
(Ve, bu anlam da dindar insanın bir "ilkel" olduğu 
söylenebilir; başka bir insanın jestlerini tekrarlar ve bu tek­
rarlama aracılığıyla daima zamandışı bir şimdiki zaman 
içinde yaşar.) ^ 
.
Bir ilkel, zamanın yeniden doğumunun sürekli olarak -
yani, "yıl”ın aralıkları içinde d e -  gerçekleştirildiği aya 

ilişkin bazı inançların eskiliği ve evrenselliği tarafından 
kamtlan-maktadır. Ay, ölecek olan yaratıkların ilkidir, ama 
yeniden yaşayacakların da ilkidir. Ölüm ve dirilişe, 
doğurganlığa ve yenidendoğuma, erginlemeye, ve benzerlerine 
ilişkin ilk tutarlı teorilerin oluşturulmasında ay mitoslarının 
taşıdığı önemi başka bir yerde göstermiştik.56 Burada, ayın 
zam anı "ölçm eğe"57 yaradığını, ayın evrelerinin -güneş 
yılından çok önce ve daha somut biçimde- bir zaman birimini 
(ayı) gös-termesi gibi ayın da "ebedi dönüş"ü gösterdiğini 
hatırlatmak yeterli olacaktır.
Ayın evreleri -ilk aym görünüşü, büyümesi, dolunay, görün­
mez olmaya başlaması, üç karanlık gecenin ardından yeniden
89


görünmesi- döngü kavramlarının geliştirilmesinde büyük rol 
oynamıştır. Özellikle, arkaik kıyamet ve insanın oluşu dü­
şüncelerinde benzer kavramlar görüyoruz; tufan veya sel tü­
kenmiş ve günaha gömülmüş insanlığı sona erdirir ve genel­
likle bu felaketten kurtulan bir mitsel "ata"dan veya bir ay 
yaratığından yeni bir insanlık doğar. Bu mitos gruplarının 
katmanlaşma durumlarının analizi aya ilişkin olduklarım 
göstermektedir.58 Bunun anlamı şudur: ayın ritmi sadece kısa 
aralıkları (hafta, ay) gösterm ekle kalmaz, daha geniş 
süremlerin de arketipidir; insanlığın ”doğum"u, büyümesi, ge­
rilemesi ("yıpranması") ve yokoluşu ay devrelerine benzetil­
mektedir. Ve bu benzetme sadece bize evrensel oluşun "lunar" 
yapısını gösterdiği için değil, aynı zamanda iyim ser 
vargılarından ötürü de önem taşımaktadır: ayın yokoluşunun 
bir son olmaması, ardından yeni bir ayın doğması gibi insanın 
yokoluşu da son olmayacaktır; özellikle, tüm insanlığın yoko­
luşu (tufan, sel, bir kıtanın denize gömülmesi, vb.) bile hiç bir 
zaman toptan değildir, zira hayatta, kalan bir çiftten yeni bir 
insanlık doğmaktadır.
İnsanlığın yokoluşu ve yeniden ortaya çıkışma ilişkin bu 
döngüsel anlayış tarihsel kültürlerde de sürmüştür. M.Ö. 
üçüncü yüzyılda Berossus, Kildani "Büyük Yıl" öğretisini tüm 
Helen dünyasına yayılacak bir biçimde popülerleştir-mişti 
(bu öğreti daha sonra Roma ve BizanslIlara da geçti). Bu öğ­
retiye göre, evren ebedidir, ama her Büyük Yıl'da periyodik 
olarak yokedilip yeniden kurulur (buna tekabül eden bin 
yılların sayısı okuldan okula değişmektedir); yedi gezegen 
Yengeç'de birleştiğinde ("Büyük Kış") bir tufan olacaktır; 
Oğlak'ta (yani, Büyük Yıl'm yaz dönümünde) birleştiklerinde 
tüm evren bir ateşle yokedilecektir. Bu periyodik evrensel 
yanma öğretisinin Heraklitus tarafından da savunumu olması 
muhtemedir (örneğin, Fragman 26 B = 66 D). Her durumda, 
Zeno'nun düşüncesine e tüm Stoacı kozmlojiye egemen olmuştur. 
Evrensel yanma (ekyprösis) mitosu M.Ö. birinci yüzyıldan 
M.S. üçüncü yüzyıla kadar Roma-Doğu dünyasında kesin bi­
90 
'


çimde revaçta kalmıştır; daha sonra Grek-lran-Musevi senk­
retizminden türetilen çok sayıda gnostik sistemde yer al­
mıştır. Benzer düşünceler (şüphesiz -en azından astronomik 
formülleri bakımından- Babil'den etkilenmişlerdir) Hindis­
tan ve tran'da görüldüğü gibi Yucatan Mayaları ve Meksika 
Aztekleri arasında da bulunmaktadır. Bu sorunlara yeniden 
dönmemiz gerekecek; ancak, şu anda bile yukarıda bu düşün­
celerin iyimser özelliği dediğimiz şeyi vurgulayabiliriz. Bu 
iyimserlik döngüsel felaketin normal bir süreç olduğunun bi­
lincine ermeye, onun kesinlikle bir anlamı olduğu ve hepsinin 
ötesinde, son olmadığı inancına indirgenebilir. "Lunar 
perspektifte bireyin ölümü ve insanlığın periyodik ölümü ge­
reklidir, ayın "yeniden doğumu" öncesindeki üç karanlık gece­
nin gerekli olması gibi. Bireyin ölümü ve insanlığın ölümü, 
benzer bir şekilde, yeniden doğumları için zorunludur. Hangi 
biçim olursa olsun, bu şekilde varolması ve sürmesinden ötürü 
zorunlu olarak canlılığını yitirir ve aşınır; canlılığını yeniden^ 
kazanması için, bir an için bile olsa, biçimsizle yeniden 
birleşm elidir; kaynaklandığı ilksel birliğe kavuşmalıdır; 
başka bir deyişle, (kozmik düzlemde) "kaos"a, (toplumsal 
düzlemde) ”orji”ye, (tohumlar için) "karanlık"a, "su”ya (in­
sani düzlemde vaftiz, tarih düzleminde Atlantis, vb.) dönme­
lid ir.
Tüm bu kozmik-mitolojik ay kavramlarında daha önce ola­
nın döngüsel yinelenişinin, kısacası ebedi dönüşün egemen 
olduğunu belirtebiliriz: Burada, gene bir arketipik jestin, tüm 
düzlemlere -kozmik, biyolojik, tarihsel, insani düzlemlere- 
yansıtılarak tekrariânışı motifini görüyorz. Ama aynı za­
manda, hangi düzlemde olursa olsun her yıl ”doğum"da yeni­
lenen zamanın devresel yapısını da buluyoruz. Bu ebedi dönüş 
zaman ve oluşla sınırlanmayan bir ontolojiyi göstermektedir. 
Greklerin, ebedi dönüş mitoslarında ontik ve "statik" olana 
duyduklanan açlığı tatmin etmeye çalışmaları gibi (zira, son­
suz açısından sürekli ayrı duruma dönen şeylerin oluşları, 
örtük olarak ilga edilir ve hatta "dünyanın durduğu" söylene­
91


bilir).
İlkeller de, zamana devresel bir yöneliş atfederek onun 
geri çevrilemezliğini ilga ederler. Her şey, her an kendi baş­
langıcında baştan başlar. Geçmiş geleceğin bir ön-biçimle- 
nişinden ibarettir. Hiç bir olay geri çevrilemez değildir hiç 
bir dönüşüm nihai değildir. Bir anlamda, dünyada yeni hiçbir 
şeyin olmadığını söylemek mümkündür, zira her şey aynı ilk 
prototipin tekrarından ibarettir; bu tekrar, arketipik jestin 
ilk gösterildiği mitsel anı güncelleştirerek dünyayı sürekli 
başlangıçların aynı gündoğumu anında tutar. Zamanın bütün 
yaptığı şeylerin ortaya çıkış ve varoluşunu mümkün kıl­
maktır. Onların varoluşları üzerinde hiç bir nihai etkisi yok­
tur, çünkü kendisi de sürekli yeniden doğmaktadır.
Hegel, doğada şeylerin kendilerini ebediyen tekrarladı- 
ğmı ve "güneş altında yeni bir şey olmadığını" ileri sürmüştü. 
Şimdiye kadar gösterdiklerimiz arkaik toplum insanında da 
benzer bir yaklaşımın olduğunu kanıtlıyor: ona göre şeyler 
ebediyen kendilerini tekrar ederler ve güneş altmda yeni bir 
şey yoktur. Ama, bir önceki bölümde gördüğümüz gibi bu te­
kerrürün bir anlamı vardır: sadece bu olaylara bir gerçeklik 
kazandırır; olaylar kendilerini tekrarlarlar, çünkü bir arketi- 
. pi -örnek olayı- taklit etmektedirler^ Dahası, bu tekerrür yo­
luyla zaman askıya alınır, ya da en azından etkisi azaltılır. 
Ama Hegel'in gözlemi bir başka nedenden ötürü de önemlidir: 
Hegel, tarihsel olayın geri çevrilemez ve özerk olmakla bir­
likte yine açık kalan bir diyalektik içine yerleştirilebileceği 
bir tarih felsefesi kurmaya çalışmaktadır^Hegel'e göre tarih 
"özgür" ve daima "yeni"dir, kendisini tekrarlamaz; ne var ki 
yüce takdir planlarına uyar, dolayısıyla bizzat tinin diya­
lektiğinde bir modeli (ideal, ama gene de bir model) vardır. 
Hegel, kendisini tekrarlamayan bu tarihin karşısına, içinde 
şeylerin ad infinitum tekrarladığı doğayı koyar. Ama, uzun 
bir dönem boyunca, insanlığın mümkün olan tüm araçlarla tari­
he karşı koyduğunu göstermiştik>jBütün bunlardan, bu dönem 
boyunca insanlığın hala doğa içinde olduğunu, kendisini henüz
92


doğadan koparmadığı sonucuna varabilir miyiz? "Sadece 
hayvanlar hakikaten masumdur", diye yazıyordu Hegel Ta­

Yüklə 3,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə