Fransızca'dan çeviren: Bekir Karaoğlu



Yüklə 421,15 Kb.
səhifə9/9
tarix18.06.2018
ölçüsü421,15 Kb.
#49746
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Ayıldığında Safdil'e bu kez bölük komutanlığına atanma buyruğunu gösterdi. Safdil mutlu bir düşten uyanır gibi soruyordu: "Niçin buraya kapatılmıştım? Beni nasıl kurtardınız? Siz göklerden inen bir melek gibi yardımıma koştunuz."

Güzel Saint-Yves bakışlarını eğiyor, sevgilisine baktıkça kızarıyor ve gözleri yaşarıyordu. Sonunda Safdil'e, ömür boyu kimseye söyleyemeyeceği ama Safdil dışında herkesin kestirebileceği o ayrıntı dışında, tüm bildiklerini anlattı.

Safdil öfkeyle söyleniyordu: "Bu sefil kasaba yargıcı benim özgürlüğüme nasıl kastedebilir? Ah! Görüyorum ki bazı insanlar en yırtıcı hayvanlardan daha kötü olabiliyorlar. Ama kralın özel rahibi bir cizvitin de bu sahteciliğe karışması ne kadar kötü. Peki siz benim gibi bir yabancıyı nasıl unutmadınız? Yol yordam bilmeden, kimseden yardım görmeden Versailles'a nasıl gelebildiniz ve zincirlerimi kırdınız? Demek ki güzellik ve iffetin demir kapıları kırabilen ve tunç yürekleri yumuşatan tanrısal bir gücü varmış!"

Bu iffet sözcüğü üzerine Saint-Yves ağlamaya başladı. Oysa kendini suçladığı o günahın içinde bile ne kadar iffetli olduğunu bilmiyordu.

Sevgilisi şöyle sürdürdü: "Bağlarımı koparan melek, eğer biraz daha adalet getirecek gücünüz varsa, sizin bana sevmeyi öğrettiğiniz gibi bana düşünmeyi öğreten yaşlı bir adamı da kurtarabilir misiniz? Yazgı beni bu adama bağladı; onu babam gibi seviyorum, siz ve o olmadan yaşayamam."

Saint-Yves şaşırdı: "Yani ben yine bakan yardımcısına ...!" Safdil "Evet, her şeyimi size borçlu olmak istiyorum. Bu yetkiliye yine yazın ve başladığınız iyilikleri tamamlayın." Genç kız onun isteğini yapması gerektiğini duyumsuyordu. Yazmak için kalemi aldığında eline egemen olamadı. Üç kez yazmayı denedi, üçünü de yırttı. Sonunda bir mektup yazdı ve iki sevgili, tanrısal lütfun kurbanı yaşlı jansenciyi kucaklayıp ayrıldılar.

Mutlu ve üzgün Saint-Yves kardeşi rahibin kaldığı oteli biliyordu. Aynı yere gidip bir oda tuttular.

Henüz yerleşmişlerdi ki bakan yardımcısından bir haberci geldi. Yaşlı Gordon'un salıverme kararını gönderen Saint-Poulange genç kıza ertesi akşam için randevu veriyordu. Böylece, yaptığı her iyilik sonunda biraz daha kirleniyordu. Genç kız insanların yıkımları üzerine yapılan bu ticaretten iğreniyordu. Salıverme kararını Safdil'e verdi ve bakan yardımcısının randevu önerisini geri çevirdi. Safdil ancak arkadaşını kurtarmak üzere sevgilisinin yanından ayrılabildi. Koşarak tutukevine giderken bir yandan da dünya işlerinin nasıl döndüğünü düşünüyor ve iki kişiyi kurtaran bu kızın cesaretine hayranlık duyuyordu.

 

19.



SAFDİL, GÜZEL SAİNT-YVES VE AKRABALARI BİR ARAYA GELİYOR

 

Güzel ve günahkâr Saint-Yves, kardeşi rahip Saint-Yves ve Safdil'in amca ve halasıyla bir araya gelmişti. Herkes olup bitenlerden dolayı şaşkınlık ve farklı duygular içindeydi. Rahip Saint-Yves yaptığı haksızlıktan pişman olmuş kardeşine sarılıp ağlarken genç kız da onu bağışlıyordu. Amca ve hala sevinçten ağlıyorlardı. Bu güzel toplulukta kötü yargıç ve sıkıcı oğlu yoktu: düşmanlarının salıverildiğini duyar duymaz oradan ayrılmışlar, kötülük ve budalalıklarını kendi kasabalarında yaymaya gitmişlerdi. Heyecan içindeki bu dört kişi Safdil'in arkadaşını özgürlüğe kavuşturup dönmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Rahip de Saint-Yves kızkardeşinin yanında konuşmaya cesaret edemiyordu. Matmazel de Kerkabon "Yeğenimi göreceğim," diye sevinçten uçuyordu. Güzel Saint-Yves ona "Yeğeninizi göreceksiniz, ama o artık bildiğiniz adam değil; duruşu, bakışı, düşünceleri, her şeyi değişmiş; saf olduğu kadar bilge bir kişi; kısaca ailenizin gurur duyacağı bir insan olmuş. Keşke ben de öyle olabilsem," dedi. Rahip de Kerkabon ona "Siz de aynı değilsiniz; başınızdan neler geçti de bu kadar değiştiniz?" diye sordu.



Bu konuşmaların ortasında Safdil elinden tuttuğu jansenci Gordon'la çıkageldi. Amca ve teyzesi yeğenlerine sarılıp uzun uzun öptüler. Rahip de Saint-Yves artık saf olmayan Safdil'in önünde neredeyse diz çöküp özür diledi. İki sevgili duygularını ancak bakışlarıyla anlatabiliyorlardı. Birinin bakışlarında minnettarlık ve sevgi, diğerininkinde ise utanç ve sıkıntı okunuyordu. Kimse genç kızın bu mutlu gününde durgun oluşuna bir anlam veremiyordu.

Yaşlı Gordon bir anda ailenin sevgilisi oldu, çünkü genç tutuklunun sıkıntılarını paylaşmış olması büyük bir onurdu. Yaşlı adam özgürlüğünü iki sevgiliye borçlu olduğu için aşka inanmaya başlamıştı, eski ve kuru düşünceleri değişiyordu. Yemekten önce herkes başından geçenleri anlattı. İki rahip ve hala bunları, hortlak öyküleri dinleyen çocuklar veya yıkım haberlerine meraklı adamlar gibi, gözlerini iri iri açarak dinliyorlardı. Gordon şöyle dedi: "Ne yazık! Matmazel de Saint-Yves'in kırdığı zincirlere bağlı daha beş yüzden fazla insan var; onların ne olacağını kimse bilmiyor. Güçsüze vurmak için birçok el kalkarken, yardım eli o kadar az ki." Bu düşünce onu daha duygulu ve minnettar yapıyor, güzel Saint-Yves'in davranışını daha değerli kılıyordu. Her şey genç kızın kararlı ve soylu davranışını bir kat daha yüceltiyordu. Ama, genç kıza duyulan hayranlık, sarayda etkili birine duyulan saygıyla karışık bir hayranlık gibiydi. Bu arada Rahip de Saint-Yves arada bir "kızkardeşim kısa sürede bu gücü nereden almış olabilir?" diye düşünmekten kendini alamıyordu.

Yemeğe oturdukları sırada Versailles'da evinde kaldığı bayan her şeyden habersiz olarak çıkageldi. Saraya gider gibi gösterişli bir arabayla gelmişti ve içerdekileri büyüklenen bir tavırla selamladı. Sonra Saint-Yves'i bir kıyıya çekip konuştu: "Niçin beyefendiyi bekletiyorsunuz? İşte elmas küpeleriniz; onları takın ve beni izleyin." Alçak sesle söylenen bu sözleri Safdil duydu; sonra küpeleri gördü. Rahip de Saint-Yves, amca ve hala da bir şey anlamadan bu mücevherlere hayranlıkla baktılar. Bir yıldır kendine egemen olmayı öğrenmiş olan genç adam yine de sendeledi. Güzel Saint-Yves sevgilisinin yüzündeki anlatımı görünce ölü gibi sarardı; ayakta zor duruyordu. Ev sahibesine "Ah! Madam, ne yaptınız? Beni ölüme gönderiyorsunuz," dedi. Bu sözler Safdil'in yüreğini deldi; ancak kendini tuttu ve yüzü bembeyaz olmasına karşın kardeşinin yanında sevgilisine bir şey söylemedi.

Sevgilisinin yüzündeki değişikliği fark eden Saint-Yves kadını salondan dışarı çıkarıp küçük bir odaya aldı; küpeleri onun ayaklarına attı. "Benim bunlara kapılmadığımı biliyorsunuz; size bunları verene söyleyin: beni bir daha asla göremiyecektir." Kadın küpeleri yerden alırken genç kız sözünü sürdürdü: "Onları ister geri alsın, ister size versin; şimdi lütfen gidin, beni dostlarım önünde daha fazla mahcup etmeyin." Kadın bu davranışa bir anlam veremeden oradan ayrıldı.

Güzel Saint-Yves yüreğindeki bu fırtınalara dayanamayarak boğulacak gibi oldu ve yatağına çekilmek istedi. Ancak, diğerlerini telaşlandırmamak için konuşmalara şakacı sözlerle katılmaya çalıştı; arada bir sevgilisine baktıkça yüreğine oklar saplanıyordu.

Genç kızın katılmadığı yemek başta sönük geçti; ancak bazı durgun toplantılarda olduğu gibi, yapmacık neşe gösterileri yerine, yararlı ve derin konuşmalar oldu.

Gordon birkaç tümceyle jansenciliğin tarihçesini anlattı, gördükleri baskılardan söz etti. Safdil ise, insanların aralarında yarattıkları bölünmeler yetmiyormuş gibi düşlem ürünü amaçlar için yeni başağrıları üretmelerini eleştirdi. Gordon anlattıkça Safdil eleştirisini yapıyordu; konuklar bu konuşmayı heyecanla dinliyor ve yeni bakış açılarıyla aydınlanıyorlardı. Yıkımların uzunluğu ve yaşamın kısalığından söz edildi. Her uğraşın baştan çıkarıcı ve tehlikeli bir yönü olduğuna dikkat çekildi: krallardan tutun da dilencilere kadar herkes suçu doğada buluyordu. Nasıl oluyordu da, birkaç kuruş için diğer insanlara cellatlık, gardiyanlık ve dalkavukluk yapmaya hazır insanlar bulunabiliyordu? Bir görevli hiç gözünü kırpmadan bir ailenin yaşamını söndürecek imzayı atabiliyor ve cellatlar bunu büyük bir zevkle yerine getirebiliyordu?

Gordon şöyle dedi: "Gençliğimde mareşal Marillac'ın bir akrabasını tanımıştım; bu adam ünlü akrabası yüzünden doğduğu yerde eziyet görmeye başlayınca Paris'e gelmiş, başka bir ad altında saklanıyordu. Yetmiş iki yaşında bir adamdı. Ona sürgünde eşlik eden karısı da aynı yaşlardaydı. Tek çocukları hayırsızın biri olup on dört yaşında evden kaçmış, önce asker olmuş sonra asker kaçağı, her türlü kötülük ve ahlaksızlığa karışmıştı. Bu çocuk sonunda Kardinal de Richelieu'nün korumanlarına katılmış ve böylece kanunun pençesinden kurtulmuştu. Bu serüvenci adam anne ve babasını tutuklamakla görevlendirildi. Bu görevi efendisine yaranmak isteyen uşağın titizliğiyle gözünü kırpmadan yerine getirdi. Onları tutukevine götürürken yaşlı anne ve babasının yazgılarına ilendiklerini işitti; onlara göre en büyük üzüntüleri oğullarının kötü yola düşmüş olmasıydı."

"Yine Peder La Chaise'in bir casusunun küçük bir ödül için kendi öz kardeşini ihbar ettiğini gördüm. Bu casusa ödülü vermediler; ölürken, yaptığı kötülükten değil cizvitlerce aldatılmış olmaktan yakınıyordu."

"Uzun yıllar yaptığım aile rahipliği görevi bana çok şey öğretti. Dışarıya karşı mutluluk maskesi taşıyan birçok ailenin bireyleri arasında acı ve nefret olduğunu gözledim; en büyük kötülüklerin açgözlülükten kaynaklandığını gördüm."

Safdil söze karıştı: "Ben yine de yüreği soylu ve duyarlı bir insanın mutlu olabileceğine inanıyorum; güzel Saint-Yves'le sade bir mutluluğu yakalayabileceğim." Burada Rahip de Saint-Yves'e döndü: "Umarım, geçen yıl olduğu gibi, olurunuzu bizden esirgemezsiniz." Rahip sıkıntı içinde özürler dileyerek karşı çıkmadığını belirtti.

Amca Kerkabon bu evliliğin yaşamında en güzel gün olacağını söyledi. İyi yürekli hala sevinçten ağlayarak kardeşine "Onun çömez olamayacağını size daha önce söylemiştim; böylesi daha güzel; Tanrı izin verirse ben onların anneleri olurum," dedi. Böylece herkes Saint-Yves'e övgüler yağdırdı.

Safdil, sevgilisinin yaptığı iyiliklerle yüreği dolu olduğu için elmas küpeler olayı onun üzerinde bir iz bırakmamıştı. Ancak, işittiği "beni ölüme gönderiyorsunuz" sözleri onu gizlice endişelendiriyor ve bu mutlu gününü zehirliyordu. Konuklar iki sevgilinin mutluluğu üzerine konuşmayı sürdürüyor ve gelecek için tasarılar yapıyorlardı. Birlikte Paris'e taşınmayı, buralarda iş bulmayı, en küçük bir mutluluk ışığında kolayca düşlenen tasarıları ortaya attılar. Fakat Safdil yüreğinin derinliklerinde bu tasarıları geri çeviriyordu. Kendisine verilen Saint-Poulange ve Louvois imzalı atama belgelerini yine okuyordu. Konuklar, Fransa'da en değerli özgürlük olan şölen sofrasında konuşma özgürlüğüne dayanarak, ona bu iki devlet adamının gerçek yüzlerini anlattılar.

Safdil şöyle dedi: "Ben Fransa kralı olsaydım, şöyle bir savaş bakanı seçerdim: Soylulara da sözünü geçirebilmesi için en soylu birisi olmalı. Orduda teğmenlikten mareşalliğe kadar hizmet etmiş olmasını isterdim; böylece askerlik yaşamının ayrıntılarını bilmiş olurdu. Subaylar bir sivil bakan yerine, savaşta birlikte çarpıştıkları birine yüz kez daha bağlılıkla hizmet ederlerdi. Ayrıca bakanımın eli açık, esprili ve neşeli olmasını isterdim; ülkemiz insanları özyapısı böyle olan birine daha çok güvenirlerdi." Safdil bakanın bu özyapıda olmasını isterken, neşeli birinin kıyıcılığa daha az yatkın olduğuna inanıyordu. Mons de Louvois onun bu tanımına pek uymuyordu.

Onlar sofradayken genç kızın hastalığı ağırlaştı; içini kavuran bir ateşle yanıyordu. Ancak masadakilerin neşesini bozmamak için yardım çağıramıyordu. Onun uyumadığını bilen kardeşi bir ara yatağına gitti; kardeşinin durumunu görünce haykırdı. Safdil ve konuklar içeri koştular. Genç adam her zamanki tatlı ve duyarlı davranışlarıyla sevgilisine sarılıp ilgilendi.

Hemen bir doktor çağırdılar. Bu doktor her yere koşarak giden ve bir önceki hastalığı bir sonrakiyle karıştıran, sağduyu ve deneyim yerine kitaplarına inanan türden bir doktordu. Aceleyle o sırada moda olan bir ilaç yazarak durumu daha da ağırlaştırdı. Modayı da hekimliğe sokmak Paris'te yaygın bir uygulamaydı.

Solgun Saint-Yves de hastalığını ağırlaştırmada hekime yardımcı oluyordu. Yüreğinin acısı bedenini öldürüyordu. Kafasındaki karmaşık duygular damarlarına sanki bir zehir salgılıyordu.

 

20.



GÜZEL SAİNT-YVES'İN ÖLÜMÜ VE SONUÇ

 

İkinci bir doktor çağırdılar. Bu gelen de genç bir bedende doğayı özleyen tüm organlara yardımcı olmak yerine meslektaşına karşı çıkmaktan başka bir şey yapmadı. Hastalık iki gün sonra ölümcül bir duruma gelmişti. Duyguların beşiği denen yürekten sonra, düşüncenin beşiği denen beyin de hastalanmıştı.



Hangi anlaşılmaz mekanizma duygu ve düşüncelerle organlar arasında bir ilinti kurabiliyor? Bazen acı bir düşünce kan dolaşımını nasıl değiştirebiliyor ve bu dolaşım bozukluğu da düşünceyi etkileyebiliyor? Varlığından kuşku duyulmayan bu bilinmez akışkan bir an içinde tüm yaşam kanallarına nasıl girip duyguları, belleği, üzüntü ve neşeyi oluşturabiliyor? Unutulmak istenen bir dehşet anını anımsatabiliyor, bir hayvanı, düşünen veya sevilen biri yapabiliyor?

Bunlar Gordon'un aklından geçen düşüncelerdi; insanın pek ender aklına gelen bu düşünceler onun duyarlılığını azaltmıyordu, çünkü o, duygusuz olmakla övünen filozoflardan değildi. Bu genç kızın durumu, sevdiği çocuğunun ölümünü gören bir baba gibi onu üzüyordu.

Rahip de Saint-Yves ve Safdil'in amcasıyla halası umutsuzca gözyaşları döküyorlardı. Fakat Safdil'in soylu yüreğinin üzüntüsünü anlatacak sözcükler hiçbir dilde bulunamaz.

Halası ölmek üzere olan kızın başını zayıf kollarının arasına almış, kardeşi yatağın kıyısına diz çökmüştü. Safdil onun ellerini avuçları içinde tutuyor ve gözyaşlarıyla ıslatıyordu. Ona kurtarıcım, umudum ve eşim diyordu. Bu eş sözcüğünü işiten genç kız içini çekti, ona sevgiyle baktı ve sonra dehşetli bir çığlık attı: "Ben, sizin eşiniz! Ah, sevgilim, ben bu sözcüğe layık değilim. Ölmeyi hak ediyorum; cehennem şeytanlarına sizi kurban ettiğim için Tanrı beni cezalandırıyor. Beni düşünmeyin, siz mutlu yaşayın." Bu sevgi dolu ve korkunç sözler anlaşılamıyor, ama tüm yüreklerde derin etki bırakıyordu. Genç kız sözlerini açıklama cesareti buldu. Her sözcüğü başucundakileri şaşkınlık, üzüntü ve acıma içinde bıraktı. Bir haksızlığı düzeltmek için böyle aşağılık bir yola başvuran ve bu günahsız kızı kullanan o güçlü adama hepsi ilenç yağdırdılar.

Genç adam sevgilisine "Siz suçlu değilsiniz; suç yüreğimizde olur, oysa sizin yüreğiniz sevgi ve iffetle dolu," dedi. Bu sözlerindeki içtenlik genç kızı yaşama döndürür gibi oldu. Biraz avuntu bulurken hâlâ sevilmesine şaşırdı. Yaşlı Gordon jansencilik günlerinde onu kusurlu bulurdu, ama şimdi ona saygı duyuyor ve ağlıyordu.

Bu gözyaşları ve üzüntü arasında, genç kızın içinde bulunduğu tehlike tüm yürekleri doldururken bir saray habercisi çıkageldi. Kralın özel rahibi Peder La Chaise'den Montagne Manastırı rahibine haber getirmişti. Mektup Peder La Chaise'in yazmanı ve uşağı Valbled kardeşten geliyordu ve yaşlı rahibe randevu vererek görüşmek istiyordu. Mektupta yazıldığına göre Sayın Peder La Chaise rahibin yeğeninin başına gelenleri haber almıştı; hapse atılması büyük bir yanlışlıktı ve böyle şeyler bazen olabiliyordu, önem verilmemesi gerekiyordu. Rahip ertesi gün yeğenini ve onun arkadaşı Gordon'u getirirse Valbled kardeş onları huzura kabul ettirecek, daha sonra da Mons de Louvois ile görüştürecekti.

Mektupta ayrıca kralın, Safdil'in İngilizlere karşı gösterdiği yiğitlikten haberdar edildiği ve kralın yarın koridordan geçerken onu ödüllendireceği ve belki de ona göz ucuyla bakacağı yazılıydı. Bunun dışında saray hanımlarının yeğenini özel odalarına çağırıp "Hoşgeldiniz Bay Safdil" diyecekleri, o akşamki saray şöleninde kesinlikle ondan söz edileceği yazılmıştı.

Rahip de Kerkabon mektubu yüksek sesle okumuştu; Safdil öfkelendi, fakat haberciye bir şey demedi. Sonra kader arkadaşı Gordon'a dönüp buna ne diyeceğini sordu. Gordon şöyle yanıtladı: "İşte sarayda insanlara böyle maymun gibi davranırlar. Onları döver, sonra dans ettirirler." Bunun üzerine Safdil mektubu alıp yırttı ve haberciye "İşte yanıtımı aldınız," diyerek önüne attı. Amcası telaşlandı, sürgüne gönderileceğinden korkarak hemen bir mektup yazıp özür diledi.

Bu arada güzel ve talihsiz Saint-Yves ağırlaşıyor, sonunun geldiğini anlıyordu. Artık dayanma gücü kalmayanların dinginliği içindeydi. Safdil'e "Ah! sevgilim," dedi, "Yaptığım yanlışlığı yaşamımla ödüyorum; ancak sizin özgür olacağınızı bilmek beni avutuyor. Sizi aldatırken seviyordum, ölürken de seviyorum."

Genç kız başkalarına "cesaretle öldü" dedirtmek gibi boş bir hevesle metin olmaya çalışmıyordu. Kim yirmi yaşında sevgilisini, yaşamını ve iffet denen gururunu yitirirken metin olabilir? Zaten durumunun acılığını kendi söylemese de bakışları anlatıyor, ağlayabildiği kadar ağlıyordu.

Bazıları ölümü metin karşılayanları niçin bu kadar överler? Bu, hayvanların yazgısıdır. Bizler ancak yaşlılık ve hastalık sonucu kaçınılmaz olan ölümü böyle karşılayabiliriz. Büyük bir kaybın acısı elbette olur; bunu bastırmaya çalışan her kimse ölümün kollarında bile büyüklenmeyi sürdürmektedir.

Sonunda genç kız son soluğunu verdi; başucundakiler gözyaşları ve hıçkırıklara boğuldular. Safdil tüm duyularını yitirdi. Özyapısı güçlü kişilerin duyguları daha şiddetli olur. İyi yürekli Gordon onu iyi tanıdığı için, kendine geldiğinde canına kıymasından korkuyordu. Ortalıktaki tüm silahları kaldırdılar. Genç adam ayıldığında bunu fark etti; ağlamadan onlara "Yeryüzünde benim yaşamıma son vermemi engellemeye kimin hakkı ve gücü olabilir?" diye sordu. Gordon ona, özgürlüğümüzü yaşamımıza son vermekte kullanmamızın doğru olmadığı, bu dünyada nöbet başındaki asker gibi olduğumuz üzerine bilinen beylik lafları etmedi. Sanki Tanrı için bir miktar maddenin orada değil de burada toplanmış olmasının önemi var mıydı? Caton'un bir hançer darbesiyle yanıtladığı bu tür temelsiz düşüncelere yer yoktu.

Safdil'in fırtınalara gebe sessizliği, gözlerindeki durağan bakışlar ve dudaklarının titreyişi odadakileri hem acındırıyor, hem de dehşet içinde bırakıyordu. Herkes gözücuyla onu kolluyor, yalnız kalmamasına dikkat ediyorlardı. Bu arada otelci ve eşi geldiler; güzel Saint-Yves'in soğumaya başlayan cesedi sevgilisinin gözlerinden uzakta başka bir yere götürüldü.

Onlara otelin kapısında dualar okuyan iki papaz da katılmıştı. Yakınlarının ağlaştığı, sevgilisinin canına kıymaya hazırlandığı bu ortamda birden Saint-Poulange ve Saint-Yves'in ev sahibesi geldiler.

Saint-Poulange'ın bir kez tattığı mutluluk onun hevesini geçirmemiş, genç kıza daha da bağlanmıştı. Geri çevrilmiş olmak onu kışkırtmıştı. Peder La Chaise böyle bir yere gelmeyi düşünmezdi, ama bütün gün güzel kızın hayali gözlerinin önünden gitmeyen Saint-Poulange, kendi gelse iki kezden fazla görmek istemiyeceği bu kızın evine koşmuştu.

Bakan yardımcısı arabadan indiğinde ilk gördüğü şey bir tabut oldu. Zevk içinde yaşamaya alışmış kimselerin insan acılarına gösterdiği duyarsızlıkla yüzünü çevirip yukarı çıkmak istedi. Versailleslı kadın ölenin kim olduğunu merak edip sordu. Saint-Yves'in adını duyunca kadının gözleri büyüdü ve bir çığlık attı. Bunu duyan Saint-Poulange yüzünde şaşkınlık ve acıyla geri döndü. İyi yürekli Gordon da orada gözleri yaşlı duruyordu. Dualarını kesip bu saray adamına olanları anlattı. Saint-Poulange kötü doğmuş biri değildi, ama devlet hizmeti ve saray yaşamı onun ruhunu şaşırtmıştı. Yaşlandıkça yüreği taşlaşan bakanlardan değildi. Bakışlarını eğerek yaşlı adamı dinliyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ağladığına kendi de şaşıyor, ömründe ilk kez pişmanlık duyuyordu.

Gordon'a döndü: "Bana sözünü ettiğiniz bu olağanüstü genci tanımak istiyorum. Ölümüne neden olduğum bu talihsiz kız kadar bu gencin yazgısı da beni etkiliyor." Gordon onu odaya çıkarıp yakınlarının çevresini sardığı genç adamın önüne getirdi.

Bakan yardımcısı Safdil'e "Sizin yaşamınızı kararttım, kalan ömrümü onu onarmaya harcayacağım," dedi. Safdil'in ilk düşüncesi bu adamı oracıkta öldürmek ve sonra da kendini öldürmek oldu. Ancak hiçbir silahı yoktu ve çevresi sarılıydı. Odadakiler tüm nefretlerini ve aşağılamalarını Saint-Poulange'a kusarken o hiçbir şey söylemeden dinledi. Sonunda zaman her şeyi yumuşattı. Safdil Mons de Louvois'nın ordularında başka bir ad altında iyi bir asker olup çıktı. Buyruğundaki askerler bu hem filozof, hem yiğit komutanı benimsediler.



O bazen bu serüvenden söz ederken duygularına egemen olamayıp ağlıyordu. Yaşamının sonuna kadar güzel Saint-Yves'in anısına bağlı kaldı. Rahip de Saint-Yves ve de Kerkabon yeni birer göreve atandılar. Halası yeğeninin askerliğe, din adamlığından daha çok yakıştığını söylüyordu. Versailleslı kadın elmas küpeleri kendi taktı. Peder Tout-á-Tous çikolata, kahve, şeker ve deri ciltli Saygıdeğer Peder Croiset'nin düşünceleri adlı kitap gibi birçok armağana kavuştu. İyi yürekli Gordon ömrünün kalan kısmını Safdil'le geçirdi; tanrısal lütfu bir daha ağzına almadı. Yaşam felsefesi olarak, kötülük de bir iyiliğe yol açabilir özdeyişini seçti. Kimbilir ne kadar dürüst insan bunun tersini düşünmüştür: kötülükten iyilik çıkmaz!

 

 
Yüklə 421,15 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə