İbn-i Rüşd felsefesinde kavramsal olarak nefs ve akıl
137
bulunan heyulânî aklın yetkinlik bakımından üzerindedir.
51
İbn-i Rüşd’e
göre fa’âl akıl, bizde kuvve halinde bulunan kavramları fiil alanına çıkarır.
Fa’âl akıl kendisini akleder, dolayısıyla fa’âl akılda akıl ve akledilen birdir.
Küllî olarak meleke halindeki kavramları kavradığımız zaman, geriye kalan
bir şey kalmadığından, akıl tamamen fiil halindeki kavramlarla özdeş haline
gelir. İnsan aklı metafizik varlık alanına (Mufârık akıllar seviyesi-maddi
varlıkları ve madde ile ilgileri olmayan varlık alanı) fa’al akıl haline gelip
kendini idrak etmesi sayesinde ulaşabilir. İbn-i Rüşd, bu yetkinliğe ulaşmaya
“ittisâl”, bu yetkinliğe ulaşan akla da “Fa’âl Akıl”der.
İbn-i Rüşd’e göre akıllar hiyerarşisinde en sonda (Onuncu akıl) yer alan
fa’âl akla, ay-altı dünyasındaki en yüksekte yer alan insan aklı en yakın
konumdadır. İbn-i Rüşd, Ay feleğinin altında yer alan bu dünya suretleri ki
bunlar da bir anlamda akıla adını alırlar. Ayrık akıllara yakınlığı ve uzaklığı
açısından bir derecelenmeye tabi oldukları kanaatindedir. Bu suretlerin en
üstünde bulunanı ise kuşkusuz insani akıldır. Bu akıl kendi bulunduğu
konumun altında bulunan maddi suretlere nazaran, ayrık akılların en üstünde
bulunan ilk akıl konumundadır.İlk akıl ve insani akıl, kendi altında
bulunanların suret ve gayesidirler. İbn-i Rüşd’e göre, semavi akılların en
sonuncusu olan fa’âl akıl, insani akla en yakın olan akıldır. İbn-i Rüşd, bu
durumu şöyle izah eder.“Bizim özümüze en yakın olan fa’âl akıldır; bu
yüzdendir ki kimi filozoflara göre bizim onu , arada illet- malûl olmayacak
şekilde ve biz olacak biçimde düşünmemiz gerekir...”
52
İbn-i Rüşd’e göre, bizim aklımız olan “bilfiil akıl” ile fa’âl akıl
arasındaki tek fark derece farkın olmasından ibarettir. İbn-i Rüşd, bu durumu
şöyle izah etmektedir. “ Madem ki bizdeki bilfiil akıl, şu alemdeki varlar ve
bu alemdeki tek tek şeylerin-bütünüyle alemi kuşatacak biçimde-uzak ve
yakın sebeplerine ilişkin bilgiden daha fazla bir şey değildir; öyleyse zorunlu
olarak bizdeki bu akıl için fa’âl aklın mahiyetinin, bu alemdeki şeylerin
tasavvurundan başka bir şey olmamamsı gerekir. Ancak, Fa’al aklın bu
alemdeki şeyleri akletmesi daha yücedir.”
53
İbn-i Rüşd, semavi akılların
51
İbn-i Rüşd, Telhis-ü Kitabi’n-Nefs, (Thk.Fuad el-Ehvani)Kahire -1950, s.90-92
52
İbn-i Rüşd Risâlet’ün-Nefs(fi Resâilü İbn-i Rüşd el-Felsefiyye), Beyrut-1991,
s.101
53
İbn-i Rüşd, Age,s.101
İbrahim MEMİŞ
138
sonuncusu olan fa’âl aklın akletmesinin kendi özünü akletmesi, ay-altı
dünyadaki makul suretleri akletmesi olduğunu söylerken bununla onları
insan için kuvveden fiile çıkarmayı kastettiğini söyler.
İbn-i Rüşd’e göre, fa’âl aklın konusu zatıdır.O ilkesini sadece kendisiyle
olan ilişkisi açısından düşünür ve böylece iş ilk ilkeye varıp dayanıncaya
kadar devam eder.
54
İbn-i Rüşd’ün bu fikrinden maddeden bağısız mücerret
bir birliği savunduğu fikrine ulaşabiliriz. Fa’al akıl bunun için yani kendisini
akledebildiği için de soyutlama yaparak kavramları idrak etme yeteneğine
sahiptir.
İbn-i Rüşd’e göre, İlk Muharrik, ilk hareketi akletmeyle değil istekle
verir. Alem canlıdır, yani bir nefsi vardır. Onun aklı da vardır. Semavi
cisimler, hayvanlarda olduğu gibi his ve hayalle hareket etmezler; aksine
akletmek suretiyle hareket ederler. Semavi cisimlerin duyuları yoktur; çünkü
onlar bir korunma mekanizması olarak hayvanlarda bulunur. Onların
hareketi, akletmeyle oluşan istek(Şevk)’ in sonucudur. Sema’da ilk hareket,
en yüksek seviyede bir şevkle sağlanır. Şu halde semavi cisimlerin hareket
ettiricileri kendileri hareket etmeyen akıllardır. Böyle otuz sekiz hareket
ettirici ile, dokuz felek vardır. Onuncu, yani fa’âl akıl, bu hareket ettiricilerin
onuncusudur. O ay feleğini hareket ettirir. O ay-altı varlıklarının hareketinin
sebebidir. İşte, unsurlara ve öteki varlıklara suret veren bu akıldır. İnsan,
semavi cisimlere en yakın varlıktır; bu da onun sahip olduğu akıl
yüzündendir.O, ezeli varlık tabakası ile ve bozulmaya uğrayan varlık
tabakaları arasında vasıtadır. Fa’âl akıl sayesinde insan, bu aklın hasıl ettiği
suretleri kavrar. Fa’âl akıl ile ittisal de bundan ibarettir.
55
Görüldüğü gibi İbn-
i Rüşd, insanın bilgisinin tam bir bilgi haline gelmesi veya hakikat haline
gelmesi ancak Fa’al aklın kuşatmasıyla olur.
İbn-i Rüşd’ün akıl konusundaki sınıflandırmasına baktığımız zaman,
akıl formunun belirlenmesinde düşünme yeteneğine sahip olan kimsenin
aldığı dış duyumlar ve izlenimlerle bu duyumların alınması sonucu ortaya
çıkan eylemin verdiği tepkinin anlamlandırma konusunda etkili olduğu
görülür.
54
İbn-i Rüşd, Age,s.21-22
55
İbn-i Rüşd, Telhis Mâ Bâ’d et-Tabia, (Neşr: Osman Emin), Kâhire- 1958, s.159
İbn-i Rüşd felsefesinde kavramsal olarak nefs ve akıl
139
İbn-i Rüşd’ün fikirlerinden, Fa’âl Aklın insandan tamamen ayrı madde
ile her türlü karışıklıktan uzak ve tanrısal olduğunu görülür. Yine, Edilgin
aklın da ilk olarak insanda var olan akıl olduğu, bireysel olmanın yanında
geçici olma gibi bir özelliğinin bulunduğu, Fa’âl Aklın etkisi olmadan
edilgin aklın düşünülemeyeceği ve Edilgin aklın gücünü ve etkinliğini Fa’âl
Akıl’dan aldığı fikrine sahip olduğu açıktır. Aristoteles’ten etkilenen İbn-i
Rüşd, onun sistemini de bazı noktalarda eleştirmiştir.
İbn-i Rüşd'e göre, Allah, tüm varlıkları belli bir düzene göre yaratan
sınırsız bir irade ve zorunlu bir varlıktır. Ona göre Tanrı, dünyayı
kendisinden türeyen "ilk akıl”la yönetir. Bu “ilk akıl”dan da diğer akıllar
türemiştir. Tanrı, yukardan aşağıya doğru bir hiyerarşi içinde evreni tasarlar.
Tüm akılların İlk Akıl’dan türemesi, bütün insan akıllarının öz bakımından
aynı olduğunu belirtir ve genel bir insan aklından bahseder. Sonsuz ve
ölümsüz kabul ettiği “ebedi akıl”la da insanlığın ölümsüzlüğü sonucuna
ulaşır.İbn-i Rüşd’ün akıllar sınıflandırmasına baktığımız zaman bilginin
oluşumunun da belli süreç ve aşamalardan sonra oluştuğu fikrine
ulaşabiliriz. Öyle ki insanın sahip olduğu duyular, akıl gibi idrak güçleri ve
bunlara bağlı melekeler, hakikate ulaşma konusunda insana yardımcı olurlar.
İnsanlar, gerçek manada bilginin teşekkülü için gerekli altyapıyı
hazırlamada aynı seviyede değildirler. Burhan ehli (Havass) ve bu aşamaları
geçebilecek durumda iken, sadece kendilerine sağlanan duyu ve hayal
gücünün sağladığı imkanlar kadar bilgi sahibi olabilecek olanlar
“Cumhur(hatabet) ve cedel ehli” bu imkana ulaşamazlar. İbn-i Rüşd’e göre
bu farklılığın temelinde bulunan unsurlar;
a) İnsanlar yaratılış itibarıyla birtakım gerçekleri kendi çabaları ile
kavrayacak zihni yetenek ve kapasitede olmayışları veya bundan mahrum
oluşları.
b) veya onları doğruya ulaştıracak doğru yöntemi bilmeyişleri,
c) arzularının esiri oluşları;
d) gerçek hakikat bilgisi ile donanmış ve bu bilgiyi insana aktarabilecek
seviyede bir muallimin olmayışı, şeklinde sıralanabilir.
56
Ancak İbn-i Rüşd
nazarında, bu durum insanların bazı bilgilerden ebediyen mahrum
olabilecekleri anlamına gelmez. İbn-i Rüşd, burada vahiy ve din olgusunu
56
İbn-i Rüşd, Faslu'l-Makâl, (Neşr. Bekir Karlığa), İstanbul-1992, s.72
Dostları ilə paylaş: |