İbn-i Rüşd felsefesinde kavramsal olarak nefs ve akıl
125
ve bu gök katının cismi çıkar. Diğer bir deyişle bilme ve yaratma aynı
işlemlerdir. Göklerin ruh sahibi ve dolayısıyla bilinçli olması da burada
gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Onuncu (fa’âl) akıl hem bu
dünyanın yaratıcısı hem de insan aklının aydınlatıcısıdır. Formlar, fa’âl
akıl'ın zihnindedir ve maddi varlık kazanarak dünyayı oluştururlar. İnsan aklı
ise maddenin ötesindeki formları bu akıl yardımıyla kavrayarak tekrar bir üst
düzeye çıkar. Tanrı, İbn-i Sînâ'ya göre, mutlak olarak birdir. Bir olandan ise
yalnızca bir çıkar. Bu durumda evrendeki varlıkları açıklamak nasıl mümkün
olabilir? İbn-i Sînâ, burada Plotinos'un sudur, türüm öğretisinden
yararlanarak, Tanrı'dan çıkan ilk birliğin, İlk Akıl olduğunu söyler. Tıpkı
Plotinos gibi, onun gözünde de düşünmek ile yaratmak bir ve aynı şeydir.
Onun sisteminde Tanrı'dan başlayan sudur ya da türüm sürecinde, yukarı
düzeyden varlıkların düşünülmesi daha aşağı düzeyden varlıkların
yaratılması anlamına gelir. Buna göre, tüm varlıkların en tepesinde bulunan
Tanrı'nın kendisi kendisini düşünmesi, Tanrı'dan İlk Akıl'ın sudûr etmesine
yol açar. İlk Akıl'ın kendi nedenini, yani Tanrı'yı düşünmesi İlk Akıl'dan
sonra gelen Akıl'ın doğuşuna neden olur. Buna karşın, İlk Akıl'ın kendi
kendisini düşünmesi hem ikinci nefs'e ve hem de o nefs'in canlandırdığı bir
kürenin (feleğin) sudûruna yol açar. Bu sudûr süreci on akıl ve dokuz nefs
ile dokuz feleğin doğuşuna kadar devam eder. Son akıl etkin akıl'dır. Etkin
Akıl, bu dünyadaki varlıkların maddi öğelerini ve insanların ruhlarını
yaratan varlıktır. Etkin Akıl aynı zamanda insanların ruhlarına ya da
zihinlerine bilgi için gerekli olan form ve kategorileri aktarır.
25
İbn-i Sînâ nazarında insan nefsi iki ayrı fonksiyona sahiptir; bir yönüyle
o, nesneler dünyasına ve duyulur âleme, diğer yönüyle de emr âlemine yani
ilâhî âleme yönelme güç ve özelliğine sahiptir. Nefs, fiil halindeki akıl
sayesinde varlığa ait bilgileri edindiği gibi, müstefâd akıl sayesinde de fa`âl
akılla ittisâl edebilmektedir. Fa`âl Akıl ile ittisâl sonucunda elde edilen bilgi,
İbn-i Sîna ya.göre hakîkat bilgisidir .
26
İbn-i Sina’nın görüşlerine
baktığımızda,insanın iki yönlü bir varlık olduğu;bunlardan birinin
ilahi(gerçek)alemle ilişkili, diğerinin ise süfli(dünyevi)alemle ilişki içinde
olduğu geröeğine ulaşabiliriz.
25
İbn-i Sînâ, Kitabü’n-Nefs, (Neşr, Fazlurrahman), Londra–1970, s.48–52
26
Bolay. Süleyman Hayri, DİA “Akıl”, C.2., İstanbul-1989, s.241
İbrahim MEMİŞ
126
Gazâlî’ye göre akıllar dört çeşittir.1-Heyulânî akıl 2-Bilmeleke akıl 3-
Bilkuvve akıl 4-Müstefâd Akıl, bunlara ek olarak bir de hepsinin üstünde ve
dışında olan Fa’âl akıldan söz edilebilir. Gazâlî, akılları böyle sıraladıktan
sonra, mücerred suretleri kabul yönünden üç çeşit güç aldığını söyler ve
akıllar nazariyesini böyle izah eder. Çünkü Gazâlî’ye göre tecrid sadece
objeleri sadece muhayyileden akla nakletmek değil, aynı zamanda onları
bilgi haline getirmektir. Birinci güç (Mutlak Güç), Mutlak istidat olarak güç;
Bir çocuğun yazı yazmaya istidadı gibi ki burada herhangi bir şekilede fiile
geçme söz konusu değildir. İkinci güç(Mümkün Güç); Bir şeyin vasıtasız
fiile geçmesi mümkün değilse Gazâlî buna da güç der ve yazı yazmak için
mürekkeb, kalem, divit vs. lazım gelmesi gibi, Üçüncü güç(meleke halindeki
güç); Bir şeyde veya bir şahısta bir fiili yapabilecek bir istidadın olması hali
Gazâlî’ye göre en son ve en yüksek derecesidir.
27
Gazâlî’ye göre akıl, ilahi
âlemle nefis arasında bir vasıta olarak durmakta olan bir varlıktır. Aklın,
Gazâlî nazarında, insanın ruhi olgunluk bakımından daha iyi bir seviyeye
gelmesi ve ruhani âlemlere erişmesi için insanın sahip olduğu yegâne güç
olduğunu çıkarabiliriz.
İslam filozoflarından bazılarına göre vahiy, nefs-i nâtıkanın Fa’al akıl
ile temas etmesinden ibarettir. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, nefs-i
nâtıkanın, Fa’al akıl ile manevi teması sayesinde orada nakledilmiş olan
hadiselerin nefs-i nâtıkaya, bir aynadaki suretlerin karşı aynaya yansıması
gibi görüntü vermesinden ibarettir. Fârâbî ile İbn-i Sînâ’ya göre Tanrı, fa’âl
akıl, hikmet bilgisiyle nübüvvet ve vahiy anlayışının kaynağını
oluşturmaktadır.
28
İnsana akıl nimetini verev Allah,onunla ilişkisini
kesmemiş ve vahiy bilgisiyle onu desteklemiştir.
İslam filozoflarını akıl konusunda ki fikirlerine ana hatlarıyla temas
ettikten sonra şöyle bir değerlendirme yapabiliriz.
İbn-i Sînâ ile Fârâbî’ nin ortak olduğu düşünceye göre, her kozmik akıl,
ilk varlık’ı zorunlu, kendi özünü ilk varlık’tan ötürü zorunlu, kendi
varoluşunu da mümkün olarak kavrar. İslam filozofları Gazâli, Fârâbî, İbn-i
27
Gazâlî, Mearic-el Kuds Fi Medârici Ma’rifet en Nefs, Mısır- trs, s. 49
28
Taylan, Necip, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, İstanbul, 1994, s.139–140.
İbn-i Rüşd felsefesinde kavramsal olarak nefs ve akıl
127
Sinâ, Kindî akıllar arasında da bir mertebenin bulunduğu hususunda
hemfikirdirler. Güç halindeki akıl(heyulânî akıl) nefsin bir fonksiyonudur.
Ferdi nefisle bu akıl arasında fark yoktur. Ferdi nefis gibi bu akıl da bedenle
yok olacaktır. Asıl kalıcı olan Fa’al Akıl’dır.
Fârâbî de Aristoteles'i takip ederek insan aklını Potansiyel Akıl (Akl
bi'l-Kuvve), Fiili Akıl (Akl bi'l-Fi'l), Edinilmiş Akıl (Akl Müstefâd) ve Fa’âl
Akıl (Akl el-Fa'âl) olarak dörde ayırır. Bunlar aklın bilgi edinme sürecinde
geçtiği aşamalardır. Bilmek, maddi nesnelerin ötesindeki soyut Formları
bilmektir ve bu, duyular dünyasıyla ilgili bilgi kadar ahlaki bilgi için de
geçerlidir. Fa’al Akıl kozmik süreçteki Onuncu Akıl'la aynıdır ve genellikle
melek Cebrail'le özdeşleştirilir. Diğer bir deyişle, insan en üst bilgi düzeyine
Fa’al Akıl'la birleşmek suretiyle ulaşır. Fakat bu sadece peygamberler ve
felsefeciler gibi küçük ve seçkin bir kesim için mümkündür. Peygamberler
ilham yoluyla Fa’al Akıl'la ilişkiye geçerken felsefeciler aynı ilişkiyi
tefekkür yoluyla kurarlar ve sonuçta aynı gerçekliğin bilgisine ulaşırlar.
Fârâbî'nin en özgün yönlerinden biri Aristoteles'in Fa’al Aklıyla Yeni-
Eflatunculuktaki onuncu kozmik aklı özdeşleştirmesi ve bu sayede Akıl
kavramına dayalı tek bir kozmolojik-epistemolojik sistem ortaya koymasıdır.
Allah kendi zatını akleden Akıl'dır; bilen, bilinen ve bilme işi (ilim) onda bir
ve aynı şeydir. İnsan da, aklı sayesinde kozmik düzenin önemli bir
parçasıdır. Ölümünden sonra ebediyen yaşayacak olan da maddi varlığı veya
ruhunun daha alt seviye kısımları değil, onun aklıdır. İbn-i Sînâ varlıkları
kozmolojik bakımdan akıl, ruh (nefs) ve cisim olarak üçe ayırdı. Fârâbî'deki
sudur görüşüne benzer şekilde her kozmik Akıl İlk Varlık'ı zorunlu, kendi
özünü İlk Varlık'tan ötürü zorunlu, ve kendi varoluşunu mümkün olarak
kavrar. Böylece ortaya sırasıyla bir sonraki Akıl, bu Akla ait gök katının
(felek) ruhu, ve bu gök katının cismi çıkar. Diğer bir deyişle bilme ve
yaratma aynı işlemlerdir. Göklerin ruh sahibi ve dolayısıyla bilinçli olması
da burada gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır.Yine, Fârâbî'deki gibi
Onuncu (Fa’âl)Akıl, hem bu dünyanın yaratıcısı hem de insan aklının
aydınlatıcısıdır. Formlar, Fa’âl Akıl'ın zihnindedir ve maddi varlık kazanarak
dünyayı oluştururlar. İnsan aklı ise maddenin ötesindeki formları bu Akıl
yardımıyla kavrayarak tekrar bir üst düzeye çıkar.
Dostları ilə paylaş: |