bir başkası üzerinde güç sahibi olması, yani başkasına söz
geçirmesi ya da egemen olması... Ama bu çelişmenin özel bir
anlamı vardır. Güçlü olmanın bir başkası üzerinde güç sahibi
olmakla eş-anlama gelmesi, yetenekle eş-anlama gelen güç'ün
felce uğramasının sonucudur. "Bir başkası üzerinde güç sahibi
olmak", "bir şeye gücü yetme"nin bozulmuş şeklidir. İnsanın
kendi güçlerini yaratıcı bir şekilde kullanma yeteneği onun güçlü
olduğunu; kullanamaması ise güçsüzlüğünü gösterir. İnsan, akıl
gücü ile olayların iç yüzünü kavrayabilir ve özünü anlayabilir.
Sevme gücü ile bir insanı ötekinden ayıran duvarı aşabilir. Hayal
gücü ile henüz var olmayan şeyleri gözünün önünde
canlandırabilir; planlar kurabilir ve böylece yaratmaya başlar.
Güçlülüğün bulunmadığı durumlarda, insanın dış dünya ile olan
ilişkisi bozulmuştur ve başka insanlara, sanki nesnelerden baş-
ka bir şey değillermiş gibi egemen olmak, kendi gücünü onlara
söz geçirmek için kullanmak isteğine dönüşmüştür. Başkalarına
egemen olma ya da söz geçirme ölümle, güçlülük ise hayatla
birlikte gider. Birincisi güçsüzlükten kaynaklanır, aynı zamanda
bu güçsüzlüğü daha da artırır; çünkü bir insan bir başkasını ken-
dine hizmet etmeye zorlayabiliyorsa, yaratıcı olma ihtiyacı gide-
rek felce uğrayacaktır.
İnsan, güçlerini yaratıcı bir şekilde kullandığı zaman dünya
ile nasıl bir ilişki kurmaktadır?
Dış dünya iki şekilde insan yaşantısının konusu olabilir:
Kopya ederek, yani gerçeği tıpkı fotoğrafı çekilen şeylerin tam
bir kopyasını çıkaran bir film gibi algılayarak (böyle bir algılama
bile aklın etkin bir katkısını gerektirir); yaratıcı bir şekilde, yani
onu kavrayarak, bu yeni materyeli kendi akıl ve duygu gücünün
içten gelen etkinliği ile yeniden yaratarak ve canlandırarak... Her
insan bir dereceye kadar her iki şekilde de tepki göstermekle
birlikte, bu iki yaşantıdan birinin ya da ötekinin ağır basması,
110
insandan insana değişmektedir. Bazen bunlardan biri ya da
öteki körelebilir; kopya etme ya da yaratıcı bir şekilde kavrama
yeteneklerinden birinin ya da ötekinin hemen hiç bulunmadığı bu
gibi aşırı durumların incelenmesi, bu olaylardan birini ya da
ötekini anlayabilmek için en iyi fırsatı vermektedir bize.
Yaratıcı yeteneğin ötekinden daha çok körelmesine
kültürümüzde çok sık rastlanmaktadır. Bir insan, nesneleri oldu-
ğu gibi (ya da kendi kültürünün kabul ettiği gibi) görebilir, ama
algılarını kendi içinden gelen bir güçle canlandırmayı başara-
maz. Böyle bir insan kusursuz bir "gerçekçi"dir, olayların yüzey-
de kalan özelliklerinde görülecek ne varsa hepsini görebilir, ama
bu yüzeyin altına inerek temelli olan şeyi ya da özü kavramayı,
henüz ortaya çıkmamış olan şeyleri gözlerinin önünde canlan-
dırmayı beceremez. Bütünü değil ayrıntıları, -ormanı değil
ağaçları görür. Gerçek, onun için, madde biçimime girmiş şeyle-
rin toplamından başka bir şey değildir. Böyle bir insanın hayal
gücünden yoksun olduğu söylenemez, ama onunkisi hesap
tutmaktan, var olan ve bilinen bütün etkenleri bir araya getirmek-
ten ve bütün bunların gelecekte nasıl bir etkide bulunacakları
konusunda çıkarsamalar yapmaktan öteye gidemeyen bir hayal
gücüdür.
Öbür yandan, gerçeği algılama yeteneğini yitirmiş olan bir
insan delidir. Psikotik bir kişi kendine apayrı bir iç dünya kurar
ve bu dünyada kendini tam bir güvenlik içerisinde hisseder;
kendi dünyasında yaşar ve bütün insanların algılamış olduğu
sıradan gerçek etkenler ona gerçek değilmiş gibi gelir. Bir insan
gerçekte var olmayan, yalnızca kendi hayal gücünün ürünü olan
nesneleri gördüğü zaman sanrılar (hallucination) görüyor
demektir; olayları kendi duyguları açısından, gerçekte olup
bitenlerle ilgisi olmaksızın ya da hiç değilse tam olarak bilmek-
sizin yorumlamaktadır. Paranoyak bir hasta, kendisine eziyet
ı
127
edildiğine inanabilir ve gelişigüzel bir uyarıyı onu küçük
düşürecek ve onulmaz bir duruma sokacak bir planın belirtisi
olarak görebilir. Böyle bir niyetin daha açık ve kesin belirtilerinin
bulunmayışının hiçbir şeyi kanıtlayamayacağına kesinlikle inan-
mıştır; ilk bakışta zararsızmış gibi görünen bu uyarının gerçek
anlamının "daha derin" bir bakışla ışığa çıkabileceğine
inanmıştır. Psikotik bir insan için gerçek dünya silinmiştir ve bir
iç gerçek onun yerini almıştır.
"Gerçekçi" bir insan, yalnızca nesnelerin yüzeyde kalan
özelliklerini görür; gözler önüne serilmiş olan dünyayı görür; bu
dünyanın resmini, tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi, zihninde
canlandırabilir ve nesneleri de, insanları da bu resimde
göründükleri şekilde kullanarak belli bir eylemde bulunabilir. Bir
deli ise gerçeği olduğu gibi göremez; gerçeği yalnızca kendi iç
dünyasının bir simgesi ve yankısı olarak algılar. Her ikisi de
hastadır. Gerçekle temasını yitirmiş olan psikotik kişinin hasta-
lığı, sosyal fonksiyonunu yerine getirememesidir. "Gerçekçi"
kişinin hastalığı ise onu insanî bir varlık olarak yoksul-
laştırmaktadır. Sosyal fonksiyonunu yerine getirme yeteneği
körelmemiş olsa bile, gerçekle ilgili görüşü, derinlik ve pers-
pektiften yoksun olması yüzünden o derece bozulmuştur ki, el
altında bulunan verileri kullanmaktan ve kısa süreli amaçları
gerçekleştirmekten daha fazlasının gerekli olduğu durumlarda
yanılma eğilimini göstermektedir. "Gerçekçilik", deliliğin tam tersi
imiş gibi görünse de, onun tamamlayıcı bir parçasından başka
bir şey değildir.
"Gerçekçiliğin" ve deliliğin tam karşıtı yaratıcılıktır. Normal
bir insan hem dış dünyayı olduğu gibi algılayarak, hem de kendi
güçleri ile canlanmış ve zenginleşmiş bir şekilde kavrayarak
kendisi ile dünya arasında ilişki kurabilir. Bu iki yetenekten biri
körelecek olursa insan hastadır; normal bir insan, bu yetenekler-
113
ı
12
7
den biri ya da öteki daha ağır basmış olsa bile, her iki yeteneğe
de sahiptir. Hem kopya edici, hem de yaratıcı yeteneklerin var
oluşu yaratıcılığın ön-şartlarından biridir; bu karşıt kutuplar
arasındaki karşılıklı etki, yaratıcılığın dinamik kaynağını
oluşturmaktadır. Son olarak şu nokta üzerinde durmak istiyo-
rum:Yaratıcılık, bu iki yeteneğin toplamı ya da birleşmesi değil,
böyle bir karşılıklı etkiden kaynaklanan yepyeni bir şeydir.
Yaratıcılığı, dünya ile insan arasındaki özel bir ilişki biçimi
olarak tanımladık. Bu durumda, yaratıcı bir kişinin yarattığı bir
şey var mıdır, varsa nedir, gibi bir soru çıkmaktadır ortaya.
İnsanın yaratıcı gücünün maddî şeyler, sanat eserleri ve düşün-
ce sistemleri yarattığı doğru olmakla birlikte, yaratıcılığın en
önemli objesi, insanın kendisidir.
Doğum, gebelikle başlayan ve ölümle biten sürekli bir
akışın özel bir aşamasından başka bir şey değildir. Bu iki kutup
arasında olup bitenlerin hepsi, bir insanın kendi imkânlarını
gerçekleştirmesi, iki hücre içerisinde bir imkân olarak verilmiş
olan şeylere can verme sürecidir. Şu var ki, uygun şartlar sağ-
landığı zaman, bedenin gelişmesi kendi başına olduğu halde,
ruhsal imkânların gelişme süreci kendiliğinden gerçekleşen bir
şey değildir. Böyle bir gelişme, insanın aklı ve duyguları ile ilgili
imkânlarını gerçekleştirmesi ve kendi benliğini ortaya koyması
için yaratıcı bir etkinlikte bulunmuş olmasını gerektirir; benliğin
gelişmesinin hiçbir zaman tamarhlanmamış olması, insanlık du-
rumunun trajedilerinden biridir; en iyi şartlar altında bile, insanın
sahip olduğu imkânlardan ancak bir bölümü gerçekleşebilmek-
tedir. İnsan, her zaman, tam olarak doğmadan önce ölmektedir.
Yaratıcılık kavramının bir tarihçesini vermek niyetinde deği-
lim; ama bu kavramı daha fazla aydınlatmaya yarayacak belli
başlı birkaç ömek vermek istiyorum. Yaratıcılık, Aristoteles'in
Dostları ilə paylaş: |