Şurası da var ki, sosyal gelişmenin o aşamasında yaşayan milletler için
kavmiyet idealini izlemek normal bir hareket olduğu halde, bugün içinde
bulunduğumuz aşamaya anormaldir. Çünkü, o aşamada bulunan toplumlarda
sosyal dayanışma yalnız dindaşlık bağından ibaretti. Dindaşlı kandaşlığa
dalyanınca, doğaldır ki, sosyal dayanışmanın dayanağında kandaşlık olur.
Bugünkü sosyal aşamada ise, sosyal dayanışma, kültürdeki ortaklığa
dayanıyor. Kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması terbiye aracılığıyla olduğu
için, kandaşlıkla hiç bir ilgisi yoktur.
3) Coğrafi Türkçülere göre, millet, aynı ülkede oturan halkların toplamı
demektir. Mesela onlara göre bir İran milleti, bir İsviçre milleti, bir Belçika
milleti, bir Britanya milleti vardır. Halbuki İran'da Fars, Kürt ve Türk'ten
ibaret olmak üzere üç millet; İsviçre'de Alman, Fransız, İtalyan'dan ibaret
olmak üzere yine üç millet; Belçika'da aslen Fransız olan Valon'larla, aslen
Cermen olan Flamanlar vardır. Büyük Britanya adaların da ise Anglo-Sakson,
İskoçyalı, Galli, İrlandalı adlarıyla dört millet vardır. Bu çeşitli toplulukların
dilleri ve kültürleri birbirinden ayrı olduğu, için hepsine birden millet adanı
vermek doğru değildir.
Bazen bir ülkede birçok sayıyla millet olduğu gibi, bazen de bir millet birçok
ülkeye dağılmış bulunur. Mesela Oğuz Türklerine bugün Türkiye'de,
Azerbaycan'da, İran'da, Harzem ülkesinde rastlarız.
Bu toplulukların dilleri ve kültürleri ortak aldığı halde, bunları ayrı milletler
saymak doğru olabilir mi?
4) Osmanlıcılara göre, millet, Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunan
vatandaşları içine alır. Halbuki, bir imparatorluğun bütün vatandaşlarını bir
tek millet saymak büyük bir hatadan ibaretti. Çünkü, bu birbirine karışmış
topluluğun içinde, ayrı kültürlere sahip birçok millet vardı.
5) İslam Birliği taraftarlarına göre, millet, bütün Müslümanların toplamı
demektir. Aynı dinde bulunan insanların bütününe ümmet adı verilir. O halde,
Müslümanların bütünü de bir ümmettir. Yalnız dilde ve kültürde ortak olan
millet ise bundan ayrı bir şeydir.
6) Fertçilere göre, millet, bir adamın kendisini ait hissettiği herhangi bir
toplumdur. Gerçi, bir fert, kendisini görünüşte şu veya bu topluma bağlı
saymakta özgür sanır. Oysa ki fertlerde böyle bir özgürlük ve bağımsızlık
durgularla yoktur. çünkü insandaki ruh. Duygularla düşüncelerden oluşmuştu.
Yeni psikologlara göre, duygu hayatımız asıldır, düşünce hayatımız ona
aşılanmıştır. ruhumuzun normal bir halde bulunabilmesi için, düşüncelerimiz
duygularımıza tamamıyla uygun olması gerekir. Düşünceleri duygularına
uymayan ve dayanmayan bir adam, ruh bakımından hastadır. Böyle bir adam,
hayatta mutlu olamaz. Mesela duygusu bakımından dindar olan bir genç,
kendisinin düşünce bakımından dinsiz sayarsa psikolojik bir dengeye sahip
olabilir mi? Şüphesiz hayır! Bunun gibi, her fert, duyguları aracılığıyla belli
bir millete mensuptur. Bu millet, o ferdin, içinde yaşadığı ve terbiyesini aldığı
toplumdur. Çünkü, bu fert, içinde yaşadığı toplumun bütün duygularını
terbiye aracılığıyla almış, tamamen ona benzemiştir. O halde bu fert, ancak bu
toplumun içinde yaşarsa, mutlu olabilir. Başka bir toplumun içine giderse, sıla
hastalığına uğrar, duygu bakımından bağlı olduğu halde, bir ferdin, istediği
zaman milletini değiştirebilmesi kendi elinde değildir. Çünkü, milliyet de,
dışarıda var olan bir gerçektir. İnsan milliyetini bilgisizliği yüzünden
tanıyamamışken, sonradan araştırıp soruşturarak bulabilir. Fakat, bir partiye
girer gibi, sırf iradesiyle şu veya bu millete katılamaz.
O halde, millet nedir? Irka, kavme, coğrafyaya politikaya ve iradeye ait
güçlere üstün gelecek ve onları egemenliğine alabilecek başa ne gibi bir
bağımız var?
Sosyoloji ispat ediyor ki, bu bağ terbiyede, kültürde, yani duygularda
ortaklıktır. İnsan en samimi, en içten duygularını ilk terbiye zamanlarında alır.
Ta beşikte iken, işittiği ninnilerle ana, dilinin etkisi altında kalır. Bundan
dolayıdır ki, en çok sevdiğimiz dil, ana dilimizdir. Ruhumuzu oluşturan bütün
din, ahlak ve güzellik duygularımızı bu dil aracılığıyla almışız. Zaten
ruhumuzun sosyal duyguları, bu din, ahlak ve güzellik duygularından ibaret
değil midir? Bunları çocukluğumuzda hangi toplumdan almışsak sürekli o
içinde daha büyük bir imkanla yaşamamız mümkün iken, toplumumuz
içindeki fakirliği ona tercih ederiz. Çünkü dostlar içindeki bu fakirlik,
yabancılar arasıdaki o zenginlikten daha fazla bizi mutlu ede. Zevkimiz,
vicdanımız, özleyişlerimiz, hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız
toplumdur. Bunların yankısını ancak o toplum içinde işitebiliriz.
Ondan ayrılıp da başka bir topluma katılabilmemiz için, büyük bir engel
vardır. bU engel, çocukluğumuzda o toplumdan almış olduğumuz terbiyeyi
ruhumuzdan çıkarıp atmanın mümkün olmamasıdır. Bu mümkün olmadığı
için, eski toplum içinde kalmak zorundayız.
Bu açıklamalardan anlaşıldı ki, millet, ne ırkın, ne kavmin, ne coğrafyanın, ne
politikanın ne de iradenin belirlediği bir topluluk değildir. Millet, dilce, dince,
ahlakça ve güzellik duygusu bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış
fertlerden oluşan, bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini
dinime uyan) diyerek tarif eder. Felekten de bir adam, kanca ortak olduğu
insanlardan çok dilde ve dinde ortak olduğu insanlarla beraber yaşamak ister.
Çünkü, insani karakterimiz bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddi
becerilerimiz ırksızımdan geliyor, manevi becerilerimizde terbiyesini
aldığımız toplumdan geliyor. Büyük İskender diyordu ki; "Benim gerçek
babam Filip değil, Aristo'dur. Çünkü birincisi maddi varlığımın, ikincisi
manevi varlığımın meydana gelmesine neden olmuştur." İnsan için, manevi
varlık, maddi varlıktan önce gelir. Bu bakımdan, milliyette soy kütüğü
aranmaz. Yalnız, terbiyenin ve idealin milli olması aranır. Normal bir insan,
hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun idealine çalışabilir. Çünkü ideal
bir heyecan kaynağı olduğu içindir ki aranır. halbuki, terbiyesiyle büyümüş
bulunmadığımız bir toplumun ideali ruhumuza asla heyecan veremez. Aksine,
terbiyesini almış olduğumuz toplumun ideali ruhumuzu heyecanlara boğarak
mutlu yaşamamıza neden olur. Binden dolayıdır i, insan, terbiyesiyle
büyüdüğü toplumun ideali uğruna hayatını feda edebilir. Halbuki zihnen
kendisini bağlı sandığı bir toplum uğruna ufak bir çıkarını bile feda edemez.
Kısaca insan, terbiyece ortak olmadığı , bir toplum işinde yaşarsa, Mutsuz
olur. Bu düşüncelerden çıkaracağımız pratik sonuç şudur; yurdumuzda bir
zamanlar dedeleri Arnavutluk'tan veya Arabistan'dan gelmiş milletdaşlarımız
vardır. Bunların Türk teri beysiyle büyümüz ve Türk idealini e çalışmayı
alışkanlık haline getirmiş görürsek, diğer milletdaşlarımız dan hiç
ayırmamalıyız. Yalnız iyi günlerimizde değil, kötü günlerimizde de bizden
ayrılmayanları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz? Özellikle bunlar
arasında milletimize karşı büyük fedakarlıklar yapmış, Türklüğe büyük
hizmetler vermiş olanlar varsa, nasıl olurda bu fedakar insanlara (siz Türk
değilsiniz) diyebiliriz. Gerçi atlarda soy aramak gerekir. Çünkü, bütün
üstünlükleri içgüdüye dayandığı ve bunlar kalıtım yoluşla geldiği için,
hayvanlarda ırkın büyük bir önemi vardır. İnsanlarda ise, ırkın sosyal
niteliklere hiç bir etkisi olmadığı için, soy aramak doğru değildir. Bunun tersi
bir yol tutacak olursak memleketimizdeki aydınların ve fikir savaşçılarının
birçoğunu feda etmek gerekecektir. Bu durum doğru olmadığından, (Türküm)
diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türlüğe ihaneti görülenler varsa
cezalandırmaktan başak çare yoktur.
Türkçülük ve Turançılık
Türkçülükle Turancılığın farklarını anlamak için, Türk ve Turan
Dostları ilə paylaş: |