Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı



Yüklə 1,65 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/37
tarix28.11.2023
ölçüsü1,65 Mb.
#134390
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   37
recta 
ratio
) birtakım ilkeleridir. Doğanın yaratıcısı olan Tanrı da, böyle bir eylemi ya buyurur
ya da yasaklar” (Grotius, 2011, s. 32).
Böylesi bir uluslararası hukuk anlayışı, sadece her devletin kendi çıkarını değil, 
devletlerin evrensel birliğinin çıkarlarını da göz önünde tutar (Grotius, 2011, s. 21). 
Ancak bu hukukun tek amacı çıkar sağlamak değil, aynı zamanda barışı korumak ve 
muhtemel saldırılara karşı diğer devletlerle ittifaklar sağlamaktır da (Grotius, 2011, s. 23).
Grotius’a göre, pek çoklarının düşündüğünün aksine, uluslararası hukuk, savaş zamanı da 
geçerlidir. Bu hukuk kuralları, yazılı olmayan, doğanın buyurduğu, dürüstlük ve adalet 
anlayışına dayalı kurallardır. “Bu ilkeler, bir başkasına, bizden bir şeyi yapmamızı isteme 
hakkını vermez; ancak, biz bunları yapmaya gene de yükümlü sayılırız; çünkü, böyle 
davranılmazsa, doğru aklın (recta ratio) bir başka ilkesi çiğnenmiş olur (Grotius, 2011, s. 
27). 
Buradan da anlaşılacağı üzere Grotius’un savaş hukuku anlayışı, tamamen doğal hukuka, 
akla ve adalete uygun bir hukuk anlayışıdır. Bu bağlamda incelenmesi gereken ilk konu 
da savaşın, haklı bir savaş olup olmadığıdır.
Grotius bu sorunun cevabını verirken ilk önce Stoacı düşünürlerin 
Oikeiōsis
kavramına 
değinir. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Cicero’ya atıfta bulunarak, doğanın 
ilk ilkelerinden, hayvanlarla ortak olan, kendi varlığını koruma isteğini hatırlatarak, 
savaşın doğaya ve doğal hukuka uygun olduğunu söyler.
“Doğanın ilk ilkelerine bakılırsa, savaşın kınanacak bir yönü pek görülmez; tersine, 
her şey savaşa izin verilmesinden yanadır. Çünkü, canımızın ve benliğimizin 
korunması, yaşamaya yararlı şeylerin elden çıkartılmaması ya da ele geçirilmesi için 
savaşmaktayız. Bu yüzden, savaş, doğanın ilk ilkelerine çok uygun düşmektedir. 
Böyle bir amaçla, gerekirse, zor kullanma yollarına başvurmak da doğaya aykırı 
düşmez. Doğa, her canlı yaratığa kendisini koruması için gerekli gücü de vermiştir” 
(Grotius, 2011, s. 39). 
Savaş, bu nedenle doğal hukuka aykırı olmadığı gibi uluslararası hukuka ve tanrısal 
hukuka da aykırı değildir. Ancak bu uygunluk, şüphesiz ki tüm savaş türleri için geçerli 
değildir. Bir savaşın haklılığı, kimler arasında ve hangi sebeplerle başlatıldığına göre 
değişmektedir. Grotius savaşı, öncelikle taraflarına göre bir ayrıma tabi tutar. Buna göre 
savaşlar, kamusal, özel ve karma savaşlar olarak üçe ayrılır. “Kamusal savaş, her iki 


21 
yanda da savaş açma konusunda bir kamusal yetkisi olanlarca girişilmiş savaştır” 
(Grotius, 2011, s. 42). Bu tür savaşların hukuka uygun kabul edilmesi için, hem her iki 
tarafta da savaşı açanların egemenlik gücünü elinde bulundurması hem de usul 
gereklerine uyulması gerekir. Grotius’a göre, “bir güç, eylemleri bir başkasının 
denetimine bağlı değilse, yaptıkları bir başkasının iradesiyle geçersiz kılınamazsa, o güç 
egemen diye nitelendirilmektedir” (Grotius, 2011, s. 47). 
Böylesi bir egemenlik yetkisine sahip olmayan özel kişiler arasında yapılan savaşlara 
“özel savaş”, taraflardan birinin kamusal yetkilerinin olduğu, diğer tarafın ise özel kişi 
olduğu savaşlara ise “karma savaş” denir. Grotius’a göre, mahkemelerin kurulması her 
ne kadar özel savaşları oldukça kısıtlamışsa da, eğer kişinin özgürce, adil bir yargı yoluna 
başvurma imkanı bulunmuyorsa, özel savaşların başlatılması da doğal hukuka aykırı 
sayılamaz. Buna karşılık karma savaşlar, yani bir hükümdar ile uyruğu arasındaki 
savaşlar doğal hukuka aykırıdır. “Genel bir kural olarak, doğal hukuk ayaklanmaya izin 
vermez” (Grotius, 2011, s. 60). Zira doğal hukuka uygun olarak toplum kurmak 
maksadıyla bir araya gelenlerin iradesi, direnme hakkını sınırlamak zorunluluğunu 
doğurur.
Ancak direnmeme kuralı, hükümdarın doğal hukuka ya da tanrısal düzene aykırı 
emirlerini yerine getirmek anlamına gelmez. Kuşkusuz ki böylesi emirler yerine 
getirilmemelidir. Ancak bu karşı geliş yüzünden ya da başka bir nedenle, hak edilmeyen 
bir cezayla karşılaşıldığında, buna zora başvurarak karşı koymak, isyan etmek yerine 
katlanmak gereklidir. Zira hükümdara karşı girişilecek her hareketin devlete zarar 
vereceği düşünülür. Bu nedenle Grotius, karma savaşları haksız bulsa da, “bıçak kemiğe 
dayanmışsa, elden geldiği ölçüde kamuya da yararlı olmayı göz önünde tutarak, 
gidilebilecek son yola başvuran herkesi ya da halktan bir azınlığı, ayrım yapmadan 
kınamaya da doğrusu dilim varmaz” (Grotius, 2011, s. 62) diyerek bu kuralın bazı 
istisnaları olabileceğinin altını çizer. Örneğin egemenin yasaları açıkça çiğnediği, devlet 
gücünü aştıkları, devletle ilgilenmeyi aşikâr bir biçimde bıraktıkları ya da halkına karşı 
açıkça düşmanca davranışlarda bulunduğu durumlarda, kişinin egemenlik vasıflarına dair 
eksiklikler ortaya çıkmış olacağından, direnmek hatta zaman zaman egemenin canını 
almak doğal hukuka göre meşru sayılabilir. 


22 
Karma savaşların istisnai haklı durumlarını bir yana bırakırsak, Grotius’a göre kamusal 
ya da özel bir savaşı haklı kılan tek neden, karşı tarafın bize karşı daha önceden bir 
haksızlık işlemiş olmasıdır (Grotius, 2011, s. 73). Bu haksızlık ve cevaben başlatılacak 
bir savaşın üç nedeni olabilir. Birinci olarak, cana ya da mala gelecek bir zarara karşı 
kendini savunma savaşı haklı bir savaş olacaktır. Ancak zarar tehlikesi içeren kesin 
olmayan bir saldırı korkusuyla, örneğin, güçlenmekte olan komşu bir devletin ileride 
saldırması korkusuyla açılacak bir savaş, haksız bir savaştır.
İkinci olarak, cezalandırma amacıyla girişilen bir savaş, haklı bir savaş olabilir. Ancak 
yine de her suçu cezalandırmak maksadıyla savaşa girmemek gerekir. Grotius, bunun 
hem Hristiyan dinin bağışlayıcılığı açısından hem de kamu yararına olmayacak, sadece 
suçluyu cezalandıracak savaşların vereceği zarar açısından doğru olmadığını söyler 
(Grotius, 2011, s. 179-181). 
Üçüncü ve son olarak ise bizim olan şeylerin geri alınması için başlatılan bir savaş haklı 
bir savaş olacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru, nelerin bizim sayılacağıdır. 
Grotius’a göre, bizim olduğunu söyleyebileceğimiz şeyler, iki ayrı hakka dayanabilir: 
Bütün insanlara ortaklaşa olan haklar ve kişinin özel hakları. Kişinin özel haklarına 
dayanarak bizim olduğunu söyleyebileceğimiz şeylerden kasıt, mülkiyet hakkına konu 
olan taşınır ve taşınmazlardır. Bunların rıza dışı elden çıkması durumunda, kişinin bunları 
geri almak için mücadeleye girişmek hakkı vardır. Bütün insanların ortaklaşa hakkına 
dayanarak bizim diyebileceklerimiz ise mülkiyet hakkının dışında kalan şeyler ya da 
mülkiyet hakkına rağmen başkalarına da hak sağlanan özel durumlardır. Örneğin 
denizler, mülkiyet hakkına konu olamayacakları için, denizlerden yararlanmak herkes 
için meşrudur. Ancak denizlerin aksine akarsular, içinde aktıkları toprakların sahibine ya 
da oradaki halka aittir. Buna rağmen akarsularda da denizlerde olduğu gibi herkesin 
kullanımı için ortaklaşa bir hak vardır. Doğal kaynakların aksine tamamen bir kişinin özel 
mülkü olan eşyalarda bile diğer insanların bazı istisnai hakları vardır. Örneğin 
günümüzde dahi kanunlarda zorunluluk hali olarak tanımlanan, kaçınılamaz, yaşamsal 
öneme haiz durumlarda bir başkasının mülkünü kullanmak hakkı, insan doğası gereği 
herkese tanınması gereken bir haktır.
Grotius’un, zorunluluk haline benzer şekilde insanın doğasından kaynaklanan, doğal 
hukuka uygun olarak tanımladığı ve tüm insanların ortaklaşa olarak sahip olması gereken 


23 
diğer bazı haklar ise Kant’ın kozmopolit hukuk fikrinin de temelini oluşturmaktadır. Bu 
hakların başında, “geçici olarak yerleşme hakkı” gelir. Bu hakka göre, 
“kara ya da su 
yoluyla bir ülkeden geçmekte olanın bir hastalıktan iyileşmesi gibi haklı bir nedenle, 
geçilen ülkede birkaç gün kalmasına izin verilmelidir”
(Grotius, 2011, s. 88). Grotius 
ikinci olarak, “sürekli yerleşme hakkı”ndan bahseder. 
“Kendi yurtlarından sürülmüş 
olanların, bir başka ülkede -bu ülkenin yasalarına boyun eğerlerse- sürekli olarak 
yerleşme hakları vardır”
(Grotius, 2011, s. 88).
Bu iki hak başta olmak üzere, Grotius’un doğal hukuk bağlamında ele aldığı haklar bir 
arada değerlendirildiğinde, bir ucu Stoa Felsefesinin iç içe geçmiş halkalı yapısına, diğer 
ucu ise Kant’ın evrensel olana yönelen hukuk yapısına uzanan bir çizgi ortaya çıkar. Başta 
Cicero olmak üzere, Stoa düşünürlerinin insanı temele alan ve insanda ortak olan 
üzerinden evrensel olana ulaştıkları, ama devleti de yok saymadıkları toplumsal 
yaklaşımları, Grotius’un hukuki perspektifle çizdiği daha belirgin sınırlar sayesinde, 
Kant’ın, ebedi barışa yönelik, kozmopolit hukuka erişmiş federatif devlet yapısına evrilir.


24 

Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə