21
yanda da savaş açma konusunda bir kamusal yetkisi olanlarca girişilmiş savaştır”
(Grotius, 2011, s. 42). Bu tür savaşların hukuka uygun kabul edilmesi için, hem her iki
tarafta da savaşı açanların egemenlik gücünü elinde bulundurması hem de usul
gereklerine uyulması gerekir. Grotius’a göre, “bir güç, eylemleri bir başkasının
denetimine bağlı değilse, yaptıkları bir başkasının iradesiyle geçersiz kılınamazsa, o güç
egemen diye nitelendirilmektedir” (Grotius, 2011, s. 47).
Böylesi bir egemenlik yetkisine sahip olmayan özel kişiler arasında yapılan savaşlara
“özel savaş”, taraflardan birinin kamusal yetkilerinin olduğu, diğer tarafın ise özel kişi
olduğu savaşlara ise “karma savaş” denir. Grotius’a göre, mahkemelerin kurulması her
ne kadar özel savaşları oldukça kısıtlamışsa da, eğer kişinin özgürce, adil bir yargı yoluna
başvurma imkanı bulunmuyorsa, özel savaşların başlatılması da doğal hukuka aykırı
sayılamaz. Buna karşılık karma savaşlar, yani bir hükümdar ile uyruğu arasındaki
savaşlar doğal hukuka aykırıdır. “Genel bir kural olarak, doğal hukuk ayaklanmaya izin
vermez” (Grotius, 2011, s. 60). Zira doğal hukuka
uygun olarak toplum kurmak
maksadıyla bir araya gelenlerin iradesi, direnme hakkını sınırlamak zorunluluğunu
doğurur.
Ancak direnmeme kuralı, hükümdarın doğal hukuka ya da tanrısal düzene aykırı
emirlerini yerine getirmek anlamına gelmez. Kuşkusuz ki böylesi emirler yerine
getirilmemelidir. Ancak bu karşı geliş yüzünden ya da başka bir nedenle, hak edilmeyen
bir cezayla karşılaşıldığında, buna zora başvurarak karşı koymak, isyan etmek yerine
katlanmak gereklidir. Zira hükümdara karşı girişilecek
her hareketin devlete zarar
vereceği düşünülür. Bu nedenle Grotius, karma savaşları haksız bulsa da, “bıçak kemiğe
dayanmışsa, elden geldiği ölçüde kamuya da yararlı olmayı göz önünde tutarak,
gidilebilecek son yola başvuran herkesi ya da halktan bir azınlığı, ayrım yapmadan
kınamaya da doğrusu dilim varmaz” (Grotius, 2011, s. 62) diyerek bu kuralın bazı
istisnaları olabileceğinin altını çizer. Örneğin egemenin yasaları açıkça çiğnediği, devlet
gücünü aştıkları, devletle ilgilenmeyi aşikâr bir biçimde bıraktıkları ya da halkına karşı
açıkça düşmanca davranışlarda bulunduğu durumlarda, kişinin egemenlik vasıflarına dair
eksiklikler ortaya çıkmış olacağından, direnmek hatta zaman zaman egemenin canını
almak doğal hukuka göre meşru sayılabilir.
22
Karma savaşların istisnai haklı durumlarını bir yana bırakırsak, Grotius’a göre kamusal
ya da özel bir savaşı haklı kılan tek neden, karşı tarafın bize karşı daha önceden bir
haksızlık işlemiş olmasıdır (Grotius, 2011, s. 73). Bu haksızlık ve cevaben başlatılacak
bir savaşın üç nedeni olabilir. Birinci olarak, cana ya da mala gelecek bir zarara karşı
kendini savunma savaşı haklı bir savaş olacaktır. Ancak zarar
tehlikesi içeren kesin
olmayan bir saldırı korkusuyla, örneğin, güçlenmekte olan komşu bir devletin ileride
saldırması korkusuyla açılacak bir savaş, haksız bir savaştır.
İkinci olarak, cezalandırma amacıyla girişilen bir savaş, haklı bir savaş olabilir. Ancak
yine de her suçu cezalandırmak maksadıyla savaşa girmemek gerekir. Grotius, bunun
hem Hristiyan dinin bağışlayıcılığı açısından hem de kamu yararına olmayacak, sadece
suçluyu cezalandıracak savaşların vereceği zarar açısından doğru olmadığını
söyler
(Grotius, 2011, s. 179-181).
Üçüncü ve son olarak ise bizim olan şeylerin geri alınması için başlatılan bir savaş haklı
bir savaş olacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru, nelerin bizim sayılacağıdır.
Grotius’a göre, bizim olduğunu söyleyebileceğimiz şeyler, iki ayrı hakka dayanabilir:
Bütün insanlara ortaklaşa olan haklar ve kişinin özel hakları. Kişinin özel haklarına
dayanarak bizim olduğunu söyleyebileceğimiz şeylerden kasıt, mülkiyet hakkına konu
olan taşınır ve taşınmazlardır. Bunların rıza dışı elden çıkması durumunda, kişinin bunları
geri almak için mücadeleye girişmek hakkı vardır. Bütün insanların ortaklaşa hakkına
dayanarak bizim diyebileceklerimiz ise mülkiyet hakkının dışında kalan şeyler ya da
mülkiyet hakkına rağmen başkalarına da hak sağlanan özel durumlardır. Örneğin
denizler, mülkiyet hakkına konu olamayacakları için, denizlerden
yararlanmak herkes
için meşrudur. Ancak denizlerin aksine akarsular, içinde aktıkları toprakların sahibine ya
da oradaki halka aittir. Buna rağmen akarsularda da denizlerde olduğu gibi herkesin
kullanımı için ortaklaşa bir hak vardır. Doğal kaynakların aksine tamamen bir kişinin özel
mülkü olan eşyalarda bile diğer insanların bazı istisnai hakları vardır. Örneğin
günümüzde dahi kanunlarda zorunluluk hali olarak tanımlanan, kaçınılamaz, yaşamsal
öneme haiz durumlarda bir başkasının mülkünü kullanmak hakkı, insan doğası gereği
herkese tanınması gereken bir haktır.
Grotius’un, zorunluluk haline benzer şekilde insanın doğasından kaynaklanan,
doğal
hukuka uygun olarak tanımladığı ve tüm insanların ortaklaşa olarak sahip olması gereken
23
diğer bazı haklar ise Kant’ın kozmopolit hukuk fikrinin de temelini oluşturmaktadır. Bu
hakların başında, “geçici olarak yerleşme hakkı” gelir. Bu hakka göre,
“kara ya da su
yoluyla bir ülkeden geçmekte olanın bir hastalıktan iyileşmesi gibi haklı bir nedenle,
geçilen ülkede birkaç gün kalmasına izin verilmelidir”
(Grotius, 2011, s. 88). Grotius
ikinci olarak, “sürekli yerleşme hakkı”ndan bahseder.
“Kendi yurtlarından sürülmüş
olanların, bir başka ülkede -bu ülkenin yasalarına boyun eğerlerse- sürekli olarak
yerleşme hakları vardır”
(Grotius, 2011, s. 88).
Bu iki hak başta olmak üzere, Grotius’un doğal hukuk bağlamında ele aldığı haklar bir
arada değerlendirildiğinde, bir ucu Stoa Felsefesinin iç içe geçmiş halkalı yapısına, diğer
ucu ise Kant’ın evrensel olana yönelen hukuk yapısına uzanan bir çizgi ortaya çıkar. Başta
Cicero
olmak üzere, Stoa düşünürlerinin insanı temele alan ve insanda ortak olan
üzerinden evrensel olana ulaştıkları, ama devleti de yok saymadıkları toplumsal
yaklaşımları, Grotius’un hukuki perspektifle çizdiği daha belirgin sınırlar sayesinde,
Kant’ın, ebedi barışa yönelik, kozmopolit hukuka erişmiş federatif devlet yapısına evrilir.