710
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
da Rus Ordusunda hizmet verecekti. Rus Çarının isteklerine kayıtsız şartsız itaat
ederek, gösterilen mahallere yerleşileceklerdi (Karpat, 2002:129, İpek, 2006: 31,
Habicoğlu, 1993: 64-65).
Kafkas halklarının kabul edilemez olarak gördüğü Çarlık hükümetinin
sunduğu bu şartların yerine getirilmesi mümkün değildi. Dolayısıyla bu tehditler
karsısında eğilmek istemeyen Kafkasyalılar, Rus nüfusunun dışında kalan yerlerde
mücadelelerini devam ettirmeye çalışmışlardır. Ancak yönetimin Kafkas halkını
göçe zorlamak için her yola başvurması karşısında çaresiz kalan Çerkes kabileleri
zorunlu olarak göçe yönelmişlerdir
(Bice, 1991: 47).
Çerkes kabilelerini göçe zorlayan sebeplerden biri de dinlerinin zorla
değiştirilmek istenmesiydi. Çarlık hükümeti, Çerkes kabilelerini Hristiyanlaştırmak
için ‘Kafkas Müslümanlarını Hristiyanlaştırma Cemiyeti’ adı altında bir teşkilat
kurmak suretiyle, bilinçli bir asimilasyon siyaseti takibine başlayıp, direnenleri
ya Sibirya’ya sürgün ya da idam cezası ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu durumda
bölgedeki Çerkes kabilelerini mecburi olarak kendi kültürlerini yaşama isteğini
tercihe zorladığından dinlerini değiştirmek yerine inançlarını yaşayabilecekleri ve
kendilerine en yakın olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne sürgün edilmeyi tercih
etmek mecburiyetinde kalmışlardır (Habicoğlu, 1993: 67).
Muhaceret (göç), “büyük göç”, “sürgün”, “soykırım” ve “Yıstanbılak” (İstanbul
yolculuğu) gibi adlarla anılan bu harekât, tarihin şahit olduğu en büyük dramlardan
birisi olmuştur (Yel, Gündüz, 2008: 958). Çerkes kabilelerinin anayurtlarından
muhacereti ise 1846’da, Osmanlıya savaş mağduru Kafkasyalıların sığınmalarıyla
başlayıp, 1950’li yılların sonlarına kadar değişik aralık ve sayılarda Çerkes
kabilelerinin muhacereti sürmüştür. Zorunlu göçler büyük gruplar halinde 1858
yılından itibaren Osmanlı ülkesine sığınmaya başlamışlar (Habicoğlu, 1993: 74).
1864’teki büyük sürgün ile zirve noktasına ulaşmıştır (Berzeg, 1996: 148-151-155).
Osmanlı Devletinin Anadolu coğrafyasına muhaceret ettirilen Çerkeslerin
üç ana göç dalgası ile geldikleri anlaşılmaktadır. Bunlar; 1862-65 yılları arasında
gerçekleşen ve zirveye ulaşan ilk dalga, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında
ve 1890-1908 yılları arasında olmak üzere yapılan göçlerdir (Karpat, 2010: 165,
Bice,1991: 45).
Çerkes kabilelerinin göç etmeye zorlanmaları sonrasında, Osmanlı Devletine
sığınma kararı almaları konusunda doğru tercih yaptıkları kısa süre sonra
anlaşılmıştır. Çünkü çarlık rejimi Kuzetbatı Kafkasya’da 25 Mart 1864 tarihinde
Soçi’yi ele geçirdikten sonra Çerkesler üzerinde tam hakimiyet kurmuşlar ve Kont
Yevdokimov’un planını uygulamaya sokmuşlardır (Yel, Gündüz, 2008: 959).
Bu plana göre; Çerkes Kabileleri ya bozkır ve bataklık bölgelere gidecek ya da
Kafkasya’yı tamamıyla terk ederek, Osmanlı Devleti’ne sığınacaklardı. Aksi takdirde
onlara esir muamelesi yapılacaktı. Sonuçta Çerkes kabileleri için göç etmekten
başka seçenek kalmamıştı.
Bu acı gerçek karşısında Çerkesler sultanını halife olarak kabul ettikleri ve din
kardeşi olarak gördükleri Osmanlı Devletine göç etmeyi ve varlıklarını burada
sürdürmenin tek çare olduğunu kabullenmek zorunda bırakıldılar. Böyle bir
seçime zorlanmalarında tabii ki çarlık rejiminin baskı ve yayılmacı siyaseti baş
etken olduğu gibi Osmanlı yönetiminin dini ve etnik ayrım yapmaksızın kendisine
sığınanlara merhamet duygusu ve hoşgörü ile yaklaşımının etkisi olmuştur. Bunların
yanında, Çerkeslerin Osmanlı Devletine göç etmekte son dönemdeki padişahların
çoğunluğunun annelerinin Kafkas kökenli olmasının da etkisi olmuştur.
711
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
Osmanlı Sultan Abdülaziz, böylesine kitlesel bir göçü karşılayacak imkânları
olmamasına rağmen hiç değilse “Hicret edenlerin büyükleri büyük biraderim,
küçükleri küçük biraderimdir.” diyerek onlara devletin mevcut olan yardımlarını
sunma duyarlılığını göstermiştir ( Berzeg, 2008: 10). Yine II. Abdülhamid Han da
muhacirlerin gözünde ve gönlünde mümtaz bir yer edinmiş. Kendi ifadesiyle “….
Rusyaca din ve diyanetimize olan taarruz ve halelden dolayı Hazret-i Peygamber
(S.A.V)’in sünnet-i seniyye’sine baş eğerek Kafkasya’dan hicret” eden Kafkasyalılara
gösterdiği yakın ilgi ve güzel muamelede annesinin Kafkas kökenli olmasının payı
vardır (Bice, 1991: 53).
Aynı zamanda devlet yönetiminin üst kademelerinde birçok Çerkes kökenli
kişinin bulunmasının da Osmanlı Devleti’ne muhaceret yapılmasında etkisi olmuştur.
Kaskaysa önderi Şamil’in oğlu Gazi Muhammed Paşa, Musa Kundukh, Muhlis Bıjnau
Paşa gibi komutanlar bunlardan bazılarıdır (Saydam, 1997: 81, Berzeg, 2008: 49-50).
Muhacerete mecbur bırakılmış olan Cerkeslerin sayısı hakkında da kesin
bir sayı söyleyebilmek mümkün değildir. Ancak tahmini olarak bazı sayılar ifade
edilebilir. 1859–1864 yılları arasındaki dönemde Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı
belgelerine göre, 700 binden, 2 milyona kadar kişinin zorla sürgüne maruz kaldığı
telaffuz edilmektedir. Başka bir araştırıcı da 1859–1879 arasında çoğu Çerkes olmak
üzere 2.000.000 civarında kişinin zorla göç ettirildiği ve bunlardan 1.500.000’nin sağ
salim Osmanlı Devleti topraklarına ulaştığı ifade edilmektedir (Yel, Gündüz, 2008:
958). Bu göçler esnasında ulaşım imkânlarının yetersizliği, yiyecek azlığı ve bulaşıcı
hastalıklar vb sebeplerle göçmenlerin yaklaşık % 25’i daha Osmanlı topraklarına
ulaşamadan hayatını kaybetmiştir.
Rus kaynaklarında 1864’te yoğunlaşan göçte 400.000 Çerkesin göç ettiğini
belirtse de bu sayının inandırıcı olamadığı, bunun sağ ve salim olarak Osmanlı
ülkesine yerleşenlerin miktarı olduğu yollarda ve limanlarda büyük bir kısmı ölen
Çerkesleri kapsamadığı, Çerkes kaynaklarında belirtilmekledir (Düzenli,2006:
34). Farklı kaynaklarda ise muhacerete tabi tutulan Çerkes muhacirlerinin sayısı
1.750.000 kadar çıkarılmaktadır (Yalçınkaya, 2005: 208-222).
Neticede can, mal ve namus güvenliğini teminat altına almak isteyen
binlerce muhacir çok kötü şartlar altında anayurtlarından ayrılarak sürgüne tabi
tutulmuşlardır. Kafkasya’dan zorunlu olarak yaptırılan bu kitlesel göçler sürecinde
Çerkeslere yaşattırılan insanlık dışı davranışlara şahit olan dönemin İstanbul’daki
İngiliz elçisi Bulwer’in, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord John Russell’a yazdığı 12 Nisan
1864 tarihli raporda anlatılanlar bu açıklı dramı gözler önüne sermesi bakımından
oldukça önemlidir:
“(Sir H.Bulwer’dan Earl Russell’a, İstanbul, 12 Nisan 1864)
Lordum, Rusların Çerkezistan’da sürekli olarak ilerlemeleri ve yerli halka
yaptıklar kötü muamele, Çerkeslerin hemen hemen bütünüyle ülkelerini terk
etmeleri sonucunu doğurmuştur. Şu ana kadar 25.000 Çerkes göçmeni Trabzon’a
gelmiş bulunmakta ve diğerleri de her türlü tehlikeyi göze alarak küçük teknelerle
kaçmaya çalışmaktadır. Büyük sayılara varan ve belli becerileri bulunmayan bu
kimselerin belli yerlerde yığılmaları o yerlerin sağlık ve huzurunu ciddi biçimde
tehlikeye sokmaktadır. İstilacılardan kaçmak için başvurmak zorunda kaldıkları
yöntemler nedeniyle verdikleri kayıplar, insanlık için dehşet vericidir. Türk hükümeti,
bu kimseleri oralardan aldırarak imparatorluğun çeşitli yerlerine yerleştirmek
amacıyla Trabzon’a gemiler göndermek üzeredir. Öte yandan doğdukları toprakları
görülmemiş bir kahramanlıkla savunduktan sonra terk etmek zorunda bırakılan