714
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
Çerkes muhacirleri, Çarlık rejiminin yönetimi altındaki limanlarda vapurlara
adeta istif edildiğinden, kendilerine yardım yapılamadığı gibi yiyecek ve içecekte
verilemiyordu. Bu durum onların hastalıklara yakalanmalarına sebep olmasından,
Anadolu’ da ilk uğranılan liman Trabzon’da çok sayıda muhacirin çiçekten, tifüsten
ve iskorbütten telef olup öldükleri ifade edilmektedir (McCarthy, 1998: 38-39). Öyle
ki, anayurttan Osmanlı ülkesine sürgün edilenlerin önemli bir kısmı, muhtemelen
toplam nüfuslarının % 25’i kötü beslenme, salgın hastalıklar ve deniz kazaları
sebebiyle hayatını kaybetmişlerdi (Yıldız, 2006: 16).
Anayurtlarından sürgün edilen Çerkes muhacirleri gerek Kafkasya’dan
nakledildikleri limanlarda maruz kaldıkları açlık, hastalık, soğuk ve uzun süre
bekletilmekle, gerekse yolculukları esnasındaki uygulamalar sonrasında çok büyük
sıkıntılar çekip, zayiatlara uğradıklarını ifade edebiliriz.
b- Muhacirlerin Geçici İskan Bölgelerinde Yaşadıkları Meseleler;
Kafkasya’dan muhacirlerin hicretinin başlamasıyla her muhaceret olayında
olduğu gibi barınma, sağlık, ekonomi gibi temel ihtiyaçlar yanında kabul görme
gibi meselelerle karşılaşılması aşikârdı. Bu meselelere hazırlıklı olmak amacıyla bazı
düzenlemeler yapıldı.
Osmanlı Devleti, 1856 yılında bazı Çerkes kabilelerinin Osmanlıya göç
erittirilmesiyle ilgili olarak Rusya ile yaptığı anlaşmayla yaşanacaklara hazırlıklı
olmayı amaçladı. Fakat gelen muhacir sayısının beklenenden fazla olmasından
meselelerin çözüme kavuşturulması zorlaştı. Bu amaçla 9 Mart 1857’de “Göçmen
Kanunu” çıkarıldı.16 Ocak 1860’a kadar muhacirlerle İstanbul Şehremaneti (İstanbul
Belediyesi) ilgilendi (Habicoğlu, 1993: 101) . Ancak göçün beraberinde getirdiği
meselelerin artmasıyla birlikte Trabzon Valisi Hafız Paşa başkanlığında 1860 yılında
‘İdare-yi Umumiyye-i Muhacirun Komisyonu” kuruldu. Hafız Pasa daha sonra, Sivas
ve Ankara’ya yerleştirilecek olan muhacirlerin durumu ile ilgilenmek için bölgeye
gönderildi (Bice, 1991: 47, Habicoğlu, 1993: 108).
Osmanlı Devletinin çıkarmış olduğu göçmen kanuna göre; Göçmenlerin can, mal,
güvenlik ve hürriyetlerinin halife sultanın güvencesi altında olacaktı. Göç edenlerin
mali durumları düzelene kadar on yıl süreyle vergi muafiyetinden yaralanmaları
ve Anadolu’da yerleşen göçmenlerin on iki askere alınmamaları yasalaştı. Yine
hükümet tarafından arazi dağıtımı, gerekli tarım aletleri, tohum yardımı yapılarak
göçmenlerin ziraat yapmaya yönlendirilmeleri sağlanacaktı (Bice, 1991: 53).
Kafkasya’dan kitlesel göçlerin yaşandığı dönemde Osmanlı padişahı II.
Abdülhamid Muhacirin Komisyonu’nu daha da geliştirerek muhacirlerin günlük
harcamaları için onlara yevmiye verilmesi, geçici olarak kalınacak yerlerin
hazırlanması ve kalıcı iskân yerlerinin belirlenmesi gibi önemli konularda çalışmalar
yaparak “halife-i Müminun vel mü’minat” sıfatıyla inisiyatifi elden bırakmadı (Bice,
1991: 52-53). Hatta 1899 yılında II. Abdülhamid Han göçmen meseleleriyle ilgili
komisyonun bizzat başına geçmiş ve doğrudan doğruya göç meselesinin içinde
yer aldı. Muhacirlerin meseleleriyle yakından ilgilenip, yaşadıkları hakkında bilgiler
alıp, tedbirler alınmasını istediği gibi halkın dini ve insani duygular çerçevesinde
onlara yardımcı olmasını, devlet memurlarının da aynı şekilde yardım etmelerini,
muhacirlerin sefalet çekmemesi için gerekli dikkat ve ihtimamın gösterilmesini
istemişti (BOA. Y. A HUS 159/33).
Kafkasya’nın karadeniz limanlarından bir şekilde Osmanlı limanlarına ulaşan
Çerkes muhacirleri öncelikle ilk zamanlarda İstanbul’a gelmekte ve oradan kalıcı
iskân bölgelerine sevk edilmekteydiler. Hükümette muhacirlerin sevkiyatının
715
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
olabildiğince erken yapılabilmesi için gerekli vapurları tahsis ederek tedbirlerini
almıştı (BOA. Y. A. HUS-175/29). Diğer taraftan muhacirlerin intikal edecekleri
limanlarda geçici iskân yerleri hazırlanmıştı. İlk etapta buralara yerleştirilen
muhacirler daha sonra buradan kalıcı iskân bölgelerine sevk edilmişlerdir.
Böylece Osmanlı limanlarına ulaşan Çerkes muhacirleri öncelikle buralarda
kurulan geçici iskân merkezlerinde uzun süre bekletildikten sonra Osmanlı
Devlet’nin değişik yerlerinde oluşturulan kalıcı iskân bölgelerine gönderiliyordu.
Örneğin; Konya, Sivas- Uzunyayla, Adana-Çukurova, Muğla-Polatova gibi bölgeler
Çerkes muhacirlerinin en yoğun olarak yerleştirildikleri bölgeler olmuştu (Saydam,
1997: 151). Bu esnada muhacirlerin çektikleri sıkıntı, açlık, hastalık gibi değişik
nedenlerden dolayı büyük kayıplar verdiklerini gözlemleyen dönemin Trabzon’daki
İngiliz Konsolosu
Stevens’ın, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord John Russell’a yazdığı 19
Şubat 1864 tarihli raporda açıklamıştı. Raporda anlatılanlar, hem manidar hem
de insanlık adına ibret alınması ve yaşananların daha iyi anlaşılabilmesi açısından
oldukça önemliydi. Rapora göre:
“Çerkes göçmenlerinin bu kentte yığılmaları ciddi bir sorun haline gelmiş
bulunmaktadır. Bu nedenle durumun İstanbul hükümetinin dikkatlerine ivedilikle
sunulması gerekir. Son üç gün içinde kente yeni yeni kafileler gelmiş ve bugüne
kadar yaklaşık 3.000 kişi limana çıkmış bulunmaktadır. 40.000’den fazlası da
ülkelerini terk etmeye hazırlanmaktadır. Buraya ulaşabilenlerin yüzlercesi, daha
önce çektikleri sefalet ve açlığa ek olarak şu anda hastalıklarla boğuşmaktadır.
Trabzon valisi Emin Paşa, bu bahtsız insanların durumunu hafifletmek için elinden
geleni yapmakta, ancak elindeki olanaklar son derece sınırlıdır. Bu arada hastalık
gerek Çerkes göçmenler gerek yerli halk arasında korkutucu biçimde yayılmaktadır.
Tifüsten ölenlerin sayısı artmıştır. Panik büyük ve yaygındır. Herkes kenti terk
etme hazırlığı içindedir. Kendilerine bel bağlanan üç Avrupalı doktordan Fransız
olanı bugün tifüsten ölmüştür. Karantina idaresine bağlı İngiliz doktoru ise resmi
işleri başından aşkın olduğu için hastalara bakamamaktadır. Görevleri gereği
göçmenlerle ilişki kurmak durumunda bulunan Paşanın memurlarından birçoğu
hastalığa yakalanmış ve birkaçı da ölmüştür.
Bab-ı Ali geçenlerde göçmenler için bir miktar eski asker elbisesi ve ilaç
göndermiştir. Eski elbiseler dağıtılmış, ancak ilaçların işe yaramaz durumda olduğu
anlaşılmıştır. Ölülerin dikkatsizce gömülmeleri ve yarattığı tehlikeler yüzünden
mezarlığa yakın yerler bomboş kalmıştır. Bütün aileler evlerini terk etmektedir. Birkaç
gün önce şehrin çeşmelerini besleyen ana su kanallarının birinde bir Çerkes cesedi
bulunmuştur. Sokak ve meydanlar sefalet ve pislik içindedir. Erzak kıtlığı başlamıştır.
Yakıt yok denecek kadar azdır. Bütün bunlar sefaleti artırmakta ve hastalığın
yayılmasına neden olmaktadır. Şayet yukarıda sayılan sakıncaları ortadan kaldıracak
bazı önlemler süratle alınmazsa-ki baharın bastırmasından korkulmaktadır- kamu
sağlığı büyük ölçüde tehlikeye girecektir. Elde edilen bilgilere göre Aralık ayından
Şubata kadar ölenlerin sayısı 3500’ü bulmuştur. Bunlardan 3.000’i Çerkes, 470’i
Türk, 36’sı Yunan, 17’si Ermeni, 9’u Katolik ve 6’sı da Avrupalıdır.”(Şahin, 2016: 2792).
Bu raporda üç ay sonra
İngiliz Konsolosu
Stevens’ın 18 Mayıs 1864 tarihli
raporundaki tespitleri muhacirlerin yaşadıkları zorlukları ifade etmesi bakımından
ilgi çekicidir.
“Lordum,
Göçmen akını her gün devam ediyor. Dün Akçakale ve Sarıdere’de birikenlerin
sayısı 25.000’i bulmuştur. Ölüm oranı günde 120-150 dolayındadır. Halen Samsun’a