BEDRİ RUHSELMAN
29
Yüksek prensiplerin icaplarıyla ruhların ihtiyacı bir aynadan
akseder gibi kâinata ve oradan gelen cevaplar da ruhlara akseder
demiştik. Bir dünya misali içine sokmak zaruretinde kaldığımız
bu muazzam hakikatin sezgisini biraz daha kuvvetlendirmek is-
tiyoruz. Buradaki ayna sembolünü dünya zaman ve mekânına
uydurup, ruhları bir tarafta, aynayı karşılarında, kâinatı da öbür
tarafta düşünerek ve aralarındaki mesafelere göre, bahsedilen
inikâsları muayyen müddetlerle ölçmeye kalkışarak mülâhazalar
yürütmemelidir. Zira kâinatımız üstü hakikatlerde dünyamıza
mahsus zaman ve mekân durumları yoktur. Binaenaleyh burada
zaman ve mekân kayıtlarından azade kalarak ayna-ruh-kâinat
mefhumlarını birbiri içindeymiş gibi kabul etmek ve bu sembol-
le ifade edilmek istenen ameliyeye -insanların anladığı mânâda
bir zaman payı vermeden- aynı anda olup bitiyormuş nazarıyla
bakmak lâzımdır. Ehemmiyetle hatırlatmak isteriz ki ayna misali
üzerinde dururken insanların alışık oldukları zaman ve mekân
kaydından azade sezgileri edinmeye lâyıkı veçhi ile muvaffak
olamadıkları anda, kendilerini bekleyen bir tehlike ile karşılaş-
maları daima mümkün olabilir. Bu tehlike de hatalı bir anlayış
tarzıdır. Yâni bu bildirdiğimiz ruh-ayna-kâinat sembolünün za-
man ve mekândan tecerrüt etmiş sezgisi, hiçbir vakit insanı vah-
det-i vücut mefhumuna sürüklememelidir. Zira bu yazıları iyi
anlayanlar, burada böyle bir mefhumun kastedilmediğini bilir-
ler. Yüksek prensiplerle ruhların ve kâinatların bir tek varlık hâ-
line girebileceği düşüncesi, anlatmak istediğimiz hakikatlerden
tamamıyla zıt bir istikamete doğru insanı yöneltir ve onun bütün
yüksek sezgilerini silip süpürür.
*
* *
Şurası bir hakikattir ki cevherleri birbirine nazaran daha bol
imkânlara mâlik ve daha üstün olan, binaenaleyh ruhların daha
ileri ihtiyaçlarına cevap verebilecek kabiliyetler gösteren namü-
tenahi kâinatlar serisinin hiçbir parçası veya bütünü ruhlara
erişemez. Nitekim ruhların da herhangi bir kâinat cevherinden
menşelerini almış olmaları imkânı düşünülemez. Kâinatlarla,
kâinat cevherleri ile ruhlar arasında kat’î bir erişilmezlik vardır.
İLÂHÎ NİZAM VE KÂİNAT
30
Bu erişilmezlik ruhun ve kâinat cevherlerinin mahiyetlerinden
ileri gelir. Zira eğer ruhlar ve kâinatlar birbirinden bir şeyler alıp
verebilselerdi ve aynı mahiyeti haiz, aralarında müşterek cevherî
kıymetler bulunsaydı ruh ve kâinat ikiliğine lüzum kalmazdı ve
tekâmülün de mânâsı kaybolurdu. Keza, kâinat cevherlerinin de
inkişafla veya başka bir yoldan birbirine intikal edecekleri düşü-
nülemez. Bu cevherlerin birbirine geçmesi mümkün olmaz. Şu
hâlde, insanların akıllarına gelebileceği gibi, bir kâinat inkişaf
ederek üst bir kâinatı teşkil etmeye doğru kayamaz. O kâinat an-
cak -sonsuz denebilecek geniş imkânlar içinde- toplanır, dağılır
ve tekrar toplanır, dağılır. Bu hâl, kimsenin akıl erdiremeyeceği
bir ebediyettir.
Eğer kâinatların zamanla ve inkişafla birbirine inkılâp edebil-
meleri bir hakikat olsa idi, o zaman ayrı ayrı kâinat cevherleri ve
ayrı ayrı kâinatlar kabul etmek lüzum ve zarureti ortada kalmaz-
dı. Ve bir tek kâinat ruhlara ebediyen bir tekâmül vasatı olarak
kalırdı. Fakat bu durum, ruhun ebedî tekâmül ihtiyacı mefhumu
ile kabili telif olamaz. Zira ne kadar sonsuz imkânları bulunursa
bulunsun, mahiyeti değişmeyen, aynı cevher mahiyetinde kalan
bir kâinat, ruhun ebedî ihtiyaçlarını karşılamaya kâfi gelmez.
Böyle bir tek kâinat mefhumu, ruhlarla kâinatın aynı kıymette ve
aynı plânda bulunması zaruretini doğurur ki bu da ruh ve kâinat
ikiliğine ve tekâmül fikrine tamamen aykırıdır. Binaenaleyh tek
bir kâinat mefhumu ruhun ebedî tekâmülü mefhumuna uymaz.
Sonsuz imkânları dahi kabul olunsa, bir tek mahiyetin sonsuz
şümule mâlik ruhun tekâmülü karşısında vereceği sezgi başka,
birbiriyle katiyen benzerliği olmayan namütenahi mahiyetlerin
namütenahi imkânlarının vereceği sezgi gene başkadır. Ve ruh-
ların ebedî tekâmülü hakikatine lâyık olan durum, yâni sonuna
varılması bahis mevzuu olmayan ebedî tekâmül hakikatinin im-
kânlarına uygun gelen durum, ikinci durum, yâni birbirinden
tamamıyla ayrı mahiyetlerde ve her birinin kendisine mahsus
bambaşka karakterlerde sonsuz inkişaf imkânlarını haiz namü-
tenahi cevherlerin mevcudiyeti durumudur. İşte, ancak böyle
namütenahi cevher mahiyetlerinin her birinde sonsuz tekâmül
devreleri geçirmesi iledir ki ruhların tekâmüllerinin ebediyeti
hakikati asıl mânâsını ve kıymetini bulur.
BEDRİ RUHSELMAN
31
*
* *
Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir.
Zira hiçbir isimle yadedemeyeceğimiz, sezgimizin dahi hiçbir
şekilde ulaşamayacağı o erişilmezliklerin erişilmezliği; ruhların
hiçbir vakit olup bitmiş bir hâle, mutlak kemal hâline gireme-
yeceklerini ve ebediyen tekâmül ihtiyaçlarından kurtulamaya-
caklarını zarurî kılar. Şu hâlde kâinatların ruhlara erişilmezliğini
zarurî kılan âmil, ruhların ebedî tekâmülden kurtulamamaları
hakikatini de zarurî kılar.
Ruhların ebedî tekâmülünü zarurî kılan âmil de ruhların aslî
prensibe hiçbir vakit erişemeyecekleri hakikatinin bir zarureti-
dir. Ruhların aslî prensibe erişememelerini zarurî kılan âmil ise
her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan her şeyle en ufak
bir münasebeti dahi bahis mevzuu olmayan, akıllara, hayallere,
hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, yal-
nız -burada büyük bir zaruret içinde- ancak bir defaya mahsus
olmak üzere, hiçbir delâletini düşünmeden, bir dünya kelimesi
ile yadedeceğimiz “Allah’’ın; erişilmezliklerin erişilmezliği za-
ruretidir. Bu hakikati tereddüt etmeden ve münakaşa mevzuu
yapmadan böylece olduğu gibi kabul etmek de zaruretlerin en
büyüğü ve selâmet yolunun tek istikametidir.
*
* *
Ruhların tekâmüllerine mâtuf olarak aslî prensipten gelen
icaplar, kâinatımızın üst hududundan içeri (bu ifadeler sembo-
liktir) girerek kâinatta tesir şeklinde tecelli ederler ve kâinatın
bilemediğimiz üst hudutlarında, ileride gene bahsedilecek olan
üniteden süzülerek madde kombinezonlarının namütenahi in-
kişaf ve kabiliyet imkânlarına göre onları ve kendilerini çeşitli
formasyonlara, transformasyonlara ve deformasyonlara uğrata
uğrata üstten itibaren aşağılara doğru yayılarak, dağılarak iner-
ler ve varacakları noktalara ulaşarak orada ruhların ihtiyaçları-
na göre tezahürlerini göstermek suretiyle ruh-cevher arasındaki
endirekt alışveriş fonksiyonlarını neticelendirirler. Hangi varlık-
Dostları ilə paylaş: |