Cihad Şiddete Referans Olabilir mi?
57
nesepleri uzak olsa da yakın nesepten olan akrabalarına karşı yerine
getirmeleri gereken vazifelere ne kadar riayet ediyorlarsa uzak olan
akrabalarına karşı da aynı hassasiyetle yükümlü bulunduklarına ve bunlara
riayet etmeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. Yine Allâh Te‘âlâ bununla hepsi
aynı soydan geldikleri için onları kardeşlik duygularıyla birbirlerine
bağlamıştır ki böylece onlar aralarında adaleti ikame etsinler, birbirlerine
karşı zulmetmesinler, güçlü bulunan zayıf konumda olana hakkını, Allâh’ın
kendisini yükümlü kıldığı ölçülerde güzel bir biçimde (bi’l-ma‘rûf)
kendiliğinden versin.
125
Yine aynı müfessir, ayetin insanlar arasında bulunan ilişki sebebiyle
akraba oldukları, aradaki bu kardeşlik ilişkisinin
kesilmemesini istediği,
keza antlaşma ve sözleşmelere bağlı kalmayı öngördüğü yönündeki bir çok
görüşü kaydettikten sonra
126
“
Şüphesiz Allâh, sizin üzerinizde gözetleyicidir”
kısmından anlaşılması gerekeni şu şekilde izah eder: Allâh sizin
eylemlerinizi hesabınıza yazmakta, not etmekte, akrabalık/kardeşlikten
doğan saygınlığı/hukuku çiğneyip çiğnemediğinizi ve akrabalık bağını
gözetip gözetmediğinizi denetlemektedir.
127
Dirayet tefsir ekolünün önemli temsilcilerinden sayılan Zemahşerî
(ö.538/1143) de ayetin tefsirinde şunu söyler: Eğer söz diziminin mantığı ve
açıklığı, takvâ emrinin peşinden, onu gerekli kılan, ona çağıran ya da ona
teşvik eden bir şeyin getirilmesini gerektirir, o zaman nasıl olur da ayette
detaylı şekilde anlatılan Allâh’ın onları bir tek candan yaratması takvayı
gerektiren ve ona davet eden bir şey olabilir
dersen derim ki: Çünkü bu,
büyük bir gücü/kudreti göstermektedir. Böyle bir güce sahip olan her şeye
muktedirdir. Asileri cezalandıracak güce sahiptir. Dolayısıyla bunu
düşünmek her şeye gücü yetene karşı sorumlu ve saygılı davranmayı, onun
azabından korkmayı sağlar. Çünkü bu, Allâh’ın bol bol verdiği nimetlere
delalet eder. Bu sebeple insanlara yakışan küfrân-ı nimette bulunmaktan ve
nimetin şükrünü hakkıyla eda edememekten hassasiyetle kaçınmaktır.
Burada takva ile özel bir anlam da kastedilmiş olabilir. Bu da onların,
aralarındaki hakları koruma ile ilgili hususlarda Allah’tan korkmaları,
dolayısıyla zorunlu olan akrabalık bağlarını kesmemeleridir. Bu sebeple şu
söylenmiştir: Sizi tek bir kökten ikili şekilde (kadın-erkek) türetmek suretiyle
yaratarak akrabalık bağlarıyla birbirinize bağlayan Rabbinizden,
birbirlerinize karşı yükümlü olduğunuz hususlarda korkun. Birbirinizin
hukukunu koruyun, ihmalkâr davranmayın.
128
Gerçekten tefsir tarihine damgasını vurmuş bu iki müfessirden sonraki
alimler de ayeti benzer şekilde tefsir etmişlerdir. Meselâ Fahreddîn er-Râzî
(ö.606/1209) ve Ebussuûd Efendi (ö.892/1486) de ayetten hareketle: Allâh
125
Câmi‘u’l-beyân, Beyrut 1420/1999, III, 565.
126
Taberî,
a.g.e., III, 567-569.
127
Taberî,
a.g.e., III, 570.
128
el-Keşşâf, Kahire 1366/1947, I, 461-462.
Prof. Dr. Saffet KÖSE
58
Te‘âlâ’nın bütün insanları tek bir kökten –ki bu Hz. Ademdir- ikili şekilde
(kadın-erkek) türetmek suretiyle kardeş olarak yaratmış olmasının
aralarındaki kardeşlik hukukunu gözetmeyi zorunlu kıldığını, buna halel
getirecek davranışlardan kaçınmayı bir görev olarak yüklediğini, tek bir
nefisten yaratılmış olmasının bir birleriyle kardeşlik derecesinde yakın
olmaları anlamına geldiğini, bu yakınlığın aralarında sevgi ve şefkatin
artmasına vesile olan bir ilişki ve kaynaşmayı beraberinde getirdiğini dile
getirmektedirler.
129
Burada Müslümanların diğer din mensuplarıyla dinlerinden
kaynaklanan bir problemlerinin olmadığını şu ayetle bağlantılı olarak izah
etmek mümkündür. Müslümanlar, İslam öncesi aralarında dostluk bulunan
bazı Yahudilerle sıkı-fıkı dostluklarını İslam’dan sonra da devam
ettiriyorlardı. Oysa onlar antlaşmaları bozuyorlar ve Hz. Peygamber’e suikast
teşebbüsüne bile girecek kadar düşmanlıkta ileri gidiyorlardı. Hatta bu
dostluğu kullanan Yahudiler bazı askeri sırlara da vakıf oluyorlardı.
130
Kur’ân-ı Kerîm son derece iyi niyetli olan bu Müslümanları kendilerine
düşmanlıkta sınır tanımayan bu tür kötü niyetli kişilere karşı uyarıp uyanık
davranmalarını istemiştir:
“Ey inananlar, kendinizden başkasını kendinize sıkı-fıkı dost
edinmeyin; onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri
isterler. Onların ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri
(kin) ise daha büyüktür. Düşünürseniz, size âyetleri açıkladık
. İşte, siz öyle
kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Kitabın
hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “İnandık” derler.
Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını
ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün! Şüphesiz Allâh, göğüslerin özünü bilir.
Size
bir iyilik dokunsa (Bu,) Onları tasalandırır; size bir kötülük dokunsa, ona
sevinirler. Eğer sabreder, korunursanız, onların tuzağı size hiçbir zarar
vermez. Şüphesiz Allâh, onların yaptıklarını kuşatmıştır.
”
131
Sonuç olarak söylemek gerekirse Müslümanların Dâru’l-İslâm ve
Dâru’l-Harb şeklindeki ayırımlarının ortaya çıkışında inançları sebebiyle
maruz kaldıkları saldırıların etkisi inkar edilemez. Özellikle Hıristiyanlığın
devlet dini olmasıyla başlayan ve on beş asır devam eden heretic ve
schismatic
gruplara karşı başlatılan şiddet sürecine, gelişiyle birlikte
İslam’da dahil olmuş ve sürekli bir düşman addedilmiştir.
132
Bu refleks
Müslümanları aralarında antlaşma olmayan devletlere karşı alarm
129
Fahreddîn er-Râzî,
Mefâtîhu'l-gayb, Beyrut 1415/1995, V, 167; Ebussuûd,
İrşâdü’l-‘akli’s-selîm, Beyrut , ts. (Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî), II, 138.
130
Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsîri, İstanbul 1989, II, 99-100.
131
Âl-i İmrân (3), 118-120.
132
Konu ile ilgili olarak bk. Saffet Köse, “Din Özgürlüğü ve Barış Yolunda İki Farklı Tecrübe…”, İslam hukuku
Araştırmaları Dergisi, sy. 5 (2005), s. 13-48.