Cihad Şiddete Referans Olabilir mi?
53
Tanrılık iddiasında bulunacak kadar da küstahtır.
104
Bununla birlikte Allah
Hz. Mûsâ’ya ona gidip ilâhi mesajı ulaştırmasını ve yumuşak söz
söylemesini emretmiştir.
105
İslam’ın tebliği ile ilgili bu genel esasları dışında Kur’ân-ı Kerîm gayr-ı
Müslimlere tebliğin nasıl olacağı hususuna da ayrıca değinir:
“İçlerinden zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla
mücadele edin...
”
106
Ünlü müfessir Mücahid (ö.103/721) bu âyeti, onları yüce Allah'ın
yoluna davet etmek ve imana gelebilecekleri ümidiyle O’nun delillerine
dikkat çekmek suretiyle en güzel yolla mücadele etmek şeklinde anlamakta
ve bu hususta sertlik ve kabalığa yer olmadığına işaret etmektedir. Ayette
zikri geçen “zulmedenler” ifadesini de “size zulmedenler ve harb açanlar”
şeklinde anlamaktadır ki
107
Saîd b. Cübeyr de bu görüştedir.
108
Müfessirler
buna örnek olarak da her defasında barış antlaşmalarını bozup
Müslümanları arkadan vuran Nadîr ve Kureyza Yahudilerini
109
zikretmektedirler ki oldukça açıklayıcıdır.
110
Bütün bunlar cihâdın bir din savaşı olmadığının açık kanıtıdır.
V-Dâru’l-İslâm-Dâru’l-Harb Ayırımı
Dünya’nın bu şekilde ikiye bölünmesi Müslümanların Kur’ân ve
sünnetin temel ilkelerinden hareketle ulaştıkları bir sonuç değil karşı tarafın
tavrına göre oluşmuş güvenlikle ilgili bir ayırımdır. Dâru’l-harb,
Müslümanlarca başlatılacak savaşa açık olan ülke anlamında değil her an
Müslümanlara, saldırı gelme ihtimaline karşı alarm halini/teyakkuz
durumunda bulunulması gereken bir ülkeyi tanımlar. Dâru’l-harb terkibinin
Arap dilindeki kullanımı da bu anlayışı teyit etmektedir. Arap dilinde harb
kelimesi barış anlamına gelen silm, selm ve sulh kelimelerinin karşıtı olarak
kullanılır.
111
Arap dilcileri ise ilk dönemlerden itibaren Dâru’l-harb ifadesini
“
Müslümanlarla arasında barış antlaşması bulunmayan müşriklerin ülkesi”
olarak tanımlanmaktadır.
112
Bu da ya fiili saldırı halinde ya da saldırı tehdidi
bulunan ülkeleri tanımlamak üzere geliştirilmiş bir kavramdır. Amaç da her
an ortaya çıkabilecek bir saldırı durumuna karşı hazırlıklı olmaktır. Çünkü
104
Nâzi‘ât (79), 24.
105
Tâhâ (20), 24-44.
106
Ankebût (29), 46.
107
Kurtubî,
a.g.e., XIII, 350-351.
108
Taberî,
a.g.e., X, 149.
109
Kurtubî,
a.g.e., XIII, 350.
110
Bu ayetin
seyf ayetiyle neshedildiği yönünde bazı görüşler bulunsa da Taberî gibi bazı müfessirler haklı olarak bu
görüşe katılmamaktadırlar (bk., Câmi‘u’l-beyân, X, 150).
111
Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-‘Ayn (nşr. Davud Sellûm v.dğr.), Beyrut 2004, s. 148, “h.r.b.” md.; 378, “s.l.m.”
md.; İbnü’l-Fâris,
Mu‘cemü Mekâyîsi’l-luga, Beyrut 1420/1999, I, 565, “s.l.m.” md.
112
Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, s. 148, “h.r.b.” md.
Prof. Dr.
Saffet KÖSE
54
İslam toplumunun başlangıçtan itibaren sırf Müslüman olmaları sebebiyle
saldırıya maruz kaldıkları bilinmektedir. Eğer Müslüman ülke ile gayr-ı
Müslim ülke arasında doğrudan doğruya barış antlaşması yapılmış ise ya da
savaş esnasında bir barış antlaşması imzalanmışsa antlaşma hükümlerine
sadık kalmak Kur’ân’ın emridir. Hatta Kur’ân-ı Kerîm açık bir şekilde savaş
sırasında bile karşı tarafın barış teklifi ya da savaşı bırakması durumunda
Müslümanların bunu kabul mecburiyeti bulunduğunu haber vermektedir.
113
Bundan başka böyle bir ayırımın Müslümanların duruşundan
kaynaklanmadığına Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayetleri de delildir:
Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da
çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez.
Şüphesiz Allah âdil davrananları sever, Allah, sizi ancak, sizinle din
konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek
verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar
zalimlerin ta kendileridir
.”
114
Buna göre Dâru’l-Harb, İslam dışı olmaları sebebiyle, Müslüman
olmalarını sağlamak ya da Müslüman egemenliğine sokmak için
Müslümanların saldırı hazırlığında bulundukları ülke değil, Müslümanlara,
dinlerinden dolayı fiili ya da potansiyel olarak saldırı pozisyonunda olan,
Müslüman devlet ile arasında saldırmazlık/barış antlaşması bulunmayan
yabancı ülke anlamına gelir. Buna göre İmâm Şâfiî gibi bazı müctehidlerin
savaşın sebebini küfür olarak görmelerinin sebebi de bu olmalıdır ki esasen o
dönemlerdeki vakıaya da uygun olan budur. Az öncede işaret edildiği üzere o
dönemde kâfir (özellikle hıristiyan) İslam ülkesi ile antlaşması
bulunmuyorsa inancı gereği karşı tarafa saldırı tehdidi taşıyan kişi anlamına
gelmektedir.
Müslümanların diğer insanları sırf inançlarından dolayı düşman
göremeyeceği, ama Müslümanların inançları sebebiyle düşman görüldüğü ve
bu ayırımın da buradan ortaya çıktığı gerçeğinin uygulamada önemli
örnekleri vardır. Fıkıh kitaplarındaki zimmî ile harbî arasında farklı bir ilişki
geliştirilmesi bu konuyu oldukça açıklayıcıdır. Mesela Ebû Hanîfe’ye göre
İslam ülkesinde yaşayan gayr-ı Müslim vatandaş anlamına gelen zimmî’ye
zekat ve fıtır sadakası, kefâret, nezir, kurbân başta olmak üzere her türlü
yardım yapılabilirken Dâru’l-Harb ülkesi vatandaşı olan harbî’ye
yapılamamaktadır.
115
Dahası bir zimmî’ye verilen sadakalar ibadet
kapsamındadır.
116
Buna göre mesela bir Müslüman mal varlığının bir kısmını
sırf zimmîlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere vakfedebilir.
117
Harbî’ye aynı
şekilde yaklaşılmamasının sebebi ise onların dininden dolayı Müslümanlara
113
Nisâ’ (4), 90; Enfâl (8), 61; Tevbe (9), 1, 4, 7.
114
Mümtahine (60), 8-9.
115
Kâsânî,
Bedâi‘u’s-sanâi‘, Kahire 1327-28/1930, II, 49; VII, 341.
116
Serahsî,
el-Mebsût, Kahire 1324-31, III, 111.
117
İbn Kayyim el-Cevziyye,
Ahkâmu ehli’z-zimme, Beyrut 1415/1995, I, 223, 224.