Kuda şu dört element çarmıhından kurtulurum



Yüklə 391,91 Kb.
səhifə4/8
tarix06.02.2018
ölçüsü391,91 Kb.
#26259
növüYazi
1   2   3   4   5   6   7   8

BİOENERJİ VE ARAYIŞ

Kendilik dediğimiz düşünce yapısı tamamıyla öğrenmelerden ibarettir. Burada değil de Afrika’da doğmuş olsak; ilkel köyün birinde davul çalmak bizler için ideal meslek olabilirdi. Kutuplarda doğsak, başka ülkelerde doğsak kendilik sistemimiz ve değerlerimiz baştanbaşa değişecekti. Kültürden kültüre, toplumdan topluma, aileden aileye değişen kurallarla ve kendilik değerleriyle büyüyoruz hep birlikte.

Kendilik kazanımındaki bu hassas nokta aslında biraz da komik duruma düşürmektedir kendilik ve benlik sistemini. Ne kadar da değişken bir yapı ve her insan kendiliği adına benimsediği değerlere sıkıca sarılmaktadır tüm bu değişkenliğine ve edinilmişliğine rağmen.

İnsanlar rüyasında ölmüş bir yakını ile gelecek bir zamanda sohbet ettiğini görebilir, geçmiş ve geleceği ciddiye almadan. Muhteşem yapısı fiziksel gerçeklikleri bir anda alt üst ediverir.

Masallar hep böyle başlar; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, gide gide baktık ki, arpa boyu yol gittik…

Aslında bu sözler bizler için özel olarak hazırlanmış çok güzel sunumlardır. Unutacağımız, vazgeçeceğimiz gerçeklikleri zihnimize kazımak için sürekli olarak bize söylenen telkinlerdir sanki…

Okült ve ezoterik yapılar sürekli olarak tüm insanlığa “sen sadece bu değilsin” şeklinde fısıldarken hatta bazen bangır bangır bağırırken bizler sürekli olarak edinilen kimliklerimize daha sıkı sarılırız. Bize anlatılmaya çalışılan içsel kimliklerimizden ve kabiliyetlerimizden kaçarız ısrarla.

Değişik konularda, “özgür ve bağımsız” düşündüğünü iddia eder insanlar; sizce ne kadar gerçekçidir. Öğrendiklerini yorumlayarak veya bir başka öğrenmeyle kıyaslayarak çıkardıkları sonuçları söyleyebilir sadece insanlar.

Kaldı ki içsel süreç ve deneyimlerde söz sahibi olmak fiziksel dünyamızda herhangi bir alanda başarılı olmaktan çok daha zordur. Yıllar süren çalışmalar ve emek ister. Ama hemen uzman oluverir insanlarımız bu alanlarda da kısa sürede. Daha bu yolun abc’sini bilmeden ve anlamadan hemencecik üstat hocalar oluverirler 
BİOENERJİ VE İÇSELLİK

Hayatımızdaki her şeyi anlamak ve onlara dair anlam ve değer sistemleri oluşturmak bıkmak bilmeden yaptığımız en büyük iş olarak karşımıza çıkmaktadır. Önce anlayabileceğimiz sorular olmalı, cevaplarını bulalım veya tahmin edelim ki hayatımızdaki önemine ve değerine dair fikirlerimiz, notlarımız ve tutumlarımız olsun. Kendiliğimize ekleyebilelim.

Tanıdım, anladım ve değerini verdim. Aslında çok da idealdir ilkel benlik yapımıza. Evreni anlamış ve çözmüş gibi hissederiz basit küçük şeyleri bile anladığımızda, sanki tek anlayan bizmişiz gibi.

Varoluşumuzu hissetmek üzerine kuruludur kendilik sistemimiz. İçimizde bir ülke kurar hâkimi de bizler oluruz. Sevdiklerimizi içine alır, sevmediklerimizi uzaklaştırır ve bu oyuna devam ederiz bıkmadan usanmadan.

Öğrenmeler işimizi o kadar da kolaylaştırmayabilir bazen. İlk başta bedensel duyumların, ihtiyaçların tatmini için var olan süreç bu seferde kendiliğin devamı ve desteklenmesi anlamında varlığını sürdürür.

Kendimize yeni açlıklar, acılar, hüzünler mutsuzluklar öğretir; onun doyumu ve varlığının tekrar devamı için zihinsel süreçlerimizle mücadele etmeye başlarız. Bedensel sistemin gelişimi ve tamamlanması, zihinsel süreçlerin doğru işlemesi ve kullanılması ile meydana gelir kendilik, benlik algımız.

Sonuç olarak sistemimiz; bedensel ve zihinsel süreçlerin tamamlanarak bir benlik ediniriz ki buna şimdilik dışsal benlik diyelim.

Benlik kavramının değişkenliği ve zihinsel anlamda simülatif bir anlam ve kurgu taşıması nedeniyle bazı yaklaşımlar; dünyayı sahte, etkilenebilir, değiştirilebilir bir algı yanılsaması olarak tanımlamışlardır.

Dışsal benliğin hem bedensel anlamda hem de zihinsel anlamda sürdürülebilmesi ve tatmini ile geçmekte olan hayatlarımızda; değişken ve bazen ciddi anlamda saçma öğrenmelerle edinilecek dışsal kimliklerin ötesinde içsel bir kendilik sistemine ulaşılabilmesi ve bulunması acaba mümkün müdür?

Bedenimize ait yapıyı bilgisayarın fiziksel aygıtlarına ve öğrenmelerimizi ise yazılım programlarına benzetebiliriz. Burada asıl soru ise karşımıza çıkmaktadır, peki bu bilgisayarın kullanıcısı ve enerji kaynağı nerededir?

Bu kullanıcı içimizde bir yerlerde olsa gerek diye düşünürüz veya karşı çıkarak değişik tahminlerde bulunuruz zihin kütüphanemize bakarak. Aslında yine yapılmaya çalışılan şey öğrenmeleri karşılaştırmak veyahut da yeni bir araştırmayla başka bir öğrenme çalışmasına girişmektir.

İçimizde neler dönmektedir, benim anlayamadığım şekilde. İnsanın kendi kullanıcısını bulmaya çalışırken yine öğrendiklerine dair süreçleri ve bu süreçlerin sonuçlarını kullanmaya çalışması oldukça komiktir gerçekte.

Ama … diye başlar konuşmalar her zaman. İçten içe hissettiği bu arayış hep bir yerlerde unutulmuş gitmiştir şu veya bu nedenlerle. Ruhsal gelişimin yapılamaması ve varoluş gerçeklerinin aranmayışında ki kaybı kapatma, hissetmek zorunda kalmama çalışmaları başlar.

Böylece arayışlar yerine, adamalar gerçekleştirilir. Kendisini adayacak yeni şeyler bulmuşlardır her zaman; hayatlarındaki eksiği kapatmak adına, bu şekilde anlamlı kılabilmek adına. Hayatta oluşuna ve varlığının devam etmesine bi anlam vermek zorundadır. Çocuğunu okutacak, para kazanacak, iyi bir işi olacak, güzel olacak, kaliteli yaşayacak, mutlu olacak, karşı cins tarafından sevilecek, evlenecek … diye devam eder onlara göre hayatın anlamı.

Evet, muhteşem yalanlar ve kendini kandırmacadır aslında söylenenler; varoluş gerçeklerine dair getirdiğimiz cevaplar. “Çocuğumu en iyi yerlerde okutacağım” şeklinde, hayatının ve varoluşunun gerçeğini açıklamak için kullanılan değişik cümleleri o kadar sık söyleriz ki zamanla kendimizi bile inandırırız. Sonuçta ise aynen öyle olur. Herkes bilsin; çocuğumuzu okutmak için geldik bizler bu dünyaya. Kimisi siyaset yapacak, kendi siyası inancı doğrultusunda, ülkesinin sorunlarının çözülmesiyle; kendi içsel varoluş sorularını da çözecektir. Bir diğeri ise evlenip çocuk sahibi olacak, bir diğerinin açıklaması ise bambaşka olacaktır.

Her zihin kendince bir açıklama ile gelecek bambaşka bir nedensellik ve varoluş gerçeği sunacaktır. Herkese göre değişen ve içsel kimlik, varoluş diye sunulan şeyler de aslında sadece düşüncelerdir, öğrenilmiştir.

O zaman aklımıza şu soru gelmektedir, insanlar istediği şekilde düşünebilir ve hayatını anlamlandırabilir. O zaman; ilk açıklamalardan yeniden bahsetmek gerekir ki dışsal kimliğimizin bir uzantısı olarak ortaya konulmaya çalışılan ve öğrenmelerden, kültürlerden bağımsız olmayan, değişken bir içsel kimlik mümkün değildir. Eğer ısrarla olabilir diyorsanız; günümüze kadar inandığı şeylerle katliamlar yapan, insanları öldüren bazı şahsiyetleri ve yaptıklarını da sanırım normal görmek zorunda kalırız. Çünkü o da öyle düşünmüş, inanmış ve hareket etmiştir. Bu kadar değişkenlikte kendi değişkenliğini özgürce yaşamıştır. İçsel kimlikle anlatmaya çalışılan şey tamamıyla farklı bir alandır.

Genellikle dışsal kimlik bize o kadar hakim ki gerçek olan kimliğimizi çoktan unutmuş ve bazen algılayamaz hale gelmişizdir. Her yerde açıklanmaya çalışılan “farkındalık” kelimesiyle ifade edilmeye çalışılan, en yalın haliyle; dışsal benlik ve gerçek benlik arasındaki farkı algılamak ve gerçek benliğe yaklaşmak olacaktır.

Bu farkı anlamaya başladığımda zihnimde sistem yeniden değerlendirmeye alınacak ve öğrenmelerimin hakim olduğu benlik sistemi gerçeğin farkına varmaya başlayacaktır. Ben neyim sorusu başlı başına bu işin başlangıç noktası olacaktır. Dışsal kimliğin ötesinde bir arayışa başlamak ve daha iyisini aramak anlamını taşır aynı zamanda. Her zaman iki ihtimal vardır; ya kendimizi avutup yola devam ederiz, ya da aramaya başlarız.

Alışkanlıklarımız, anahtarını kaybettiğimiz kelepçelerimizdir.

Hayat ise; bu alışkanlıkların toplamıdır.
BİOENERJİ VE BENLİK

Anlamamız gereken tek şey benliğin ne olduğudur. Daha önce de belirtildiği gibi benlik bize öğretilmiş ve toplum tarafından sunulmuştur. Değişken ve göreceli bir yapısı vardır. Başkalarının varlığı sayesinde bizler de kendi varlığımızı tanımlar ve oluştururuz. Benlik bu anlamda tamamıyla dışa dönüktür ve dışarıdakileri içselleştirme peşindedir. Kendi ismiyle seslenildiğinde bebeğin özel tepkiler vermeye başlamasıyla artık benlik kurulumu oluşmaya başlar.

Dışarıdakiler sayesinde kendi varlığını sürdürebilir ve onlara bağımlıdır. Onların değer sistemleri ve telkinleriyle var olma yoluna girmiş basit bir yapıdır aslında. Ne kadar kıymetli olduğu ona söylenirse bundan zevk alır, değersiz olduğu belirtilirse var oluşu tehdit edilmiş olduğundan sinirlenir.

Bu edinilmiş olan benlik toplumun ve hayatın ona yansıttığı, içsel süreçleriyle onun da eşlik ettiği bir benliktir. Kendisi bu sürece birebir eşlik etmiş ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ancak bu katkı öğretilenlerinden değerlendirilmesinden öteye gidemez. Kendisine zorunlu olarak sunulan değer sistemlerinin kabulünden başka bir şey değildir.

Sosyal bir birey olarak var olmanın en temel yapısıdır. Toplumun kuralları ve sizin uyumunuz arasındaki bağ ve hissediştir benlik. Ama bu benlik yapısı asla sizi ifade etmez. Evde aileler, okullarda öğretmenler veya dışarıda arkadaşlarımız sürekli katkıda bulunurlar benliğimize. Sürekli nasıl olunması gerektiğini dikte ederler bizlere. Benlik takasları; bazen insanların kendilerini pazarladığı ve sürekli anlattığı sıkıcı bir öğe olmaktan da çıkarak uyum için karşı tarafı zorlayacak bir durum haline bile gelebilir.

Her kültürün ve değerin değişken olabilmesi nedeniyle bu anlamda evrensel bir benlik yapısından söz edebilmek mümkün değildir. Sosyal norm ve hayat tarzlarındaki değişiklikler elbette benliklerimize ve daha doğrusu gerçeklerimize yansıyacaktır. Bizim için son derece ciddi olan gerçek olan benlik yapımız ise bir başkası için ciddiye alınmayacak kadar değersiz bilgi yığını olarak algılanabilir. Gerçek zannettiğimiz benliğimiz ciddi düşünüldüğünde sürekli sarsılacak ve gerçekliğini yavaş yavaş yitirecektir. Öğretilmiş olan tüm yapı ve fikirler benliğimizin bir parçasıdır.

Toplumun bir öğesi olarak edindiğimiz benlik yapısı sadece toplumu yansıtmakla kalacak içsel yapımıza ilişkin olarak bizlere pek fazla bilgi veremeyecektir. Bizler ise öğrenilenler her ne ise onlara daha sıkı sarılmak ve değişik mazeretler üretmek zorunda kalacağızdır. Hatta toplum içerisinde daha değerli olarak nitelendirilen yerlere ulaşabilmek için yıllarca çaba sarf edecek, toplum için kıymetli bireyler olmaya çalışacağızdır.

Toplumun diğer toplumlarla farklılıklarının yanı sıra kendi içerisinde de zamana göre kurallarını değiştirebilmesi toplumsal benliğimizin gerçek benliğimizi ifade etmediğinin bir kez daha ispatıdır. Normal zamanda insan öldürmek suçtur, ama savaştayken bu gereklidir. Veya gücü elinde tutan bir liderin yaptığı katliamlar, değişik kılıflarla o dönem için normalleştirilebilir.

Bu kadar kuralı bile sadece kendi varlığının devamı adına ısrarla kullanan benlik sistemi kendi varlığının gerçek yapısını anlayamamaktadır. Öğretilenler ve beş duyusu ile bedeni içerisinde bir krallık kurmuş ve bu krallığın doğal kralı olmuştur.

Bu anlatımlar, edinilmiş ve sosyal bir benliğe ihtiyacımız olmadığından değildir. Sadece durumumuzu tespit edebilmek içindir. Elbette her kültür içerisinde kendisine ve hayat koşullarına özgü kurallar olacaktır, medeniyetler bu kurallarla gelişecektir. Tam tersi olan kaos ortamında bir medeniyetin oluşması ve ilerlemesi mümkün değildir. Ancak toplumsal benlikler, tam olarak gerçek benliğimizi ifade etmez. Ben neyim, nerden geldim ve nereye gidiyorum sorularını cevaplamaz. Tam tersine, onlara başka cevaplar ve hedefler sunarak peşinden koşmasını sağlar. Bu sayede büyük bir kandırmaca oyunu başlar.


BİOENERJİDE BENLİĞİ DOYURMAK

Benlik, sürekli beslenmeye ihtiyaç duyan bir canavar gibidir ve beslenmek için sürekli olarak sizi sürükler. Örneğin bir arkadaş toplantısına gittiniz ve kimse sizinle konuşmadı veya konuşmak için bir ortam oluşmadı. Size kötü konuşulmadığı veya kötü davranılmadığı halde kendinizi kötü hissetmeye başlarsınız. Çünkü, o ortamda varoluşumuzu gerçekleştiremediğimizden veya hissedemediğimizden canavar beslenememiştir. Ancak bu kötü hissediş bile; varolmanın, yani benliğin bir uzantısı şeklinde ortaya çıkar. Varolmayan bir benliğin üzüntüsü olmayacağından bu kez de varoluşunu bu üzüntü duygusuyla beslemeye çalışır.

Her davranışa ve her düşünceye bu benlik yapısı öyle işlemiştir ki onu bulabilmek için uyanık olmak zorundayızdır. Aslında son derece ilkel bir varlık sistemine sahip bu benlik yapısı her seferinde bizi yine alt etmektedir. Benlik yapısının varlığını devam ettirebilmesi için sorunlara, bilgilere, zamana ve açıklamalara ihtiyacı vardır. Benlik yapısı varolabilmek adına sürekli olarak insanları bu kavramlara ait değişik sürüm ve açıklamalarıyla oyalamaktadır.

Canavar sürekli acıkmakta ve ne şekilde olursa olsun kendisini destekleyecek varoluşlara ihtiyaç duymaktadır. Başkalarının varlığı ve başkalarının kendi içerisindeki anlamlarındaki değişikliklerle varolacaktır. Sürekli olarak yeni ihtiyaçları olacak ve onları doyurmaya çalışacaktır.

Başkalarıyla varolmaya çalışan benlik sistemi aslında sadece bir köle olmaktan öteye gidemez. Başkalarının övgüsüne, ilgisine ve değerlerine muhtaç bir köledir bu.

Tüm evrenin bir bütünlük içerisinde hareket ettiği gerçeğine zıt olarak bizler kendi benliğimizle evren arasında duvar örer gibiyizdir. Kendi değerlerimize ve bedenimize; kendimizi hapsetmekte ve edinilmiş sahte bir benliğin varlığı ile avunmaktayız. Zıtlıklar içerisinde hayatımızı sürdürmekte ben ve diğerleri şeklinde yorumlar yapmaktayız. Bu konuda, Yunus EMRE bir dizesinde; “sanırdım kendim ayrıyım, dost ayrıdır ben gayrıyım, beni bu hayale salan, bu sıfat-ı hayvan imiş” diyerek benliği kastetmektedir. İnsanoğlu ise gerçeği ve hakikati arama konusunda her zamanki ya tembel ya da mutlaka meşguldür.

Ancak içten içe hissettiğimiz eksiklik duygusu sürekli olarak bizi rahatsız eder durur. Bir yerlerde bir sorun vardır, adını koyamadığımız. Ancak toplum veya artık edinilmiş olan benlik yapısı başka uğraşlarla bu açığı kapatmaya çalışır.

Çünkü aramak çaba ister. Ördüğümüz duvarın arkasında ne olduğunu bilemeyiz, tehlikeli midir acaba? Ne olduğunu bilemediğim her şeyin anlamı olamayacağından anlamak için büyük çabalar gerektirecektir. Duvarın arkasındaki hiçliği anlamlandırmak kolay bir süreç değildir.

Bir örnekle anlatılmak istenilirse, sanırım en güzel izah şekli şöyle olur. Bir çocuğun önüne bir misket ve bir elmas koyduğumuzda çocuk kendisi için misketi seçecektir. Çünkü elması tanımaz, köşeli olması sebebiyle belki oynayamayacağını düşünür. Halbuki o elmas dünyadaki tüm misketleri ve daha birçok şeyi alabilir. Ancak çocuk da herkes gibi tanıdığını seçer ve ister. Veyahut bir çocuk, çok değersiz bir şeyi eline alarak onunla (mesela terlik ) oynamaya başlar. Eğer elinden alırsanız ağlamaya başlayacaktır. Büyükler için çok değersiz olan bu şey o çocuk için kıymetlidir.

Bizler içinde durum böyledir. Tanıdığımız bir benlik yapısından tanımadığımız bir yolculuğa çıkmak korkutucu gelebilir; çocukların yaptığı gibi uyduruk bir misket veya oyuncak uğruna çok değerli şeylerden vazgeçiyor olabiliriz. Başka yalan ve kandırmacalarla kendimizi avutmak yoluna giderek oyalanmayı da seçebiliriz.


BİOENERJİ VE FARKINDALIK

Egonun sahteliğinin ve aldatıcılığının anlaşılması ve farkına varılmasıyla işimiz kolaylaşmaktadır. Doğru teşhis her zamanki gibi tedavinin de yarısı sayılmaktadır. Bir konuda neyin yanlış olduğunu bilmeniz, neyin doğru olduğuna yaklaştığınız da gösterir. Gerçek olana ulaşma konunda sahte olanı bilmeniz ve ayırt etmenizle başlar çalışmalar.

Ellerimizle ördüğümüz duvarlar kendiliğinden yıkılmaya ve parçalanmaya başlayacaktır. Gözlerimiz artık dış dünyayı değerlendirmek ve anlamak için kullanmak yerine birdenbire kendi içimize yönelecektir.

Bizlere öğretilen değerler ve kavramlarla sahte bir varoluşa razı olmak yerine içimize yönelecektir dikkatimiz birdenbire. Bu yönelmede; benliğimizden vazgeçmek ve onu yok etmek gibi bir düşünce yapısına ihtiyaç yoktur. Bu söylemler de, kişisel bir eylemi ve benliğin varoluşunu içerir.

Sadece iyi bir izleyici ve normal bir insan olmamız yeterlidir. Edinilmiş benliğinizi her bulduğunuzda, gördüğünüzde ve anladığınızda gerçek benliğinizi daha çok anlayacak ve yakınlaşacaksınız. Ne yaparsanız yapın, mutlaka izleyin. Edinilmiş kimliğinizi bir araştırmacı gibi, yeniden keşfeder gibi dışarıdan izleyin. Ama sadece izleyin, ona eşlik etmeyin, sakın o olmayın.

Daha önce de açıklanmaya çalışıldığı gibi; düşünce yapısı nedeniyle evreni bir kısırdöngü içerisinde anlamaya çalışan benlik yapısı zıtlıklar içerisinde kaybolmuş bir halde bulunur. Sebep sonuç, iyi kötü, büyük küçük gibi zıt kavramlar içerisinde bu kavramları kendilerinin ve birbirlerinin yaratıcısı şekline sokarak; kendisinin yapmakta ve gerçeklerden uzaklaşmaktadır. Aslında kullandığı benlik sistemi tamamen kavramlar üzerine kurgulanmış ve her şeyiyle sahte bir yapıdır. Bu sahte yapının; acısını, üzüntülerini, sıkıntılarını, kaygılarını ve benzeri olumsuz sistemlerini kendi sırtında bir yük olarak hayat boyu taşımaya çalışması da ayrı bir sıkıntıdır.

Sebepleri putlaştırdığı veya sahiplendiği, üretici duruma soktuğu bu evrende kendisi de oldukça bunalmış durumdadır ancak bu kavramlarla oynamaktan bir türlü sıkılmaz. Onlar üzerinde kurduğu krallığın yıkılmasına asla izin vermek istemez.

Sahte benliğin mutsuzluğumuzun ana kaynağı anlaşılmaya başlandıkça, gerçek olan mutluluğa bir adım daha yaklaşacağızdır. Kendi oluşturduğumuz kavramlar içerisinde yaşadığımız kısırdöngü ve bu durumun saçmalığı anlaşıldıkça gerçeğin kokusu gelmeye başlayacaktır.

Ellerinizle ördüğünüz ve kendinizi içerisine hapsettiğiniz duvarların içerisinde acı çekmek, mutsuz olmak yerine bu duvarları bir bir yıkarak gerçek özgürlüğe ulaşmak mümkündür. Bu duvarların yıkılması sonrasında ancak başka gerçekliklere ulaşabilmek mümkündür.

Yapmamız gereken sadece ve sadece izlemektir. Ne kadar çok izlersek o kadar çok gerçeğe yaklaşır ve güçlü hale geliriz. Edinilmiş benliğin sahteliği ve kaybolmuşluğundan ancak bu şekilde kurtulabiliriz.

Sadece izlemekle, göreceli ve değişken bir yapı olan benliğin anlaşılması ile gerçeğe yaklaşılabilir. Sahte olanın gerçek varoluşu temsil edememesi sonucuyla içsel dönüşüm ve gerçeğe doğru hareket başlar. İnsanlar dikkatlerini böylece, sahte benliklerine değil gerçeklerin anlaşılmasına odaklayabilir. Hayatı subjektif olarak yaşamak yerine, objektif bir bakış açısıyka değerlendirmeye başlamak ilk adımdır.

Dikkatini sahte benliğin izlenilmesine odaklamış insanlar ise geçmiş, gelecek ve varoluş kaygısından uzaklaştırarak içinde yaşadıkları zamanı hissedebilirler. İçinde yaşanılan zaman kavramı ise ölçülebilir bir zaman biriminden çok gerçeğe giden yolun anahtarı niteliğini taşır. Alışkanlıklarının yönettiği hayat yerine anı yaşayan ve sahte benliğinden uzaklaşmış bireyler olarak hakikat yolcusu olmaya başlarlar.

Mevlana Hazretleri bu durumu: “Sufi anın çocuğu olur ey arkadaş, yarın demek yolun şartından değildir. Yoksa sen sufi biri değil misin? Var olan veresiye ile yok olur. Sufi, boy pos sahibi olduğundan, geçmişe ait olan sözü geçmez olur. Düşünce geçmiş ve gelecek üzerine olur, bu ikisinden kurtulunca sorun hal olur.” şeklinde ifade etmektedir. Ki bu sözler durumu en güzel şekilde özetlemektedir.

Ancak şu husus unutulmamalıdır. Yazılarımızda geçen açıklamaları pekiştirmek amacıyla kullandığımız düşünce büyüklerimizin sözleri, açıklanmaya çalışılan konuların üzerinde anlamlar içerir. Bu anlamda tasavvufun; insanı anlama konusunda gösterdiği başarı yanında, enerji çalışmaları oldukça acemi durmaktadır.

Büyükler kendi duvarlarını yıkma zahmetine girdikleri için büyük olmuşlardır. Kendi duvarlarını yıkarak her şeye ulaşmışlardır. Artık onlara, gizli saklı bir şey kalmamıştır. Bizler için de aynı durum geçerlidir. Yıkılan duvarlarımız kadar içeri gerçeğin ışığı süzülmeye başlar, gerçekten hissemizi almaya başlarız. Kendi elimizle ördüğümüz duvarlarımız yıkılınca aslında her şeye ulaşacak ve kendi hapishanemizden kurtulacağızdır.

Gerçeğe ulaşmış büyüklerin sözleri çok derin anlamlar taşır. Çok uzaktan seyrettiğimiz koca koca dağlara benzer onlar. Onlardan çok uzak olduğumuz için bizim ufkumuzdaki, bakış açımızdaki yeri çok küçük yer kaplar. Belki bazen parmaklarımızın arasından bile görebiliriz dağları. Ama bu durum dağların küçüklüğünden değil, bizim uzaklığımızdandır, kısa görüşlü olmamızdandır. O dağlara yakınlaşıldığında ise büyüklüğünden ve heybetinden şaşırabiliriz. Onların sözleri de yakınlaştıkça, hakettiği şekilde anlaşılmaya başlanabilir.


BİOENERJİ VE BENLİKLE MÜCADELE

Ezoterik öğretiler, değişik aşamalar yoluyla insanları gerçeğe ulaştırmayı amaçlar. Bu aşamalarda elde edilebilecek sırlar ancak yaşanarak elde edilebilir ve anlatılabilmesi de imkansızdır. Hayatında şekeri görmemiş, tatmamış bir insana şekeri anlatabilmek ne kadar imkânsız ise bu alandaki gerçekleri de insanlara anlatabilmek o kadar imkansızdır. Üç yaşında bir çocuğa cinselliği ne kadar anlatabilirseniz, karşınızdaki insanlara da bu gerçekleri ancak o kadar anlatabilirsiniz. Şekerin veya cinselliğin gerçekliği ile ilgili değildir bu durum. Sadece bazı şeyler elde edilmeden asla anlaşılamazlar.

Tek bir tuğla kalmayana kadar duvarlar yıkılınca gerçeklik ortaya çıkacak her şeye ulaşmış olacağızdır. Garip bir şekilde her şeye ulaşmanın anahtarı da bu anlamda bizlere verilmiştir. Bu anlamda Yunus EMRE’nin; “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmez isen, bu nice okumaktır” dizesi aklımıza gelir.

Kendini bilmek öyle hemencecik olmayacak kadar zahmetli bir süreçtir. İçimizdeki derinliklerde bu gerçeklerden hissemiz olmasına ve haberdar olmamıza rağmen benlik sistemi bizi öyle işgal eder ki bu gerçekliklere ulaşmamızı imkânsız hale getirmiştir. Bu anlamda varoluşumuza dair yapacağımız yatırımlar elbette edindiğimiz varoluşumuzun devamını sağlayacak ve destekleyecek türde olmak zorundadır.

Benliği izlemeye başladığımıza edinilmiş olan benlik yapısı sürekli olarak bizi içine çekmeye çalışacak ve olayların bir parçası olmamızı isteyecektir. Anlamlandırdığı sahte dünyasının bir parçası olmamız için bizleri ciddi anlamda zorlayacak ve tuzaklara düşürecektir.

İçimizde varolan gerçeği ve hakikati bulmak istedikçe o bizi kendi dünyasına çekebilmek için ciddi çaba sarf edecektir. Gerçeklerin üzerindeki örtüyü kaldırmak ve içe dönüş için çaba sarf ettikçe, sahte benlik de bu çabadan daha şiddetli şekilde kendi çabasını gösterecektir.

Çünkü benliğimizle yıllardır süren dostluk ve oyun bozulmuş, gerçeği arama ve aralama çabası gelmiştir. Sahte olanın kabulü ve benimsenmesi yerine sorgulama ve arayış başlamıştır.

Edinilmiş benliğin perdelediği gerçeğe ulaşmak için, sahte benlik olan perdelerin açılması ve aralanması gibidir içsel yolculuğumuz. Perdeler açıldıkça içeriye daha çok güneş girecek ve benlik, nefs karanlığından kurtulma sağlanacaktır. Yunus Emre, “çıksın nefsim aradan, kalsın bana yaradan” sözleriyle bu gerçeği bizlere hatırlatmaktadır.

Perdeler aralandıkça,, benliğin devamını sağlayabilmesi için kullandığı teknikler teker teker anlaşılacak ve anlaşıldıkça kendiliğinden yok olacaktır. Ortadan kalkması için başka bir çabaya gerek kalmayacaktır.

Benliğin kirli dünyasından sıyrılan insan, bir ayna gibi ışığı yansıtabilmekte ve istediği yöne bu ışığını yansıtarak gerçeğe ulaşabilmektedir. Benlik ve benliğin kullandığı yöntemlerin farkına varmayan insan ise kendi aklıyla, tutkularıyla ve alışkanlıklarıyla karanlık hayatına devam edecektir.

Benlikle mücadele yapabilmek, için fakir olmamıza, insanlardan uzak yaşamamıza veya çok az şeyler yiyerek hayatımıza devam etmemize gerek yoktur. Kendi gıdalarımız yerine benlik canavarını besleyen gıdalardan vazgeçmek en akıllıca yol olacaktır. Fakirlik konusunda ise; benlik dediğimiz sistemde nelerinin olduğundan çok nasıl algıladığının önemli olduğundan dünyadan kaçmak bu anlamda problemi çözmez ve hatta bazen daha da zorlaştırır. Bir lokma bir hırka anlayışı benim tercih ettiğim bir yöntem değildir.

Benlikle yapılan bu mücadele o kadar da kolay olmayacaktır. Gerçeği bulma arayışının her aşamasında benlik; yeni bir varoluş çabasında olacak yeni sorgu ve anlamlandırmalarla karşımıza çıkacaktır. Benlikten uzaklaşma yerine, insanları; başka türlü öğretilerin yer aldığı ve kabullenildiği bir varoluş içerisinde varlığını sürdürecektir. Eksik ve bilgisiz çalışma; sadece bazı konularda düşüncelerini değiştirmiş benlikleri bulunan insanlar oluşturacaktır. Bu durum ise asla sonuç vermeyecektir. Sahte bir benlikten başka bir sahte benliğe kaçış gibidir ve genelde de böyle olmaktadır.

Geçmiş ve gelecek kaygısından kurtarılmaya çalışılan, anı yaşamaya odaklanmış insanların; hayat algısındaki ve içsel huzurundaki değişiklikler genellikle gerçek sonuçlar gibi gösterilir. Çok farklı şekillerde yorumlanabilecek ve yaşanabilecek, anı yaşama anlayışı garip benlik modellerinin oluşmasına da yol açabilir. Bu içsel yolculuktan amaç; hiçbir şeye aldırmayan, boşvermiş, toplumdan kopmuş, sorumsuz veya başka şekillere bürünmüş benlikler oluşturabilmek değildir. Bizim ifade etmeye çalıştığımız gerçeklerle, bu anlatılanlar arasında bir ilişki yoktur. Eğer aranan bu türden bir huzur ise insanlara, hayatı rölantiye almaları ve yalan dünyayı takmamalarını söylemek de yeterli olacaktır. Bu durumun sonuçları asla gerçek huzur değildir.

Sadece yaşadığı zamana odaklanmaya çalışmak ve edinilmiş benliğine seyirci olmak bu işin ilk başlangıcıdır. Bu çalışma şekli manevi dünyanın giriş kapısı olarak nitelendirilebilir. Ancak, bu dünyanın içerisinde kullanmak zorunda kalacağı birçok anahtar ve daha başka kilitli kapılar mevcuttur.

Bu aşamada yarasanın hikayesi aklımıza gelmektedir. Feridüddin-i Attar Hazretleri’nin anlattığı bu hikaye kısaca şu şekildedir. Yarasa artık güneşe gitmeye karar vermiştir. Bu isteğini bilge olan hüthüt kuşuna açıklar. Hüthüt kuşu, bu durumun olanaksızlığını ona ne kadar anlatmaya çalışsa da bir türlü vazgeçmez. Akşam olunca, yarasa bulunduğu daldan kalkar ve uçmaya başar güneşe doğru. Yıllarca kanat çırpar, bıkmadan usanmadan. En sonunda düşünmeye başlar, acaba güneşi geçtim mi? diye. Herhalde geçmiş olduğunu düşünür, çünkü yıllarca bıkmadan usanmadan kanat çırpmıştır. Geriye döner ve en sonunda ilk kalkış yaptığı dala yeniden konar. Güneşe bakarak seslenmeye başlar “Ey güneş! Benim gibi samimi bir kuştan mahrum kaldın, artık benden ne kadar uzak olursan ol”.

Hikayede anlatıldığı üzere, insanlar da; yıllarca bıkmadan usanmadan içsel yolculukları adına kanat çırpmakta ve çalışmaktadır. Ama malesef bu kanat çırpmaları, bazen; anlamsız nafile yolculuklar olmaktan öteye gidemez. Hikayede anlatıldığı üzere; yarasının kendi körlüğü nedeniyle faydalanamadığı güneşi suçlamak yerine, bilge olan hüthüt kuşunun söylediklerini dinlese işi çok daha kolay olabilirdi. Bilmediği ve hayatında hiç görmediği ışığa, ışığın kaynağına ulaşma çabalarında hüthüt kuşunun bilgeliğini ve arkadaşlığını kabul etseydi, onun tecrübe ve bilgisinden faydalansaydı; o kadar zahmetten ve zaman kaybından kurtulurdu. Körlüğünü kabul eden neden gören bir arkadaşından yardım almaz? İşte bu anlaşılamazdır. Burada kastedilen yardım anlayışı; yol arkadaşlığı şeklinde olup daha önce bahsedilen garip önderler, gruplar veya inanışlar yoluyla oluşturulmuş gruplar değildir.


Yüklə 391,91 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə