79
Güder, Mercan / 2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası
noktasında bazı zaafiyetler de göstermektedir. İddialı söylemlerin kararlı politikalarla
desteklenememesi, böyle bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Arap
ülkelerinin yanı sıra İran ve İsrail gibi çok önemli iki gücün varlığı,
hem genel olarak
bölge politikasında hem de bu son Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin önündeki önemli
kısıtlamalardan birini oluşturmaktadır.
Orta Doğu ile ilişkilerde en önemli boyutlardan birisi de bölgenin en güçlü ve etkin
devletlerinden birisi olan İran ile olan ilişkilerdir. 1979 yılında gerçekleşen İslam
Devrimi’nin ardından Türkiye tarafından İran’a karşı temkinli bir siyaset izlenmiş olsa
da son yıllarda bu durum ortadan kalkarak karşılıklı ilişkilerde önemli mesafe kat
edilmiştir. Siyasi ve ekonomik ilişkilerde yaşanan gelişme, birçok yeni adımla
daha da
pekiştirilmiş ve özellikle terörle mücadele, uyuşturucu ve sınır kaçakçılığı gibi konular-
da iki ülke arasında işbirliği düzeyi yüksek seviyelere ulaşmıştır. Bu yakınlaşmanın en
önemli göstergesi, kuşkusuz iki ülke yetkililerinin son yıllarda gerçekleştirdiği karşılıklı
ziyaretler olmuştur.
İran ile siyasi ve diplomatik ilişkilerin son dönemlerdeki en bariz göstergesi, Türkiye’nin
İran’ın nükleer enerji üretme ve geliştirme programında üstlenmiş olduğu roldür. Orta
Doğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge olması amacını güden Türkiye,
“İran’ın, barışçıl maksatlarla nükleer enerji üretme ve kullanma hakkını sorgulamamak-
la
birlikte, nükleer silah geliştirmesine karşıdır” (Dışişleri Bakanlığı, 2008). Bu bağlamda
Türkiye, bir taraftan İran’ın nükleer enerjiyi barışçıl amaçlar için kullanması yönünde
ilgili taraflara mesajlar verirken diğer taraftan İran’a karşı oluşturulan bloğun yaptırım
söylemine de karşı çıkmıştır. Özellikle Türkiye’nin Brezilya ile birlikte hareket ederek
İran’la Tahran’da 17 Mayıs 2010 tarihinde imzalamış olduğu antlaşma, İran’ın nükleer
enerji üretiminin barışçıl amaçlar için kullanımı yönünde Türkiye’nin çözüm arayışının
bir göstergesi olurken (Dışişleri Bakanlığı, 2008) aynı zamanda Türkiye’nin İran
ile olan
siyasi ilişkilerinde de önemli bir kazanım meydana getirmiştir.
Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarının en önemli sac ayaklarından birisi de
kuşkusuz İsrail ile olan ikili ve çoklu ilişkileridir. Türkiye’nin İsrail’i tanıyan ilk Müslüman
devlet olması ve kuruluşundan bugüne kadar birçok kriz yaşamış olmasına rağmen iliş-
kilerin derinlemesine gelişmiş olması, iki devletin birbirine çok sıkı bağlarla bağlanmış
olduğunu göstermektedir. 1990’ların başlarından itibaren iki devlet arasında stratejik
müttefiklik düzeyinde bir ilişkinin olması ve güvenlik politikalarının paralel bir şekilde
inşa edilerek önemli askeri anlaşmalara imza atılmış ve böylece her iki devlet, bölgenin
en derin ilişkilere sahip güçleri haline gelmiştir.
22
Özellikle 1990’lı yılların başlarında
Suriye
ile olan gerilim ve PKK sorunu, İsrail ile olan ikili ilişkilerde güvenlik konularında
işbirliğinin öne çıkmasının en öncelikli nedeni olmuştur (Özcan, 2008, s. 802). Bunu
takip eden süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonunun da İsrail tarafından
22 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için, bkz. Özcan & Bengio (2001, s. 90-109).
80
İnsan ve Toplum
yapılması yönünde çeşitli anlaşmalar, iki devletin güvenlik temelli yakınlaşma politika-
sında derin ilişkiler kurmasını beraberinde getirmiştir.
1990’lı yılların ilk yarısından itibaren derinleşen Türkiye-İsrail ilişkileri, AK Parti
Hükümeti döneminde de mümkün mertebe yüksek düzeyli
olarak muhafaza edilme-
ye çalışılmıştır. Bu süreçte Filistin- İsrail sorununa çözüm bulma uğraşları bir taraftan
devam ederken bir yandan da İsrail ile ilişkilerin muhafazasına azami ölçüde gayret
gösterilmiştir. Nitekim İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in 2007 yılında gerçekleştirdi-
ği ziyaret esnasında TBMM’de milletvekillerine hitap etmesi ve TBMM’de konuşan ilk
İsrail Devlet Başkanı ünvanını alması, AK Parti dönemi Türkiye-İsrail ilişkilerinin boyutu
hakkında önemli ipuçları vermektedir. Bu dönemde gerek siyasi ve diplomatik gerek
ticari gerekse de askeri alandaki faaliyetlerin
üst seviyede devam etmesi, geçmişteki
siyasetten bir kopma ya da uzaklaşmanın olmayacağının göstergesi olmuştur.
Tüm bunlara rağmen İsrail ile ilişkilerin çok iyi olduğu bir dönemde Filistin konusunda
Başbakan Erdoğan’ın “Davos Çıkışı” ile birlikte başlayan süreçte İsrail’e yönelik ağır
eleştirileri, iki devlet arasında düşük seviyeli krizlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Bununla birlikte 30 Mayıs 2010 tarihinde İsrail’in Gazze’ye yardım götüren konvoya
uluslararası sularda saldırması ve Mavi Marmara gemisindeki 9 Türk vatandaşını öldür-
mesi, iki ülke arasında yüksek seviyeli bir krize yol açmıştır.
23
Saldırının hemen ardın-
dan Başbakan Erdoğan, İsrail’e yönelik çok ağır eleştirilerde bulunurken BM Güvenlik
Konseyi’ni acil toplantıya çağıran Dışişleri Bakanı Davutoğlu, burada yaptığı
konuşma-
da İsrail’in yaptığı hukuk dışı bu saldırıdan dolayı derhal özür dilemesi gerektiğini ve bu
saldırının hesabını bir an önce vermesi gerektiğini ifade etmiştir (Davutoğlu, 2010a).
Bu olayın ardından Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Ankara’ya çağrılmış ve İsrail’in sal-
dırıdan dolayı özür dilemesi ve tazminat ödemesi gerektiği ifade edilmiştir.
Bugüne kadar bir çok krizle karşı karşıya kalan, fakat her krizin çözümünün ardından
ilişkilerin daha da derinleştiği Türkiye-İsrail ilişkileri, bu kriz sonrasında bitme nokta-
sına gelmiştir. 9 Türk vatandaşının kanının dökülmüş olması nedeniyle bu kriz, siyasi
bir mesele olmanın ötesine geçerek Türkiye için bir “onur meselesi” haline dönmüş-
tür. Uzun bir süre boyunca diplomatik ve siyasi anlamda İsrail’e yönelik bir yaptırım
uygulayamayan Türkiye, BM tarafından oluşturulan araştırma komisyonunun “taraflı”
raporunun ardından İsrail’e yaptırım kararı almıştır. Saldırının ardından 15 ay sonra
gelen bu yaptırım kararı
ile birlikte Türkiye, İsrail’den derhal özür dilemeyi ve tazminat
ödemeyi kabul etmesini, aksi takdirde daha farklı yaptırımların geleceğini de ifade
etmiştir. Diplomatik ilişkilerin ikinci kâtip seviyesine çekildiği, tüm anlaşmaların askıya
alındığı bu yaptırımlar yoluyla Türkiye, tüm diplomatik yolları kullanarak İsrail’i köşe-
ye sıkıştırmaya çalışmaktadır (Dışişleri Bakanlığı, 2011). Yakın
ilişkilere sahip iki ülke
arasındaki bu kriz, siyasi ve diplomatik alanda gerilimlerin tırmanmasına ve karşılıklı
restleşmelerin meydana gelmesine yol açmıştır. Geçmişteki krizlere nazaran çok daha
23 Yaşanan kriz sürecine dair daha detaylı bir analiz için, bkz. Mercan (2010).