75
Güder, Mercan / 2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası
de Neo-Osmanlıcılık ile ilgili endişelerini dile getirmiş ve bunun İran’ın etkisini kırmak
ve bölgede İran’ı çevrelemek adına ABD tarafından desteklenen bir akım
olduğunu
ifade etmiştir.
AK Parti dış politikasında, yukarıda tartışıldığı yumuşak güç ilkesinin en fazla ön plana
çıktığı yer olarak Orta Doğu’yu görmekteyiz. Bu kavram bağlamında düşündüğümüz-
de Türkiye, Orta Doğu ülkelerini etkileyen ve onları yönlendiren bir seviyeye gelmiş
bulunmaktadır. Bu durumu sağlayan en önemli faktör ise AK Parti’nin iç siyasette
görece bir istikrar sağlamakla beraber, özellikle Orta Doğu’ya yönelik dış politikasında
her anlamda etkin bir politika izlemesinin bölgedeki Türk imgesine yapmış olduğu
olumlu katkıdır (Yeşilyurt ve Akdevelioğlu, 2009, s. 407). Bu açıdan AK Parti,
bölgeye
her daim müdahil olarak etkinliğini artırmış ve “model” ve “cazibe merkezi” bir ülke
olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Bu bağlamda model ülke ve cazibe merkezi
olma girişiminde AK Parti’nin politika yapım süreci ve yolları, siyasi ve diplomatik saha
ile ekonomik ve kültürel ilişkilere yapılan vurguda açık bir şekilde görülmektedir.
Siyasi ve Diplomatik İlişkiler
Türkiye’nin Orta Doğu ülkelerine yönelik izlemiş olduğu politika ele alındığında, üç
farklı ilişki biçiminin olduğu göze çarpmaktadır: Arap ülkeleriyle ilişkiler, İran ile ilişkiler
ve son olarak da İsrail ile ilişkiler. Bu nedenle Türkiye’nin Orta Doğu politikasını ince-
lerken dış politikada bölgeye yönelik siyaseti genel bağlamda ele almakla birlikte, üç
ayrı alanın varlığının farkında olarak siyaset yapım ve uygulama sürecini analiz etmek
gerekmektedir.
Türkiye’nin Orta Doğu politikasında siyasi ve diplomatik ilişkilerini
incelerken üzerinde
durulması gereken en önemli kavramsal çerçeve, dış politikanın belirleyici paradig-
malarından olan “komşularla sıfır sorun” politikasıyla “merkez ülke” olma söylemleri
üzerine temellenmektedir. Merkez ülke söylemi ile bölgede olayları yönlendirici,
yönetici, etkileyici bir role bürünülmeye çalışılmakta ve Orta Doğu’da Türkiye’nin dahli
dışında bir gelişmenin yaşanamayacağını ifade edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle
Davutoğlu’nun Başbakanlık Başdanışmanı görevindeyken ifade ettiği, “Orta Doğu’da
Türkiye’siz oyun artık kurulamaz” (Davutoğlu, 2009) sözü, Hükümetin bölgede sahip-
lendiği rolü açık bir şekilde göstermektedir. Bununla birlikte uzun yıllar boyunca
bölgeden uzak kalmayı
yeğlemiş bir ülkenin, dış politikada köklü bir açılım siyasetiyle
ciddi bir söylem geliştirerek bölgeye yönelik kurucu bir etkiye sahip olma arzusunun
önünde bazı engeller de bulunmaktadır.
Hükümetin, Orta Doğu devletleri ile yakın ilişkiler geliştirme gayretine rağmen henüz
devlet düzeyinde bölgede belirli bir nüfuz edinilememiş olması ve bölge halkları ara-
sında resmî düzeydeki karşılığının –Başbakan ya da Dışişleri Bakanı’nın oluşturduğu
etki ve onlara yönelik Arap halklarının teveccühü burada değerlendirme dışında tutul-
maktadır- başka devletlere kıyasla zayıf kalması, Türkiye’nin Orta Doğu’da ne kadar
76
İnsan ve Toplum
etkin ve yönlendirici bir rol oynayabileceğine dair soru işaretlerini akla getirmektedir.
Bu
durumun en önemli gerekçesi, yine Ahmet Davutoğlu tarafından bir televizyon
programında dile getirilmiştir: “Ben geldiğimde hayretler içinde farkettim ki şu anda
Filistin- Irak gibi bütün bu dış politika ile uğraşmak durumunda olan, Orta Doğu
dairemizde çalışan diplomatlarımızın sayısı bir elin parmaklarından biraz fazla.” (CNN
Türk, 2004). Bakan’ın bu ifadesi, Türkiye’nin bölgede etkinliğini artırmak
için gerekli
olan personele sahip olmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Dışişleri’nde, yeteri
kadar bölgeyi iyi tanıyan, bölge dillerini bilen ve sahaya vakıf diplomatın olmayışı,
Türkiye’nin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, son
yıllarda merkez ülke söylemi çerçevesinde gelişen ve bölgeye yönelik büyük projeler
taşıyan politikaların etkin ve olumlu sonuçlar getirecek şekilde uygulanabilmesi için bu
politikaların bölgeyi tanıyan diplomatlarla desteklenmesi gerekmektedir. Bu anlamda
Dışişleri’nin üzerine düşen en önemli görev, bölgeyi alanlar ve disiplinler dâhilinde
bilen uzmanların istihdamını ve bölgenin gerçeklerini, sosyal
ve kültürel özelliklerini
benimsemiş diplomatların yetişmesini sağlamaktır.
Hükümetin son yıllardaki bölge siyasetine baktığımızda, öncelikli olarak Arap ülkeleriy-
le olan temaslar ele alınmalıdır. Arap Orta Doğusu’na yönelik politikaların kökeninde
bulunan temel faktör tarihî, kültürel, sosyal ve dinî açıdan köklü bağların bulunması
nedeniyle yakın bir işbirliği ve diyalog tesisi yönündeki bir çabadır. Ayrıca, çok boyutlu
dış politika anlayışı çerçevesinde de Arap ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi, hayati bir
önem taşımaktadır. Bununla birlikte Arap ülkeleri ile yakınlaşmanın Avrupa Birliği’ne
üyelik sürecini olumsuz etkilemeyeceği, bu yakınlaşmanın Batı’yla ilişkiler için alter-
natif bir ilişki biçimi olmadığı, Hükümetçe de dile getirilmektedir. Nitekim Dışişleri
Bakanlığı’nın resmî sitesinde, Arap Ülkeleri ile İlişkiler kısmında, “Türkiye’nin Arap-İslam
Ülkeleri ile Avrupa Birliği yönelimi
birbirinin alternatifi değil, TDP’nin çok boyutlu, çok
bölgeli ve çok taraflı karakterinin tamamlayıcı unsurlarıdır.” (Dışişleri Bakanlığı, 2009)
yönündeki ifade, yukarıda belirtilen durumu teyit etmektedir.
Hükümetin, Arap ülkeleri ile ilişkilerinde ekonomik anlaşmalar ağır basmakla beraber,
özellikle son birkaç yıl içinde, bazı Arap devletleriyle çok daha yakın ilişkiler geliştiril-
miştir. Türkiye’nin en uzun sınıra sahip olduğu komşusu olan Suriye ile yapılan ticari
anlaşmalara ek olarak ortak kabinenin oluşturulması, ilişkilerin stratejik müttefik düze-
yine çıkarılması, bu durumun en önemli göstergelerindendir. Ayrıca Golan Tepeleri
hususundaki anlaşmazlığa dair Türkiye’nin Suriye ve İsrail arasında arabuluculuk
görevi üstlenmesi, bölgedeki iki müttefikinin arasını düzeltme
ve sorunsuz bir bölgesel
politika pratiğini hayata geçirme çabası olarak da okunabilmektedir.
Türkiye’nin üstlendiği arabuluculuk görevlerinin ve bölgedeki krizlerin aşılmasına
yönelik üstlendiği rollerin dışında, karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılan
adımlardan birisi de vizelerin kaldırılmasına yönelik girişimler olmuştur. Son yıllarda
Arap ülkeleri ile vizelerin kaldırılması yönündeki gayretler, karşılığını daha çok ticari