81
Güder, Mercan / 2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası
girift bir hale bürünen Mavi
Marmara Krizi ile Türkiye, bir taraftan İsrail’e karşı elini
güçlendirmeye çalışırken bir taraftan da Orta Doğu halklarının teveccühünü daha çok
kazanmayı da başarmıştır. Bununla birlikte bu süreçte göz ardı edilmemesi gereken en
önemli husus ise tıpkı geçmişte olduğu gibi krizin Türkiye’nin talepleri yerine getirildiği
takdirde çözülmesiyle birlikte, yaşananların unutulacağı ve ulusal çıkarların bir sonucu
olarak iki ülke ilişkilerinin yeniden yoluna gireceği hakikati olmalıdır.
Sonuç
Buraya kadar ele alınan bölümde, Orta Doğu örnekliğinde TDP’nin izlediği mecrayı
şekillendiren parametrelerden en belirgin olanları kritik edilmeye çalışılmıştır. Tüm
bunlar ele alınırken yapılan tasnifte, daha çok dış politika yapım
sürecinde etkili olan
dışişleri ve yetkili siyasi birimlerin yazılı ve sözlü açıklamaları etkili olmuştur. Fakat olay-
ların yorumlanmasında, dış politikada aktif olarak yer alan yapımcıların beyanları sürekli
eleştiriye tabi tutulmuştur. Dış politikadaki ilkelerin ve olayların zayıf ve güçlü yönleri
vurgulandıktan sonra yazarların ilgili bölüm hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir.
Temel parametreler ele alınırken bunlar, tüm yönleriyle ele alın(a)madı. Buna rağmen
incelenen bölümlerde konuya dair en can alıcı noktalara temas edilmiş ve konunun
Orta Doğu ile ilişkili olabilecek yönlerine ağırlık verilmiştir. Ayrıca, tüm bu ilkelerin ele
alınması, Türkiye’nin bu konular hakkında tamamen başarılı olduğu ve bunları benim-
sediği ve hazmettiği anlamına gelmemektedir. İlgili başlıkları incelerken belirtildiği gibi
bunlar, TDP karar alıcıları tarafından kamuoyu ile paylaşılan bir takım dış politika ilkeleri/
beklentileridir.
Yinelemek gerekirse, Türkiye’nin tüm bu ilkeleri takip etmedeki temel
amacı, dünya siyasetinde etkin olmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak, tüm bu değerlendirmelerden sonra TDP hakkında bazı tespitlerde
bulunulabilir. Genel olarak Türkiye’nin dış politika tarihine bakıldığında, günümüz
Türkiye’sinde dış politikada bir dönüşüm süreci yaşanmakta olduğu bariz bir şekilde
görülmektedir. Henüz bu süreç devam etmekte olduğu için kesin yargılarda bulunmak
okuyucuyu yanılgıya düşürebileceğinden bu makalede genellemelerden mümkün
mertebe kaçınılmıştır.
Bununla birlikte, TDP’ye dair bazı değerlendirmelerde bulunmak
mümkündür. İlk olarak, araştırma kapsamında yapılan çalışmaların işaret ettiği nokta,
ilkesel bazlı dış siyaset uygulamaları ele alınırken denkleme konulması gereken en
önemli unsurlardan biri de tartışmasız uluslararası sistem’in yapısı olduğu gerçeğidir.
Devletler veya devlet adamları, ülkeleri adına bir takım politikalar izlediklerinde, çoğun-
lukla kendi ulusları adına en kazançlı olanını tercih etmek isterler ve attıkları adımlarda
bu kaygıyı gözetirler. Ancak, uluslararası sistemin dinamik ve değişken yapısı, bazen bu
hamleleri boşa çıkarabilir. Tüm bunlara rağmen uluslararası
sistemin en önemli aktörleri
devletlerin ve ülkelerdeki en etkili kişi olarak devlet başkanlarının veya başbakanların
birey olarak yapabileceklerinin küresel arenadaki etkisi, belirli şartlarla sınırlıdır.
Aynı şeklide devletler, çoğu zaman bölgesel olayları kontrol etme veya onların gidişa-
82
İnsan ve Toplum
tını tayin etme konusunda farklı nedenlerden dolayı, devlet başkanlarında olduğu gibi,
yetersiz kalabilir. Çalışmanın örnek bölgesi olarak seçilen Orta Doğu’da durum bundan
farklı değildir. Dış politika ilkelerinden Türkiye’nin “komşu ülkelerle sıfır sorun”
ve kom-
şulardan özellikle Suriye meselesinde görüldüğü gibi, Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları
açısından rasyonel ve kazançlı sayılabilecek bir yol izlediği, yerli-yabancı araştırmacılar
tarafından dile getirilmektedir. Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerin-
de geldiği nokta itibarıyla, neredeyse sorunsuz komşusunun olmadığı görülmektedir.
Bu ilk etapta incelendiğinde, Türkiye’nin bu politikalarda tamamen başarısız olduğu
sonucu çıkartılabilir; ama durum etraflıca incelendiğinde “sıfır sorun” politikasının aka-
mete uğraması, Türkiye’yi de aşan, adına son zamanlarda Arap Baharı olarak tanımlanan
bölgesel bir gelişmeden kaynaklanmaktadır. Tüm bunlardan varılmak istenen yargı
şu olacaktır: dış politika değerlendirmelerinde sonuç odaklı yaklaşımlar, süreç odaklı
yaklaşımlara göre daha az açıklayıcıdır. Tüm bu çözümlemeler yapılırken elbette ki
dış politikadan sorumlu hükümetin bu konuda attığı adımların tamamının,
doğru ve
gerçekçi adımlar olmadığı bilinen gerçektir. Özellikle, Türkiye’nin son yıllarda bölgede
attığı adımların önemli bir kısmı, ülke içi siyasette malzeme olarak kullanıldığı için, gerek
bölge halkı için gerekse ülke halkı için üstesinden gelinemeyecek kadar çok talep ve
beklenti oluşmasına neden olmuştur. Orta Doğu’ya yönelik eleştirilerin çoğu sistemik
ve bölgesel temelli değildir; bunlar daha çok talep yetersizliği ve hayal kırıklığı olarak
kendini göstermektedir. İskit, bu durumu, aktif dış politika bağlamında “görünürlüğün”
“etkinliğe” dönüşemediği bir hal olarak tanımlamaktadır (İskit, 2008). Bu makalede vur-
gulanmak
istenen husus, Türkiye’nin dış politikadaki
etkinliği, sonuçları itibarıyla, görü-
nürlüğü ve söylemi ile kıyaslandığında sönük kalmaktadır. Bu yönü itibarıyla, Türkiye’nin
1990’lı yılların başında Orta Asya’da karşılaştığı kapasite yetersizliği ve bunun sonucun-
da uğradığı hayal kırıklığı, Türkiye’nin Orta Doğu’daki bugünkü durumuyla benzerlikler
göstermektedir. Bir diğer husus, dış politikanın uygulanış biçimi itibarıyla kendine has
bir takım kuralları
oluşmuştur, Türkiye’nin, bunlara dair pek fazla eleştirisi olmamıştır.
Hükümetler, hangi ideolojiden ve siyasi yelpazeden gelirse gelsin, bu kuralları uygu-
lama hususunda pek hevesli gözükmektedirler. Hal böyle olunca Türkiye’nin, özellikle
Orta Doğu’ya yönelik son dönem dış politika girişimlerinde gündeme sıkça getirilen
TDP’nin bölgeselleştiği ve eksen kayması’na uğradığı eleştirileri, çok gerçekçi görünme-
mektedir. Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik son zamanlarda uyguladığı proaktif
dış
politika stratejileri, ülkenin bölgesel ve küresel hedefleri açısından hayati önem
kazanmaktadır. Böylelikle Türkiye, kendi ulusal çıkarları açısından gerekli gördüğü bir
alanda, ısrarla ikili ve çoklu ilişki geliştirme yolunu seçmiştir.