İzmir ve Serbest Cumhuriyet Fırkası
421
ve otoritesine karĢı bazı idraksizler tarafından yapılan çirkin saldırılardan çok etkilenmiĢ olduğumu
tahmin etmek güç değildir. Bu üzüntümü akan kanlar ve zayi olan hayat ĢiddetlendirmiĢtir. Bu gibi
saldırganlar ve tahrikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden kendilerini kurtaramazlar » (Anadolu
Gazetesi, 11 Eylül 1930).
Bu geliĢmelerin ardından Okyar, Mustafa Kemal‟e bir mektup yazarak, olup biteni
anlatma ihtiyacı duyar ama durum gerçekten ciddidir. CumhurbaĢkanı Türkiye Büyük Millet
Meclisi BaĢkanı Kazım Özalp‟i olayları incelemek üzere görevlendirir. Ġncelemenin sonuçları,
siyasi elitler arasındaki anlaĢmazlığın boyutlarını ortaya koymakta:
« Bu hadiseler olurken ben Balıkesir‟deydim. Ġsmet PaĢa telefon etti. Gazi konuĢmak istiyor dedi.
Atatürk meseleyi anlattıktan sonra: ‛Vali baĢka yazıyor, kumandan baĢka türlü yazıyor, Mahmut Esat
baĢka türlü yazıyor, Halk Fırkası baĢka türlü yazıyor. Sen oraya git, hakikati anla ve derhal bana bildir.‟
Ġzmir‟e geldiğimde Gazi‟ye değiĢik rapor veren zevatı topladım. Hepsinin raporunu ortaya çıkarttırdım
ve yüzleĢtirdim. Raporlarda hepsi birbiri aleyhine laflar etmiĢlerdi. Vali, Fethi Bey için ‛etrafına bir
sürü çapulcu toplamıĢ‟ diyor, Fethi Bey ise Mahmut Esat‟ın sarhoĢ olduğunu belirtiyordu. Raporlardaki
bu ifadelerin çıkması üzerine, tabii büyük bir münakaĢaya tutuĢtular. Onları yatıĢtırıp,
iddialarındaki
mübalağaları tespit edip ve bir zabıt tutup Gazi‟ye yolladım » (Tabak, 1990: 107-108).
Ve basın yeniden susturulmuĢtur. 14 Eylül‟de Zeynel Besim‟le birlikte yarım düzine
gazeteci tutuklanmıĢtır. Bu
gazeteciler
için kaleme alınan bir veda mektubu, taĢra aydınının
iktidardan ne kadar uzaklaĢtığını göstermektedir:
« Dünya hiç görmüĢ müdür ki, tarih hiç kaydetmiĢ midir ki vicdanlara, mefkureye bağ vurulsun,
kafalara, hür ve samimi hislere kelepçe vurulsun! ĠĢte bu da böyledir. Ortada bir hakikat vardır ki oda
memlekette yeni bir sabahın baĢladığıdır. Kalemlerimizi karanlık ufuklara gerilen perdeye uzattık, didik
didik, lime lime bu perdeyi indirerek, memlekete yeni bir ıĢık getirmek istiyoruz. Senelerden beri
yarasalar gibi, gece kuĢları gibi karanlıklarda kalmıĢtık. Sabah geç kalıyordu. Sabah aydınlıkları
yüzümüze vurmuyordu. Ġçimizi doldurmuyordu. Nihayet harekete geldik [geçtik]. ‛Hareket‟ diyorum,
kelimenin kuvvetini dinleyiniz. Millet harekete gelmiĢtir. Biz fedai diye ortaya atıldık ve ilk kurban
olarak sizi verdik » (Hizmet, 14 Eylül 1930).
ġiddet olgusu, ötesinde ve berisinde duran gerçeklerle birlikte ele alınması gerekiyor.
Gelecek baĢlık altında Ģiddeti ve toplumsal muhalefeti besleyen çeĢitli olguların sadece
birkaçı tartıĢılıyor.
Toplumsal Destek ve ġiddet Olaylarının Analizi
Burada tarihsel geliĢim süreci, iç ve dıĢ göçler, çok kültürlü yapı, uzun savaĢ yılları,
devlet zoru, radikal reformlar, etnik milliyetçilik, ekonomik yapı, doğal felaketler, kentin
karakteristik özellikleri gibi baĢlıklardan her biri mikro ölçekli bir analiz tablosunun temel
Manas Journal of Social Studies
422
öğeleri olarak değerlendirildi. Ancak, kenti oluĢturan toplumsal katman ve dinamiklerden her
biri, ancak kendi öznelliği içinde ele alındığında araĢtırmacıyı doğru değerlendirmelere
götürebilir. Bu noktada belki 1930 Ġzmiri‟nin genel bir tablosunu çizmekte ve temel bir
soruya cevap aramakta yarar var.
9 Eylül 1930‟da, yani iĢgalden kurtuluĢun sekizinci yıl dönümünde, Ġzmirliler neden
hürriyet için yeniden sokaklara döküldü? Cevap gerçekten karmaĢık bir geçmiĢi iĢaret ediyor.
Bir kent düĢünelim: Ġmparatorluğun yıkılıĢının oluĢturduğu travmayı, bir iĢgal derinleĢtirmiĢ.
On binlerce kiĢiyi etkileyen ve ekonomisini yerle bir eden büyük yangının külleri hala
sıcaklığını koruyor. Büyük bir göçle ekonomik becerilerini yitirmiĢ. On binlerce göçmen
iskân sorunuyla boğuĢmakta. Büyük doğal felaketlerin ağır bedellerine merkezi iktidar
neredeyse kayıtsız kalmıĢ. Göçmenlere çeĢitli nedenlerle dıĢlanıyorken, gayrimüslimler
potansiyel bir iç düĢman olarak görülmekte. Hayat pahalılığı yüzde birkaç binlere varan
artıĢları kaydetmiĢ. Belediye ekonomik elitlerin baskısı altında ezilmiĢ ve yedi yılda
neredeyse yedi kez baĢkan değiĢtirerek yerel basının baĢlıca polemik malzemesine dönüĢmüĢ.
Altyapı hizmetleri kentin bir bölümüne neredeyse hiç uğramamıĢ.
Yoksul fakir arası uçurum endiĢe verici boyutlara ulaĢmıĢ. Temel gıda fiyatları
alabildiğine yükselmiĢ ve belediye ekmek fiyatlarını dahi kontrol edemiyor. Salgın hastalıklar
kol geziyor. Halka tepeden bakan yerel idarecilerin içe kapanıklığı sessizce sorgulanıyor.
Sağlık hizmetlerinden yararlanmak el yakıyor. Adalet sistemi güçlüden yana. Özellikle
gençlerden oluĢan iĢsizler ordusu, her akĢam evlerine eli boĢ dönüyor. ÇalıĢanlar ağır Ģartlar
altında ezilirken, alın terleri düĢük ücretlerle sömürülüyor. Memurlar ve tüccarlar ağır vergi
yükü altında eziliyor. Buraya kadar çizilen tablo yeterince olumsuz, ama henüz her Ģey
bitmemiĢtir. Nihayet bardağı taĢıran son damla 1929 Dünya Ekonomik Buhranı‟dır. Yılların
biriktirdiği ağır yük, artık tahammül sınırlarını aĢar ve toplumsal çöküĢ hızlanır. Pahalılık
sembolüne dönüĢen ekmek, yoksulun sofrasında her gün birkaç lokma daha azalmıĢ ve
SCF‟nin kuruluĢ günlerinde fiyat artıĢı neredeyse tavan yapmıĢtır.
Ġzmir‟in XVII. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren girdiği büyüme dönemi, büyük bir
ekonomik, toplumsal ve fiziksel değiĢimle belirginleĢti. ġehrin bu karmaĢık büyüme
serüvenine dair birçok Ģey yazılabilir. Fakat konunun kapsamı araĢtırmanın sınırlarını bir
hayli aĢmakta. Kısaca özetlemek gerekirse, bu geniĢleme sürecinde kentin toplumsal bir
çeĢitlik kazandığını özellikle belirtmek gerekir. Ancak 1908 Jön-Türk Ġhtilali‟ni izleyen
yıllarda, özellikle 1913‟ten sonra bu demografi aĢındırılmaya yüz tutmuĢtur. Fakat 1922‟deki