Marti jonathan’dan



Yüklə 235,42 Kb.
səhifə2/8
tarix14.01.2018
ölçüsü235,42 Kb.
#20520
1   2   3   4   5   6   7   8

DÖRT


Çimenlerin sararıp, derenin buzlanmaya yüz tuttuğu sonyaz akşamlarından birinde bir martı çığlığıyla irkildik. Sürüdeki martıların tümü de işlerinin başındaydı oysa. Gözlerimiz, haykıranı görebilme umuduyla yakın tepeleri tararken, ikinci bir çığlık tam üstümüzde patlayıverdi. Gerçi inanılır gibi değildi; ama bizlere benzeyen bir martı uçmaktaydı gökyüzünde! Bunakmartı’nın anılarındaki martılar gibi kanatlarını kullanabilen türdeşlerimiz gerçekten de yaşamaktaydı demek!

Bizler denli, başımızda nöbet tutmakta olan kargalar da bir süre şaşkınlıkla izledi uçan martıyı. Üç beşi, kendilerini diğerlerinden daha önce toparlayıp havalandı; ama martı öylesine hızlıydı ki; yetişemediler.

O gün, günbatımına değin, kızgın kargaların aşağılayıcı haykırışlarına hedef ola ola çalışıldı. Konut mağaraya dönmemizle birlikte tümümüz bir ağızdan, olanları dişi martılara anlatmaya başladık. Kimi dişiler, “Siz topluca aynı düşü görmüş olmalısınız.” derken, kimisi de, “Uçan, Tanrımartı’ymıştır!” biçiminde akıl yürüttü.

Olaya bütün bütün tanıklık etmiş olan bizler bile gördüklerimizin gerçekliğine ilişkin bir kuşku duymaya başlamıştık: Yoksa, söylendiği gibi düş müydü gördüğümüz? Yalnızca Bunakmartı inançla sürdürdü o martının varlığına ilişkin savını. “Demez miydim ben size bizlerin uçabildiğini?” diye söylendi durdu bütün gece.

Bir sonraki günün sabahı, daha çöpleri yeni yeni eşelemeye başlamıştık ki aynı martı “Heeeyy” çığlıklarıyla geçiverdi üstümüzden. Günbatımı yönünde genişçe bir daire çizdikten sonra yeniden bizlerden yana yöneldi. Sürünün tam üstüne gelmesiyle birlikte yukarılara doğru dimdik bir yol tutturdu. Nöbetteki kargaların tümü martının ardısıra fırladı dört bir yandan. Göğe doğru yükselmekte olan kapkara bir duman kümesini andırıyorlardı.

Tam akça martıyı göremez olmuştuk ki boşluktan düşen bir kaya gibi, onca karga arasından sıyrılıp yakınımıza konuverdi. Ne var ki, “Gönül gözlerinizi açın!” demesiyle yeniden havalanması bir oldu alımlı martının.

Aradıkları martının üstlerinde uçmadığını neden sonra sezinleyen kargalar, tek tek yere inmeye başlamışlardı. Martıysa artık gözle izlenemeyecek uzaklıklara çoktan ulaşmıştı bile.

Sürüdeki martılar, birbirlerine boş boş bakmaktaydılar. Gözüm bir ara Bunakmartı’ya ilişti: O uçan martı sanki kendisiymiş gibi onurluydu duruşu. Sürmekte olan sessizliği Kargabaşı’nın “Tanıyan var mı onu?” sorusu bozdu.

“Bu martı” dedi Bunakmartı “...atalarımın anlattığı bir söylenceyi anımsatıyor bana.”

Gagasının kenarlarında beliren sevimli bir gülümsemeyle sürdürdü sözlerini: “Şimşek gibi akan yel gibi uçan bir martıdan, Acunsalmartı’dan söz ederdi atalarımdan biri! ‘Yüreklerinde Acunsalmartı’nın yansımasını duyumsayan her martı, benzer bir biçimde yetkinleşir!’ derdi o söylenceyi anlatan. Bu gördüğümüz de işte öylesi bir martı olsa gerek.”

Kargalar izin verse, Bunakmartı sürdürecekti anlatmayı ya, işe başlamamız buyruğuyla yarıda kaldı konuşması. Gerçi, çalışmasına çalışıyorduk; ama gerek bizlerin gerekse kargaların usu gökyüzünde takılıp kalmıştı bir kez.

O akşamki yakarı boyunca, bizlere yiyecek sunmasını dileyip durduğumuz Tanrımartı’yla söylencedeki Acunsalmartı’yı kıyasladım. Yerinden bile devinemeyen şu yonutun, şimşekler denli çevik martıyla uzaktan yakından ilişkisi olamazdı.

Uçan martının “Gönül gözlerinizi açın!” haykırışıyla Bunakmartı’nın ‘Yürekte Acunsalmartı’nın yansımasını duyumsama’ deyimi nasıl da koşuttu birbirine.

İyi de, ne yapılmalıydı Acunsalmartı’yı yürekte duyumsayabilmek için? Nasıl oluyordu da sürüdekilerden hiçbirine yansımıyordu o? ‘Duyumsayan bir tek yürek’ bile yok muydu aramızda?

Konut mağaraya dönene değin usumu kurcaladı durdu benzer sorular. Salt ben değil, tüm sürüdekiler de düşünceliydi sanki, dönüş yolu boyunca.

Kargaların yanımızdan ayrılmasıyla birlikte, bir akşam öncekine benzer gürültünün titreşimleri mağaranın kayalarından tozların dökülmesine neden oldu. Düş görmüş olabileceğimiz savına pek sarılamadı bu kez dişi martılar. Erkeklerin abartılı anlatımlarıyla dişilerin şaşkınlık çığlıkları biraz azalmaya durunca Kıvırtanmartı’nın yanına gidip, “Sana bir şey soracağım.” dedim.

“Sor.” dedi Kıvırtanmartı.

“Duyarlı bir yürek kaç boncuk eder sence?”

“Duyarlı bir yürek de neymiş? Bir yüreğe karşılık kim boncuk verir ki? Bence bir boncuk bile etmez senin o söylediğin şey.” deyip az ötedeki bir kümeye doğru yürüdü gitti Kıvırtanmartı.

Kuluçkada yatmakta olan anneme sormalıydım bunu; belki o bilirdi:

“Acunsalmartı diye bir şeyden söz edildiğini duydun mu?”

Duymamıştı.

Ona, Bunakmartı’nın bugün anlatmış olduklarını aktardım.

“Böyle boş şeylerle yorma kafanı.” dedi annem sinirli sinirli; “...Çalışkanlığınla, kargaların gözüne girip biraz boncuk edinmeye bak. Yaşlanınca gerekecek sana o boncuklar.”

Ona, duyarlı bir yüreğin kaç boncuk edeceğini sormaya bile gerek duymaksızın mağaranın en dip köşesine tünedim. Sabaha değin Acunsalmartı’yla onun yüreklerine yansıdığı yüzlerce martıyı şimşekler gibi uçuşurken gördüm düşümde.



BEŞ


Sabah, mağaradan çıkar çıkmaz Bunakmartı’nın yanına koştum. Dünden beri usumu zorlayıp duran soruların yanıtını alabileceğim tek kişi Bunakmartı’ydı anlaşılan. Kargalar, işe götürülüp getirilmemiz sırasında birbirimizle konuşmamıza izin verirlerdi.

“Acunsalmartı’yı anlatsana bana.” dedim Bunakmartı’ya. Yüzü bir anda ışıdı sanki. Sonra, sakin sakin anlatmaya başladı:

“En eski atamızmış Acunsalmartı. Salt bu ülkedeki değil yeryüzündeki tüm martıların atasıymış o. Ölümsüzmüş Acunsalmartı, olağanüstü yetenekli, güçlü... Eskiden, denizlerin tüm martıları onu sever sayarmış. Kendilerinde ondan bir yansıma bulmak için çabalayan, onu yüreklerinde duyumsayabilen martılar Acunsalmartı’nın sunacağı aşkınlığı yakalar, onun yeryüzündeki yansımalarına dönüşürlermiş.”

Sustu bir süre Bunakmartı. Belki anlatacaklarını toparlamakta zorluk çekiyor, belki de geçmişten bugüne dönmek istemiyordu. Bense , uçabilmenin gizlerini öğrenebilme özlemiyle kıvranıp durmaktaydım.

“Peki;” dedim; “...hiç onu duyumsayabilen martılarla karşılaşmış mıydın gençliğinde?”

“Gençlik yıllarımdaki sürüde dostluk ve iyilik dolu, sevecen bir martı vardı. Sana bu anlattıklarımı da zaten ondan dinlemiştim bir zamanlar. Her sabah ve herkese esenlik dilediği için “Esenlikmartı” diye çağırırlardı onu. İşte o güzeller güzeli yaratık Acunsalmartı’nın kendisine yansıdığını söyler, ‘Biraz çabalasanız sizlere de yansır.’ derdi.”

“Avlanmaya çıktı mı, birkaç balıkla doyuverir, sonra da yaşlılara ve yavru martılara taşırdı tuttuklarını. Diğerleri denli oburca yemediğinden miydi, yoksa Acunsalmartı yüreğine yansıdığından mıydı bilemem; ama sürüdeki tüm martılardan daha hızlı uçar, daha iyi görür, daha büyük balıklar yakalardı.”

Bir şeyler anımsamış olmalı ki, kendi kendine gülümseyerek sürdürdü sözlerini Bunakmartı:

“Şimdilerde varsıllık simgesi nasıl şu boncuklarsa, o günlerde de mürekkepbalığı kemikleriydi. Diğer kuşlar bile bu kemikler karşılığında olmadık şeyler verirlerdi bizlere. Tutkumuz öylesine yoğunlaşmıştı ki, birkaç kemik için kimi zaman hırsızlıklar olur, aramızda kavgalar çıkardı.”

“Bir şey sormak istiyorum:” diye sözünü kestim Bunakmartı’nın; “...Şimdilerde, boncukları yaşlanacağımız günlerin güvencesi olarak biriktiriyoruz; biliyorsun. Eskiden sizlere egemen kargalar da yokmuş; o kemikleri biriktirmeye neden gerek duyardınız öyleyse?”

“En çok kemiği olan, bir yıllığına sürü başı seçilirdi. Diğer martılarsa sürü başına belli sayıda kemik armağan etmekle yükümlüydüler. Herkes en çok kemiği biriktirip sürü başı olmak için didinir dururdu. Yalnızca Esenlikmartı bu yarışa katılmaz, ağzını kemiklere sürmekten bile kaçınır, sürü başına ‘Şurada şu denli kemik bulacaksın, onları yıllık armağan say.’ derdi.”

“Kemik edinme tutkunuza böylesine tepki duyuşunun nedeni neydi sence?”

“Tutkularımızdan ötürü öz benliğimizi yitirmekte oluşumuzdan söz ederdi sık sık. “Sizler Acunsalmartı’yı da, onun yüreklere yansıyışını da, duyumsama yetilerinizi de unutup gitmektesiniz. Artık kemiğe tapar oldunuz sizler.’ derdi.”

“Sende de var mıydı o kemik tutkusu?”

“Daha çocuktum ben o yıllarda, Esenlikmartı’nın anlattıklarını kavrayamazdım bile. Şu uçan martıyı görmeseydim belki bunları da anımsayamadan ölüp gidecektim.”

“Sizlerle birlikte çöplüğe göç etmedi mi Esenlikmartı?”

“O da ayrı bir öykü : Yaşadığımız denizin artık ölmek üzere olduğuna bizleri inandırmaya çalıştı günlerce. Uzak denizlere göç etmemiz gerektiğini anlattı durdu sürüdekilere.”

“Diğerleri sezinleyemedi mi başlarına gelecekleri?”

“Kimileri sezinlemekteydi kuşkusuz. Ne var ki göçü göze alamadıkları gibi, taşıyamayacakları için, kemikleri bırakıp gitmeye de yanaşmamaktaydılar. Esenlikmartı, diri denizlere bir başına gitmeye karar verdi. Sürüden ayrılacağı gün, kıyıdaki yaşlı çamın altında durup bizlerden yana haykırdı son bir kez: ‘Sizin tanrınız, benim ayaklarımın altında...’”

“Sonra?”

“Sonra da uçup gitti. Bir daha gören olmadı onu. Özellikle yaşlılar, son sözlerine çok kızdı Esenlikmartı’nın. ‘Acunsalmartı’yı ayaklar altına aldı’ deyip durdular günlerce.”

“Ne anlatmak istemişti acaba?”

“Neden sonra anladık söylemek istediğini: Ölen martılardan biri için yaşlı çamın altında gömüt kazan martılar, yüzlerce mürekkepbalığı kemiğini bir arada bulmuşlardı. Tam Esenlikmartı’nın son kez haykırdığı yerde, bizlerce tanrılaştırılmış olan kemikler öylece durup duruyordu işte.”

Çalışacağımız yere varmış olmalıydık ki Kargabaşı, “Aç kalmak istemiyorsanız başlayın artık.” diye bağırdı.

Bunakmartı’nın anılarını bir başak gün dinlemek gerekecekti.




Yüklə 235,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə