248
ayrılma” keyfiyetini, fiîlî olarak buna imkan bulunmayan durumları da (gemide,
hapiste ve yolculukta bulunma gibi) dikkate alarak, zahirî manasıyla anlamanın
imkansızlığını görerek, gerçekçi ve evrensel bir perspektifle, gâî bir yorumda
bulunarak konunun bitirilmesi, konuya son verilmesi, yani konudan ayrılmak
anlamında yorumladığını belirtmişlerdir
1124
.
mam Malik de muhayyerlik hadîsini, bn Mes’ûd’un rivâyet ettiği (eyyuma
bîan tebayaa felkavl kavlu’l- bai ..”) hadîsiyle karşılaştırmış ve insanların bn
Mes’ûd’un hadîsinin muktezasınca amel ettiklerine şahid olunca buna göre hüküm
Dolayısıyla aynı kökten türeyen iftirak ve teferruk fiillerinin hem fizikî hem de sözlü ayrılma
anlamına muhtemel olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Tayâlisî (ö. 204), hadîsin her iki lafızla da
şeklinde rivayet edildiğine de dikkat çekmektedir. Bkz. et-Tayâlisî,
Suleyman b. Davud, Musnedu’t-Tayâlisî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, ty., s. 187 (no. 1316).
Dolayısıyla Tayâlisî’nin verdiği bu bilgi oldukça önem arzetmektedir. Zira bu durum, hadîslerin
manen rivayet edildiği olgusunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Şu halde bu bilgi,
rivayeti sözlü ayrılma anlamıyla yorumlayanların görüşünü de teyid etmiş olmaktadır. Zira
hadîsin, teferruk fiili yerine, sözden ayrılma anlamına gelen iftirak fiili ile rivayet edilmesi
durumunda, sözlü ayrılma olarak yorumların görüşünün de ihtimal dahilinde olduğu ortaya
çıkmaktadır. Ancak burada Şafiî’nin, her ne kadar teoride ma’nen rivayeti caiz görmüşse de
pratikte genel olarak manen rivayet ihtimalini hüküm ve değerlendirmelerinde göz ardı
edebildiğini, sabit gördüğü ve hüküm vermeye elverişli bulduğu rivayetlerin lafızlarına tamamen
bağlı kaldığını, neredeyse birer Kur’an metni gibi gördüğünü ortaya çıkarmaktadır. Neticede bu
durumun da, onun lafızcı yaklaşım sergilemesinde etkili olan önemli etkenlerinden biri olduğunu
söylemek mümkündür.
1124
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s.246. “Ebû Hanîfe’ye bu rivâyet hatırlatılmış, ve o: “Bu
bir şey değil, alıcı ve satıcı gemide olsalar ne yapacaklar” sorusuyla karşılık vermiştir”. Beyhakî,
Sunen, V. 272. Ebû Hanife’nin benzer anlamdaki sözleri için bkz. el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,
XIII. 405. Kâmil Miras’a göre, Buhârî’de nakledilen şu rivâyette Hanefîlerin görüşünü destekler
mahiyettedir. bn Ömer (r.a)’dan rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: “ Nebî (s.a) ile biz
bir seferde bulunduk. Ben (babam) Ömer (r.a)’in, genç, çetin bir devesine binmiştim. Deve bana
galebe ediyor [beni dinlemiyor] ve kâfilenin önüne geçiyordu. Ömer onu men’ edip geri
çeviriyordu. Sonra devem tekrar kafileyi geçiyor, Ömer onu men edip çeviriyordu. Bu sırada
Nebî (s.a) Ömer’e: -Şu (hırçın) deveyi bana satsana! buyurdu. Ömer: - O senindir yâ Rasûlallah!
dedi. (Tekrar) Rasûl-i Ekrem: - Şu deveyi bana sat! buyurdu. Ömer de Rasûlullah (s.a)’e sattı.
Akabinde Nebî (s.a): Ey Abdullah ibn-i Ömer! (Şimdi) deve senindir. Nasıl istersen öyle tasarruf
edersin, buyurdu” (Buhârî, Sahîh, 34, Buyû, 47 (III. 19); Nâim-Miras, Tecrîd-i Sarîh, VI, 422).
Kâmil Miras bu rivâyetle ilgili şu îzâhı yapmaktadır: “Bu hadîsin sebeb-i sevkı ve nokta-i
ictihadı Resûl-i Ekrem’in bey’i müteakib deveyi bn-i Ömer’e hibe etmesidir. Bu fi’l-i Nebevî,
sattım aldım demekle bey tamam olup mebi’ müşterinin malı olacağına ve akid bu sûretle tamam
olduktan sonra red, iâde, hıyâr câri olmayıp müşteri mâl-i müşterâsını derhal satmak, hibe etmek
gibi tasarrufât-ı hukûkiyeye mâlik bulunacağına delâlet eder ki, mam Ebû Hanîfe’nin
mezhebidir. Eğer deve o saatte Resûl-i Ekrem’in malı olmasaydı bn-i Ömer’e hibe edemezdi de
meclis-i akid sonuna ve bâyi’ ile müşterinin bedenen ayrılmalarına ta’lik ederdi. Binâenaleyh
akdin tamam olması için bâyiin sattım, müşterinin de aldım, demeleri ve sözle yekdiğerinden
ayrılmış olmaları kâfidir. mam Şâfiî meclis-i akdin sonuna kadar bir hıyâr kabul etmiştir ki, bu
hadîsin zâhirine mugâyirdir. Bu cihetle Şâfiî fukahâsı: Hazret-i Peygamber deveyi bn-i Ömer’e
hibe etmezden evvel Hazret-i Ömer’in Resûl-i Ekrem’den biraz takaddüm veya teahhur etmiş
olması muhtemeldir, diye te’vîl ederler” (Nâim-Miras, Tecrîd-i Sarîh, VI, 423). Ancak
yaptığımız araştırmalara göre Şâfiî’nin bu rivayete yer vermemiş olmasından, onun bu rivayetten
haberdar olmadığını söylemek mümkündür.
249
vermiş, yani ayrılmayı sözlü olarak anlamış
1125
ve tarafların ayrılmasını ifade eden
muhayyerlik hadîsini naklettikten sonra, bunu bedensel ayrılma anlamında almamış
‘
’
‘Bizde bunun bilinen bir sınırı ve tarifi yoktur. Buna
göre herhangi bir uygulama da bulunmamaktadır’ değerlendirmesini yapmıştır
1126
.
Burada Mâlik’in hareket noktasını, hukukun temel prensiplerinin oluşturduğu fark
edilmektedir. Satış akdi, isminden de anlaşılacağı gibi diğer akitler gibi bir akittir;
kira vb. gibi. Bütün akitlerde tarafların birbirinden bedenen ayrılması önemli
değildir
1127
.
M. Zâhid el-Kevserî ise, Irak fukahâsının üstadı Ebû Hanîfe ile Medîne
fukahâsının üstadı mam Mâlik’in bu meselede ittifak ettiğini, dolayısıyla onların
yaygın olmasa da bir meselede ifttifak etmelerinin bu husustaki delillerinin güçlü
olduğu anlamına geldiğini ifade etmektedir. Nitekim bu meselede brahim en-Nahaî,
Rabîatu’r-Re’y, Sufyân es-Sevrî de aynı görüştedir
1128
. Çünkü, Allah Kur’an’da bu
hususta karşılıklı rızayı emretmektedir. Şu halde alıcı ile satıcının her birinin
rızalarını gösteren ifadeleri birbirleri hakkındaki tasarruflarının helâl olmasını sağlar.
Oysa bunun bedensel ayrılmaya bağlanması bu ayetin hükmüne açıkça aykırıdır.
Ş
ayet hadîs sözle ayrılmaya hamledilse, taraflardan biri kabul etmediği müddetçe
rucû hakkı vardır. Dolayısıyla alıcı ve satıcının her ikisi de alışverişi bitirmedikçe
gerçekten pazarlık üzeredir ve akid sözle tamam oluncaya kadar düşünme hakları söz
konusudur. Dolayısıyla hadîsi sözle ayrılma şeklinde yorumlamak âyet- i kerimeye
daha da uygundur
1129
.
Ş
u halde Şâfiî dışındakiler hadîsi yalnız dil açısından değerlendirmeyip,
dinin temel ilkeleri doğrultusunda te’vil etmekte ve bu hususun uygulamada nasıl
cereyan ettiğine de bakarak nass ile olgu arasında uyumlu bir ilişki kuran bir anlayış
sergilemektedirler.
Ancak
günümüz
Ş
âfiî
fıkhı
araştırmacılarından
bazıları
ş
u
değerlendirmeleri ile -ilginç bir şekilde- hala Şâfiî’nin lafza bağlı bu yorumunu
1125
Veledbâh, “Lemhatun an Usûl-i Fıkhı’ l- mâm Mâlik”, II. 81.
1126
Mâlik, Muvatta, 31, Buyû’ 38, h. no: 79 (II. 671).
1127
Dere, Ali, “ mam Mâlik’in Hadîs Metinlerini Değerlendirme Kriterleri Üzerine”, s.70.
1128
el-Kevserî, Muhammed Zâhid, en-Nuketu’t-Tarîfe, Matbaatu’l-Envâr, Kahire, 1365, s. 70.
1129
Kevserî, en-Nuketu’t-Tarîfe, s. 70.
Dostları ilə paylaş: |