254
Ş
u halde Şâfiî âyette kullanılan mulâmese fiili üzerinde ısrarla durmakta ve
bu lafza ve bundan çıkardığı anlama bağlı yorumlar sergilemektedir: Ona göre, kişi
eliyle ve bedeninin bir kısmı ile eşine veya eşinin bedeninin bir kısmına, aralarında
bir engel olmaksızın, şehvetle veya şehvetsiz dokunursa, abdest alması gerekir. Bu
durumda eşinin de abdest alması gerekir. Yine şayet kadın, eşine dokunursa her
ikisine de abdest gerekir. Bu hususta her ikisinin de bedeni eşittir. Kısacası tenleri
birbirine temas ettiğinde, dokunduğunda her ikisinin de abdest alması gerekir
1150
.
Ancak bize göre, Şâfiî’nin bu meseledeki lafızcılığı şu değerlendirilmesinde
de görülmektedir: Şâyet kişi, eşinin tenine dokunmaksızın şehvetle veya şehvetsiz
saçına dokunursa abdest gerekmez. Bu, eşine dokunmaksızın ona arzu duyması
gibidir. Bu ise abdesti gerektirmez. Kalpde olduğu için, bu şehvetin bir anlamı
yoktur. Fiilde olursa bir anlamı söz konusudur. Saç ise tenden değildir
1151
. Ancak saçı
tenden saymama hususunda Şâfiî’nin de tereddüt ettiği bu nedenle yine de bu hususu
düşünerek, “Kadının saçına dokunduğunda ihtiyatlı davranır ve abdest alırsa, bana
daha sevimli gelir”
1152
demektedir.
Dolayısıyla Şâfiî abdesti gerektiren dokunmayı, eşlerin birbirinin çıplak
tenine dokunmasına indirgemektedir. Nitekim ona göre kişi, velev ki ince, şeffaf bir
elbise üzerinden olsun, eliyle eşine arzuyla veya arzu duymaksızın istediği kadar
dokunsa veya aynı şeyi kadın yapsa, hiç birisine abdest almak gerekmez. Çünkü bu
durumda hiçbirisi, diğerine dokunmuş olmamakta, yalnız elbisesine dokunmuş
olmaktadır
1153
. Ancak Şâfiî, bu yorumunda pek tutarlı gözükmemektedir. Eğer kadına
dokunmanın abdesti gerektirmesinin illet ve sebebi şehvete engel olmaksa, elbise
üzerinden dokunmakla da şehvet hasıl olabileceği için -nitekim Şâfiî fiilî anlamdaki
ş
ehveti dikkate almaktaydı- bunun için de abdest almak gerekmeliydi
1154
. Şâfiî, bütün
1, Tahârat 63, h. no: 86 (I. 133-138); bn Mâce, Sunen, 1, Tahârat 69, h. no: 502-503 (I. 168);
Nesâî, Sunen, 1, Tahârat 121, h. no: 170 (I. 104).
1150
Şâfiî, Umm. I. 63.
1151
Şâfiî, Umm. I. 64.
1152
Şâfiî, Umm, I. 64.
1153
Şâfiî, Umm, I. 64.
1154
Bu nedenle Mâlikîlere göre, abdesti gerektiren dokunma, çıplak olsun veya olmasın şehvet
duygusunun hasıl olduğu ve bunun kastedildiği dokunmadır. bn Ruşd, Bidâyetu’l- Muctehid, I.
120; Zurkânî, Şerhu’z-Zurkânî, I. 132.
255
bu yorumları,
fiilinin elle dokunma anlamında kullanılmasından çıkarmakta ve
bir beyitle de buna istişhadda bulunmaktadır
1155
.
Esasen Şâfiî bu meseleye tamamen dil açısından yaklaşmakta, tartışma ve
ihtilâf da (dokunma) fiilinin anlamı üzerinde yaşanmaktadır. Zira, Arap dilinde bu
fiille, hem dokunmak, hem de cinsel yaklaşma (cimâ) kastedilmektedir
1156
. Bu
nedenle âyetteki dokunma (ev lâmestüm) ifadesinin hangi anlamda esas alınacağı
ihtilafa neden olmuştur.
Ş
âfiî bu fiilin her iki anlamını da esas almakta ve dokunmakla da abdestin
gerekeceği görüşüne varmaktadır. Zencânî’nin belirttiği gibi, şayet bir lafzın hem
hakîkat ve hem de mecâz anlama hamli mümkünse, Şâfiî’ye göre bu iki anlamdan
birinin veya her ikisinin birlikte kastedilmesi câizdir
1157
. Ebû Hanîfe’ye göre ise, bir
durumda hem hakîkat hem de mecâz anlamının kastedilmesi câiz değildir. Hakikât
anlamı kastedildiğinde, mecâzi anlamı alınmaz. Mecâzî anlamın kastedildiği
durumda da, hakikî anlamı alınmaz. Çünkü hakîkat, lafzın konulduğu anlamda
kullanılmasıdır. Mecâz ise bunun zıddıdır. Dolayısıyla bir durumda bir lafızla hem
kendi (öz) anlamını hem de zıddını kastetmek mümkün değildir
1158
.
1155
Şâfiî, Umm, I. 64. Zurkânî, Şâfiî’nin, bn Ömer’in ve bn Mes’ûd’un sözünün zahirine ve âyetin
umûmî
anlamına dayanarak dokunmada arzu duymayı şart görmeyerek, sırf dokunmayla abdesti
bozulacağı görüşüne sahip olduğunu belirtmektedir. Zurkânî, A.g.e., I. 132.
1156
bn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI. 209; Cahiliye döneminde, dürülü bir kumaşı görmeden sırf elle
dokunmak suretiyle yapılan alışverişe de mulâmese denilmiştir. bn Ruşd, A.g.e., III. 182;
Ş
evkânî, Neylu’l- Evtâr, V. 247; Kal’acî & Kuneybî, Mu’cemu Lugati’l-Fukahâ, s. 458. Hz.
Peygamber ise bu akdi, yasaklamıştır. Şâfiî, Umm, VII. 372.
1157
Zencânî, Tahrîcu’l- Furû‘, s. 68. Şâfiî’ye göre bir kelimede hem hakikî hem de mecâzî anlamın
kastedildiğine dair ayrıca bkz. Cuveynî, el-Burhân fî Usûli’l-Fıkh, I. 235; Gazâlî, el-Mustasfâ,
s. 240. Bir lafızla her iki anlamın mı yoksa yalnız bir anlamın mı kastedileceği hususunda başka
ihtilaflar da yaşanmıştır. Meselâ mam Şâfiî’ye göre şart edâtı olarak geçen erkekleri de
kadınları da ihtiva ederken, mam Ebû Hanîfe’ye göre bunu, dil dışı karîneler belirler ve bazen
sadece erkekleri ifade eder. Bu sebeple
“Dinini değiştireni öldürün” gibi
(tartışmalı) bir rivayet değerlendirilirken Ebû Hanîfe, hanımları bu hükmün dışında tutmuştur.
Oysa Şâfiî’ye göre, ’in fonksiyonundan dolayı, hem erkekler, hem de kadınlar bu hükme
dahildir. Zencânî, A.g.e., s. 53-57; Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 155.
1158
Zencânî, Tahrîcu’l- Furû‘, s. 68. Hanefîlere göre yalnız bir anlamın kastedilebileceği hakkında
bkz. Serahsî, Usûlu’s-Serahsî, I. 188. Ancak Ebû Hanîfe’nin bu hususta bazen isâbetli bir tutum
sergilemediği ve bazı meselelerde daha harfî/literal davrandığı görülmektedir. Meselâ Şâfiî’ye
göre, ‘nebîz’ de, hamr gibi haddi gerektirirken Ebû Hanîfe’ye göre gerektirmez. Zira ona göre
nass hamr içmekle haddin gerekeceği üzerine vârid olmuştur. Zencânî, A.g.e., s. 69-70.
Dostları ilə paylaş: |