250
sürdürmektedir: “Hıyaru’l- meclis’ten maksat, rükûn ve şartları tahakkuk eden
alışverişten, alıcı ve satıcının aynı mecliste oturdukça dönme haklarının
bulunmasıdır. Meclisten ayrıldıklarında akid kesinleşir ve pişmanlık fayda vermez.
Meclisten ayrılmak, örfen ayrılmak denecek kadar olmalıdır. Meselâ alıcı ve satıcı
büyük ve bir evde iseler, biri odadan salona veya salondan odaya giderse meclisten
ayrılmış sayılır. Alıcı ve satıcı küçük bir evde iseler, birinin evden çıkması meclisten
ayrılmaktır; bu durumda akid kesinleşir pişmanlık fayda vermez. Alıcı ve satıcı
çarşıda, sahrada veya bir sofra başında iseler, birinin diğerine sırtını çevirip birkaç
adım yürümesi, meclisten ayrılma anlamına gelir.Ancak ikisi beraber çıkar, beraber
yürürlerse, beraber oldukları müddetçe mecliste sayılırlar… Bu meselelerde asıl, şu
hadîstir: “Satıcı ve alıcı birbirinden ayrılmadıkça muhayyerlik hakkına sahiptirler.
Ayrıldıkları anda alışveriş kesinleşir”.
Bu hadîs, satıcı ile alıcının birbirinden
ayrılmasından maksadın, bedenlerin ayrılması olduğuna delalet eder”
1130
.
Kısacası Şâfiî ilgili hadîsi tamamen dil boyutu ile değerlendirmekte ve
bunun dışındaki farklı düşünce ve ihtimalleri dikkate almamaktadır. Dolayısıyla bu
durum, Şâfiî’nin ciddi anlamda nassları dilsel tahlîllere dayalı olarak ve sistemli bir
biçimde yorumlamaya çalıştığının en açık göstergesidir. Oysa bu durumu kendinden
önceki hukuk ekollerinin temcilcisi konumunda olan fakîhlerde bariz olarak görmek
mümkün değildir. Onlar yalnız lafza dayanmamışlar, lafzı anlarken ve
değerlendirken, uygulama gibi bir takım olgu ve ihtimalleri de göz önünde
bulundurmuşlardır.
4. Teyemmüm Yapılacak Toprağın Vasfı
Teyemmüm yapılabilecek maddeler ve vasıfları üzerinde de farklı yorum ve
değerlendirmeler mevcut olup, bu husustaki değerlendirmelerin temelinde ise,
1130
el-Hınn ve Ark., Şâfiî Fıkhı, III. 131-132. Ayrıca bu manada Şâfiîler icab ve kabûl olmaksızın
akid kurulamayacağından hareketle bey-i teâtî’yi de (muâtât/sözsüz alım satım) caiz
görmemektedirler. Zira bey’ ismi burada vaki olmamaktadır. Çünkü onlara göre, icâb ve kabûl,
‘aldım’, ‘sattım’ gibi sözlerle gerçekleşir. Dolayısıyla bu sözleri ifade etmeksizin kurulan akit
caiz değildir. Buna göre her türlü alışveriş icab ve kabulle yapılması gerekmektedir. Şîrâzî, el-
Muhezzeb, I. 257.
251
teyemmümle ilgili
(
)
âyet-i kerîmesinde
1131
ifade edilen
lafzının mana
ve maksadından kaynaklanmaktadır.
mam Şâfiî, ilgili lafzın dildeki anlamından hareket ederek, ‘saîd’ ismini
almaya layık olan ve necaset içermeyen her şeyle teyemmüm yapılabileceğini, ‘said’
isimini almaktan uzak olan şeylerle teyemmümün caiz olmadığını ifade ederek,
‘saîd’
isiminin de ancak tozlu toprak yani halis toprak için vâki olduğunu ifade
ederek sınırlandırmaktadır
1132
. Yine Şâfii’ye göre, şâyet sunî herhangi bir yolla
toprak, saîd ve halis toprak olma ismini kaybederse; meselâ, pişirilerek tuğla yapılsa
sonra toz haline getirilse bununla da teyemmüm caiz değildir. Kireçle ve birer taş
olan rastık taşı (antimuan) ve arsenik de (zırnık) eğer inceltilip toprak haline gelse
dahi bunlarla da teyemmüm caiz değildir
1133
. Dolayısıyla Şâfiî, saîd lafzını yalnız
toprak anlamında almakta ve bu doğrultuda, bu anlama sıkı sıkıya bağlı yorumlarda
bulunmaktadır. Halbuki,‘saîd’ lafzı, yalnız toprak anlamına gelmemekte, üzerinde
toz, toprak bulunsun veya bulunmasın yeryüzü anlamına da gelmektedir. Yine yerin
üst kısmını ifade ettiği için bu isim verilmiştir
1134
.
Ş
âfii’nin dışındaki alimler yani cumhûr ise, bu hususta lafza bu kadar
bağımlı kalmamış ve daha esnek yorumlarda bulunmuşlardır. Meselâ mâm Malik,
çakıl-kum ve toprak gibi yer cinsinden olan diğer maddelerle de teyemmümün caiz
olduğuna yorumunu yaparken, Ebû Hanîfe, zırnık, kireç, çamur ve mermer gibi
yerden çıkan her madde ile teyemmüm edilebileceğini söylemişlerdir. Zira ‘saîd’
kelimesi halis toprağa denildiği gibi, yerden çıkan her madene de denilmektedir
1135
.
Aslında bu hususta kısmen zahirî davranmış olsa da bn Hazm’ın yaklaşımı
yine de Şâfiî’den farklıdır. Ona göre, toprak dışındaki taş, çakıl, kaya, kum, mermer,
1131
5. Mâide, 6.
1132
Şâfiî, Umm, I. 114-115.
1133
Şâfiî, Umm, I. 115.
1134
Manzûr, Lisânu’l-Arab, III. 254; Zurkânî, Şerhu’z-Zurkânî, I. 167; bn Manzûr, Ebû shak’a
göre, saîd kelimesinin toprak anlamına gelmediği ve yerin yüzü demek olduğunu dolayısıyla
yerin yüzüne ellerin vurularak teyemmüm edilmesi gerektiğini, burada toprağın olup
olmamasının önemli olmadığını, şayet bir yerde hiç toprak bulunmayıp yalnız kayalar olsa ve
bunların üzerine teyemmüm yapılsa dahi, bu taşların da temiz olduğu ve teyemmüm
yapılabileceği şeklindeki görüşüne yer vermektedir. bn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III. 254.
1135
Mâlik, Muvattâ, 2, Tahârat 25, h. no: 92 (I. 57); bn Ruşd, Bidâyetu’l- Muctehid, I. 177;
Nevevî, Şerhu’n-Nevevî, V. 3; bn Nuceym, Zeynuddîn b. brahîm, el-Bahru’r-Râik, Dâru’l-
Marife, Beyrût, ty., I. 155; Şevkânî, Neylu’l- Evtâr, I. 328.
Dostları ilə paylaş: |