55
bulunmayan sünnetleri de aynı kategoride değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim o
bu konudaki değerlendirmelerini “Böylece söylediklerimizi anlayanlar bilsinler ki
Hz. Peygamberin sünneti, ister Kur’an’da okuduğumuz bir âyetle farz kılınmış bir
hükmü açıklasın, isterse Kur’an’da yer almayan bir hükümle ilgili olsun, Allah’ın
hükmü ile Peygamber’in hükmü farklı şeyler değildir”
255
şeklindeki sözleriyle
bağlamaktadır. Bu nedenle ona göre, Kur’an ve sünnetin her ikisinin de kaynağının
bir ve tek olması nedeniyle, Allah’tan birer vahiy olduğu değerlendirmesi
yapılmıştır
256
.
Ş
âfiî’nin sünneti vahiy mahsulü gören yaklaşımı hadîs taraftarlarının
yaklaşımıyla da örtüşmektedir. Nitekim ehl-i hadîs düşüncesine göre sünnet de vahiy
mahsulü bir bilgiyi ifade etmektedir
257
.
Bu arada Şâfiî’nin sünneti, bir çeşit vahiy olarak ve onun beşeri teamül ile
mukayese edilmemesi gereken Peygamberin sözleri ve fiilleri olarak yorumlaması
neticesinde bölgesel sünnetler kaçınılmaz olarak dışarıda bırakılmaktadır. Mesela
buna göre, Medine halkının ameli olarak şöhret bulan mam Malik’in öncülüğünü
yaptığı ‘bölgesel sünnet’ mefhumu geçerliliğini kaybetmektedir
258
. Bu da ileri de
temas edeceğimiz gibi, Şâfiî’nin sünneti Hz. Peygamberin hadislerine indirgeyen
yaklaşımıyla örtüşmektedir. “Ona göre Medîne’ki bir uygulamaya sünnet değeri
verilecekse bunun rivayet sorumluluğu üstlenilerek ve hadîs kritiğine açılarak Hz.
Peygamberden nakledilmiş olması şartı aranır”
259
Kısacası, sünnetin kaynağının vahiy olarak kabul edilmesi onu tamamen
dinileştirmekte, sünnetin kaynağını ictihat olarak değerlendirilmesi ise ona
255
Şâfiî, Risâle, 64 (no. 308).
256
el-Muhammedî, “eş-Şâfiî Muhaddisen”, s. 107-108.
257
Gürler, Ehl-i Hadîsin Düşünce Yapısı, s. 223. Yine bu hususta yapılan bir tesbite göre,
hadîslerin/sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yönündeki görüş belirtenlerin çoğunluğunu, hadîsin
fıkhından ziyade, onun rivâyetini gaye edinenler oluşturmaktadır. Bu görüşte olanların bir diğer
özelliği de, re’ye karşı ciddî olumsuz tavır sergilemeleridir. Bu tavırlarının temelinde ise
muhtemelen itikadî konularda görüş belirten fırkalara ve fıkhî konularda rey kullanan taraflara
karşı sünnet ve hadîsi güçlendirmek suretiyle onlara birer kutsiyet atfederek, rey kullanımına
engel olmayı düşünmüş olabilecekleri belirtilmiştir. Ulu, Sünnet_Anlayı'>Tâbiûnun Sünnet Anlayışı, s. 116.
258
Taştan, Osman, “Merkezileşme Sürecinde slam Hukuku:Bölgeselliği Veda ve Şafi’î Faktörü”,
slâmiyât, c.1, sy.1, Ankara, 1998, s. 30.
259
Dönmez, brahim Kâfi, “ cma”, D A, XXI. 418.
56
beşerîlik/dünyevîlik anlamı kazandırmaktadır
260
. Şüphesiz bu da sünneti anlama ve
yorumlama konusunda yaklaşım farklılıklarına neden olmaktadır. Böylece sünnetin
de bir tür vahiy olarak gören taraflar, ona varit olduğu üzere tabi olunması
gerektiğini savunmuştur. Bu da, sonuçta sünnetin lafzına bağlı kalmaksızın bir takım
saik ve gerekçelere, mana ve maksatlara binaen yorumlanamayacağı düşüncesinin
doğmasına ve yerleşmesine neden olmuştur.
D- Şâfiî’nin Haber Teorisi
Ş
âfiî, hayatının ve mesâisinin büyük bir bölümünü Hz. Peygamberin
hadîslerinin değerini ve işlevini sistemleştirmeye ve dinî bir temele oturtmaya
sarfetmiştir. Bu nedenle başta er-Risâle’si olmak üzere, hemen hemen bütün
eserlerinde haber-i vâhitlerin kabulü ve huccet olması konusuna hassasiyetle yer
vermiş, âdetâ hadîslerin müdafaası görevini üstlenmiştir. Şâfii’yi bu konuda farklı ve
özgün kılan ise, haber-i vâhidler konusunda kendisinden önceki hukuk ekollerinden
neredeyse tamamen farklı aynı zamanda onları kıyasıya eleştiren bir haber teorisi
geliştirmiş olmasıdır.
Ş
âfiî, bir haberin Hz. Peygamberden sabit olması için, Hz. Peygambere
kadar ulaşan ravîlerinin sika olmasını yeterli görmektedir. Nitekim Şâfiî’nin talebesi
ve arkadaşı er-Rebî b. Suleymân el-Murâdî (ö. 270), kendisine bir haberin Hz.
Peygamberden nasıl sabit olacağını sorunca Şâfiî: “Hz. Peygamber (s.)’e ulaşıncaya
kadar, sika (râvî), yine sika (râvî)’dan rivâyette bulunduğunda o, artık Hz.
Peygamberden sâbittir” cevabını vermektedir
261
. Buna göre Şâfiî, hadîsin Hz.
Peygamberden sabit olduğunu tesbit için, ravinin sika olmasını ve isnadının muttasıl
olmasını yeterli görmektedir.
Dolayısıyla o, özellikle hadîsin sübûtu üzerinde
durmaktadır. Onun, bu konudaki temel kriteri rivâyetin içeriğinden ziyade, isnadına,
yani, râvîlerine dönük şeklî kriterlerden ibarettir
262
. Ayrıca Şâfiî’ye göre sika ehlinin
hadîsini itham etmek de caiz değildir
263
.
Zira ona göre, eğer hadîsin ravîsi sika ise,
260
Keleş, Sünnet, s. 33.
261
Şâfiî, Umm, VII. 307. .
262
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 86.
263
Şâfiî, Umm, VII. 312.
Ancak Şâfiî, bir çok haberi delil olarak kullanırken
rivâyeti “bize sika haber verdi” şeklinde nakletmekte ve sikanın kimliğini açıklamamaktadır. Bu
Dostları ilə paylaş: |