49
saygınlık kazandırma isteğinin yattığı belirtilmiştir. Onun bu düşünce ve çabalarında
hareket noktası ise, Hz. Peygamberin konumuna dikkat çekmesidir
222
. Şu halde
Ş
âfiî’nin sünnet anlayışının merkezî noktasında, Kur’an’ın belirlediği Resûlullah’ın
işte bu konumu yer almaktadır. O, önce Hz. Peygamberi konumlandırıp onun
otoritesini tespit etmekte, sonra da bu otoriteye, onun sözlerini/hadîslerini
bağlamaktadır
223
. Böylece sünnet/hadîsin dinde huccet olması temellendirilmiş
olmaktadır. Sonuçta onun bütün gayret ve çabaları genel olarak sünneti, özel olarak
da haber-i vâhidleri müdafaa noktasında toplanmaktadır
224
.
Ş
âfiî’nin sünnete verdiği bu önem kendisinden öncekilerle kıyaslandığında
bir başarı olarak da değerlendirilmiştir. Nitekim Wael b. Hallaq’a göre Şâfiî’nin
başarısı, Allah ve O’nun peygamberinin, hukukun nihai kaynakları olduğu şeklindeki
esnek iddiasında yatmaktadır. Zira Şâfiî’nin bu tezini başarılı kılan Şâfiî’nin
devrinden önce herhangi bir önemli şahsiyet tarafından buna benzer bir tezin ileri
sürülmemiş olmasıdır. Eğer bu yapılmış olsaydı, Şâfiî’nin tezinin bir başarısını söz
konusu olmazdı. Dolayısıyla Hallaq, Şâfiî’nin tezini, daha önce nebevi hadîsleri
kabul etmede isteksiz akılcılarla, beşerî muhakemeyi reddeden hadîsçiler arasında
benzeri görülmemiş bir sentez olması itibariyle değerli bir tez olarak kabul
etmektedir
225
.
Sonuç olarak Şâfiî, sünnetin/hadîslerin dindeki yeri, konumu ve
bağlayıcılığı konusunu sistemli olarak ilk defa temellendiren bilgin olma özelliğini
sahiptir. Onun bu konudaki temel düşünce ve çabaları o kadar etkili olmuştur ki
adeta slam düşüncesinin hadîs ve sünnete bakışını ve anlayışını şekillendirmiştir.
Hadîs ve sünnetin Kur’an’la aynı konumda değerlendirilmesi beraberinde hadîs ve
sünnet malzemesine daha sıkı bir bağlılığı getirmiş ve yapılan yorumlarda tabiatıyla
bu malzemenin lafzî ve zahirî anlamı öncelikli bir yere sahip olmuştur. Zira ilerde de
değineceğimiz gibi Şâfiî’ye göre hadîs varken, ona olduğu gibi uyulur, niçin ve nasıl
ş
eklinde bir sorgulama da yapılamaz.
222
Gürkan, A.g.e., s. 249.
223
Keleş, Sünnet, s. 70.
224
el-Muhammedî, “eş-Şâfiî Muhaddisen”, s. 128.
225
Wael b. Hallaq, “Şâfiî Hukuk lminin Başmimarı mıydı?”, s. 58; Ayrıca bak, Muslihuddin,
Muhammed, Felsefetu’t-Teşrî‘ fi’l- slâm ve Kâidetu’t-Zarûra ve’l-Hâce, çev. Halid Samî,
Dârul-Matbuâti’l- slâmiyye, Pakistan, ty., s. 30.
50
B- Şâfiî’ye Göre “Hikmet”in “Sünnet” Oluşu
Ş
âfiî, Kur’an’da ifade edilen “hikmet” kavramını, sünneti temellendirmede
bir argüman olarak kullanmaktadır. Zira onun temel doktrinini oluşturan Kur’an ve
sünnetin birlikteliğini ve aynı mertebede olduğunu belirleme düşüncesiyle,
Kur’an’da Kitab’tan sonra ifade edilen hikmet kavramının sünnet olarak kabul
edilmesi birbiriyle örtüşmektedir.
Ş
âfiî’ye göre “..Onlara Kitabı ve hikmeti öğretmek üzere bir peygamber
gönderen O’dur”
226
ayetinde Kitab’tan sonra ifade edilen hikmet, Hz. Peygamberin
sünnetidir
227
. Şâfiî, muhatabının ayette geçen Kitab ve hikmet kavramlarıyla aynı
ş
eyin kastedilmiş olabileceği görüşüne katılmamakta, bu ikisi ile farklı şeyler
kastedildiği şeklindeki bir anlamın daha uygun olduğunu belirtmektedir. Bu
görüşüne delil olarak da “Evleriniz de okunan (tilâvet edilen) Allah’ın âyetlerini ve
hikmeti de hatırlayın”
228
ayetini getirmektedir. Ayette iki farklı şeyin okunduğu ifade
edilmektedir. Tilavet ise, hikmetle konuşmakta olduğu gibi Kur’an ve sünnetle
konuşmaktır
229
.
Ş
âfiî’ye göre, ilgili âyetlerde geçen Kitâb’ın Kur’an olduğu ve ismini
vermediği ancak ilmine güvendiği birinin bu âyetlerde geçen Hikmet’in ise Hz.
Peygamberin sünneti olduğunu söylediği belirterek, kendi kanaatine göre de
hikmetin sünnet olduğunu ifade etmektedir. Bu ise, Şâfiî’den önce nadir de olsa
hikmeti sünnet olarak yorumlayanların varlığını göstermektedir
230
. Dolayısıyla o, bu
hususta seçmeci davranarak sistemiyle de uyumluluk arzeden hikmetin sünnet
olduğu şeklindeki yorumu tercih etmiştir. Şâfiî’nin bu konuda kanaatini güçlendiren
226
62. Cum’a, 2.
227
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 15.
228
33. Ahzâb, 34.
229
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 16.
230
Nitekim Taberî (ö. 310), te’vil ehlinin “hikmet” kavramının anlamı üzerinde ihtilaf ettiklerini
belirterek, hikmet kavramının anlamına ilişkin görüşlere yer vermektedir. Meselâ Katâde’ye
göre hikmet, sünnet demektir. Mâlik’e göre, dini bilmek ve anlamaktır. bn Zeyd’e göre, hikmet,
ancak Rasûlullah (a.s.)’ın öğretmesiyle mümkün olan din demektir. Taberî ise kendi yorumuna
göre hikmetin, kavranılması ancak Rasûlullah (a.s.)’ın beyânı ile mümkün olan Allah’ın
hükümlerini bilmek anlamında olduğunu ifade etmektedir. et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b.
Cerîr, Tefsîru’t-Taberî, Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1405, I. 557, III. 274.
.
Dostları ilə paylaş: |