53
da, bilindiği kadarıyla, sünneti vahyi metluv ve gayr-i metluv şeklinde, ilk kez tasnife
tabi tutan ve ona gayr-i metluv vahiy adını verenin de mam Şâfiî olduğu
belirtilmiştir
243
. Ancak Şâfiî’nin sünnete vahy-i gayr-i metluv adını verdiği tesbiti
gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Çünkü Şâfiî, bu hususta vahy-i metluv
ifadesini açıkça kullanmış olmasına karşın
244
, vahy-i gayr-i metluv tabirini
kullanmamaktadır. Dolayısıyla bir ifade ve kavram olarak vahy-i gayr-i metluv
deyiminin henüz o dönemde yerleşmediğini ancak, Şâfiî’nin sünneti, vahyin ikinci
türü olarak risalet ve ilham anlamında değerlendirmesinden onun zihninde böyle bir
kavramın yattığını ifade etmek mümkündür
245
.
Nitekim Şâfiî’ye göre Kur’an’da açıklaması bulunmayan konularda Hz.
Peygamber sadece Allah’ın emriyle hüküm vermiştir. O, ilmine güvendiği
kendisinden önceki bilginlerin, sünnetin Allah tarafından Hz. Peygambere risâleti
gereği ve ilham olarak verdiği bir tür vahiy olduğuna dair görüşlerini iletmekte,
kendisi de ister Allah’tan risâlet, ister Peygamberine ilham, isterse Allah’ın dinde
ona verdiği özel konum nedeniyle olsun sünnetin Kur’an’ın açıklayıcısı olduğunu
belirtmekte ve sonuçta kendisi de bazı bilginlerin, sünnetin de vahiy kaynaklı olduğu
yönündeki kanaatlerini paylaşmaktadır
246
.
Buna rağmen yine de Şâfiî’nin, sünnetin tamamen vahye dayandığı görüşü
üzerinde tereddüt ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim o “Rasûlullah (a.s.)’ın sünneti
vahiy(le) mi dir?” şeklindeki soruya “Allah daha iyi bilir”
247
diyerek kesin bir cevap
vermemekte; sonra vahyin, okunan (metlûv) ve Hz. Peygambere vahyolunup onun
tarafından sünnet kılınan şekilde iki kısımdan ibaret olduğunu ifade etmektedir
248
.
indirdiği gibi, aynı şekilde sünnetleri de ona indirirdi”
. Dârimî, Sunen, Mukaddime 49, h. no:
594 (I. 117).
Sünnet ve hadîslerin vahiy kaynaklı olarak görülmesine, sahabe döneminde hemen hemen hiç
rastlanılmazken, bu yaklaşımın tabiûn döneminden itibaren ortaya çıkmaya başladığı, yine h.
100 tarihinden önce yaşayan kibar-ı tâbiîn alimleri arasında da böyle bir yaklaşım görülmezken
bunun, Hassân b. Atıyye’nin tabiûn döneminin sonlarında yaşaması nedeniyle bu düşüncenin
tabiûnun son dönemlerinde ortaya çıktığını söylemenin mümkün olduğu belirtilmiştir. Ulu,
Tâbiûnun Sünnet Anlayışı, s. 112-114.
243
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 64.
244
Şâfiî, Umm, V. 185. Bu manada bkz. Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 494.
245
Kırbaşoğlu, slâm Düşüncesinde Sünnet, s. 217 (dipnot 1).
246
Şâfiî, Umm, V. 185-186.
247
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 494. .
248
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 494.
54
Onun bu ifadelerinden sünnetin vahiyle olduğuna dair kanaatinin ağır bastığı
anlaşılmaktadır
249
. Şâfiî’nin bu hususlarda Hz. Peygamberin beşerî yönünü adeta
gözardı etmesi de onun sünneti vahiy kapsamında değerlendirme düşüncesinde ısrarlı
olduğunu akla getirmektedir. Yine Kur’an’da bulunmayan recim cezası hakkında,
Hz. Peygamberin bunu Allah’tan rivâyet ettiğini (bunun Allah’tan aldığı bir emirle
sabit olduğunu) söylemesi
250
Şâfiî’nin sünnetin vahiyle olduğu kanaatini
pekiştirmektedir. Ancak Şâfiî’nin, sünnetin vahiy mahsulü olması hususunda daha
sonraları yaygın olarak başvurulan “O kendi hevâ ve arzusundan konuşmamaktadır.
O vahyolunmakta olan bir vahiyden başka bir şey değildir”
251
âyetini delil olarak
ileri sürmemesi dikkat çeken bir husustur
252
.
Ş
âfiî’nin Kur’an ve sünneti aynı mertebede değerlendiren yaklaşımı dikkate
alındığında onun sünneti de bir tür vahiy olarak görmesi daha anlaşılır olmaktadır.
Zira varılan bu netice, onun temel fikriyatının ve tezinin bir gereği ve
uzantısıdır.“..er-Risâle’de Şâfiî’nin ortaya koymak istediği temel tez, vahyi oluşturan
malzemenin bir bütün olarak iç tutarlılığa sahip olduğunu göstermektir. Kur’an’ın
kendi içinde, sünnetin kendi içinde ve Kur’an–sünnet arasında gerçekte bir çatışma
bulunmadığını ortaya koymaya çalışır. Hepsi vahiy kökenli bilgidir. Vahiy ise, bir
bütün olarak iç tutarlılığa sahiptir”
253
. Zira Şâfiî’ye göre sünnet, Allah’ın kastettiği
anlamı açıklayıcı olması açısından Kur’an’a tabi olduğu için Kur’an’ın yanısıra onun
mücmel hükümlerini açıklayan sünnetler de vahye dayanmış olmakta ve böylece
Kur’an’la birlikte aynı değeri paylaşmış olmaktadır
254
. Buradan Şâfiî’nin yalnız
Kur’an’ın bir hükmünü açıklayan sünnetleri değil, hakkında Kur’an’da hiçbir hüküm
249
Şâfiî’nin ayrıca bu hususta, diyet miktarlarının vahiyle sabit olduğu ve Cebrâilin, hiçbir canlının
rızkını tamamlamadan asla ölmeyeceğini, Hz. Peygamberin kalbine attığı/bildirdiği şeklindeki
rivâyetleri delil olarak sunması, Şâfiî’nin, sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yönündeki kanaatinin
ağır bastığı izlenimini doğurmaktadır. Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 494.
250
Şâfiî, Risâle, 147 (no. 695).
251
53. Necm, 3-4.
252
Buna rağmen bazı araştırmacıların Şâfiî’nin Kitab ve sünneti aynı mertebede değerlendirdiğini
temellendirmek için her ikisinin de Allah’a/vahye dayandığı düşüncesine binâen ilgili âyeti Şâfiî
adına delil getirmeleri manidâr bir durumdur. Bkz. el-Muhammedî, “eş-Şâfiî Muhaddisen”, s.
103. Nitekim sünnetin kaynağının da vahiy olduğu görüşünde olanlar bu âyeti de delil olarak
kullanmaktadır. Bu husustaki değerlendirmeler için bkz. Kırbaşoğlu, slâm Düşüncesinde
Sünnet, s. 188-194.
253
Aybakan, “ slâm’da Dinî Bilginin Doğası”, s. 67.
254
Şâfiî, Risâle, 62 (no. 298-302); 63 (307-308); 132 (no. 614). Şâfiî’de sünnetin türleri için ayrıca
bu kısma bakılabilir.
Dostları ilə paylaş: |