63
– Bu ‘sen’in şalınmış. Dün gece diskoda unutmuşsun. Hüseyin Abi
gönderdi. (64)
Tomris Uyar, bu sonu, “ona en ufak bir sürçmesinde altından kalkamayacağı bir
tuzak hazırlamak boynumun borcuydu” diyerek açıklıyor bir söyleşisinde (“Söyleşi:
Aramızdaki Şey” 2).
“Yavruağzı” adlı öyküde de menajeri sıfatıyla şarkıcı Alev’in “imajı”nı
kendine iş edinmekle kalmayıp onun bütün hayatını yönetmeye kalkan Güngör ile
karşılaşıyoruz. Günümüz medyatik ilişkilerine olan göndermesiyle “Yavruağzı”,
Niyazi Zorlu’ya göre, “Tahin Pekmez Günleri”yle birlikte aynı mesajı vermektedir.
Zorlu, bu iki öyküyü, “artık çeşitli makam ve katlarda büyük bir pervasızlıkla
sürdürülen ve erk olmanın vazgeçilmez bir koşulu haline gelen şiddetin, gündelik
modellerini” sunmasıyla önemli buluyor. “Tahin Pekmez Günleri”nin Şükran
Hanım’ı, Zorlu’ya göre, “hayatı kuşatan şiddetin asıl kaynağının ‘sivil’de aranması
gerekliliğini söyler gibi” (2).
Şükran Hanım’ın içini bir sevgi dalgası yokladı: belki biraz sabırla,
özenle. . . Çağdaş Genç Kız yarışmasının herhangi bir dalında bir
ikincilik kazanabilirdi çocuk. Şimdiye kadar tasarladığı Çağdaş
Memur, Çağdaş Kapıcı ödüllerini kimse kazanamamıştı. Bu tür
yarışmalar gerçekten düşlediği gibi düzenlense de özendirme ödülü
verebileceği kişilerin sayısı üçü-beşi geçmiyordu. (“Tahin Pekmez
Günleri” 55)
Başkalarının işine karışmak insanoğlu için eski bir alışkanlık olmasına rağmen
günümüzde bu eğilimin bir çeşit “gösteri”ye dönüştürülmesi düşündürücüdür.
“Yavruağzı” adlı öyküdeki “imaj çalışması” tartışması da bunun toplumca
alkışlandığını hatırlatması açısından kayda değerdir.
64
Benzer bir “şiddet”, radyo ve televizyon programlarıyla da çağdaş insanı
kuşatmaktadır. Üstelik kurbanlar gönüllü olarak bu duruma maruz kalırlar. Tomris
Uyar, “Lal” adlı öyküdeki kırmızının “şiddetli bir yalan-kırmızısı” olduğuna dair
okuyucuyu uyarıyor (“Yalın ve Duyarlı Bir Evren Kurucusu: Tomris Uyar” 4).
Ayrıca “Lal” 1998 yılındaki güncele göndermesi ile de dikkat çekici.
“Lal”,
Kırmızı Biber takma adıyla radyoda program yapan şahsa yazılmış
şahsi mektuplardan ya da faks mesajlarından oluşuyor. Programında dinleyicilerine
“uç” diyen ve bu uçuşu herkesin kendince anladığı Kırmızı Biber’e yazılmış bu
mektupları, yazar, yazanın olası üslubuyla yansıtmış. Toplumun çeşitli
kesimlerinden cins cins insanların dilinden yazılan bu mektuplarda, gittikçe
garipleşen bir iletişim ya da iletişimsizlik ortamının izleri sürülebilir. Kırmızı Biber,
programıyla öksüzlere moral, gençlere entelektüel ilham, ateşli kadınlara hararet,
bıçkın delikanlılara “gıcık”, belediyeye çöp sorununu anlatamayan kibar beylere
umut vermesiyle öykülerin geçtiği dönemin “kahraman”ı sıfatıyla toplumsal rengini
belirliyor. Terminatör’ün mektubu:
ulan
kırmızı biber sen kendini ne sanıyorsun niyetin karı kızı
dolduruşa getirmek mi bizimle dalga geçmek mi biz mert türk
delikanlıları böyle oyunlara gelmeyiz bilmişol sözlüm nalanın seni
dinlemesine şimdilik karışmıyorum bir tatsızlık daha çıkmasın diye
ama muhterem sacide teyzenin gizli gizli dinlemesini af etmiyorum
boktan programını bir kerecik dinledimse herkesin ağzının payını
vermek içindir yoksa benim ağzım iyi laf yapar icabında karı kız
gıcıklamak için senin laflarına muhtaç değilim yerinde olsam bizim
mahalleye uğramazdım nalanla sacide teyze yetmiyormuş gibi bizim
aramızdan da üç beş sütü bozuk çıktığına göre o kara ibne gözlüklerini
65
parçalayıp kıçına sokmam vazifem oldu zaten vatanım uğruna birkaç
şerefli cinayet işlemişim allaha şükür bir eksik bir fazla fark etmez bu
mektubu yazdırdığım dava arkadaşım tuğhan da aynı fikirde ona göre
(74)
Tomris Uyar, böyle “ ‘yarı-mizah’ denemelerin [. . .] bir kitapta öbür
öykülerin geçtiği ortamın toplumsal rengini sağlayan ayrıntıları” yerleştirmede işe
yaradığını söylüyor (“Söyleşi: Aramızdaki Şey” 3). Bu öyküde olduğu gibi, yazar,
bu mizahi etkiyi kendini çok da paralamadan, sadece “gerçeği” göstererek
yapabiliyor. Yaşanan günlere gerçek gözlemle yaklaşan, ironiyle karışmış bir mizahı
barındıran, özgürce yaşama ve yazma tutkularıyla kendi sınırlarını zorlayan Tomris
Uyar öykücülüğü, 1998 yılında yayımlanan bu son öykü derlemesiyle artık sadece
kendiyle yarışıyor gibi. Yazar için öyküde “zaman”, parlaklığı ve tehdidi ile yenilik,
modernlik ve yaşanan “an”da anlam kazanan güncellik ile değer kazanıyor. 1965’ten
bu yana Tomris Uyar, güncelin baskısı altında ezilen modern gündelik hayatlarımıza
dair uyarılarını gündemden düşmeden dile getirmeyi sürdürüyor.
66
SONUÇ
1998 yılında onuncu ve sonuncu öykü kitabı yayımlanan Tomris Uyar, artık içerikte
ve teknikte ustalığını kanıtlamış bir yazardır. Bu başarısını, 1965’ten bu yana
öykücülüğünü devamlı olarak yenilemesine, çağdaş yazını takip ederek kendine göre
yorumlayıp yapıtına uyarlamasına ve bütün bu arayışlarında hep “kendisi olarak”
kalabilmesine borçludur. Harold Blodget, “unutulmaz” bir öykünün sırrını şöyle
açıklıyordu:
İşin zanaat yönüyle ilgili hiçbir ustalık, kendi içinde unutulmaz bir
öykü yapmaya yeterli değildir. Her şeyden önce, bir öykü “okuru
ilgilendirmelidir” ve öykü bu ilgiyi yaşamsal bir anlatım yolu
aracılığıyla sağlar. Canlılık, yenilik, özgünlük, bireysellik—tüm
bunlar, tamamıyla geleneksel bir teknik aracılığıyla gelebilir ve sık sık
gelirler de; aynı zamanda sık sık yerleşmiş bir tekniği ihlal ederler.
Öyküler kuraldan daha büyüktür. (82)
Yazarın, güncesine not düştüğü üzere, “dünyanın artık ‘som bir bütün’ olarak
değil, atomun parçalanmasına koşut giden bir ‘toplamlar toplamı’ olarak görüldüğü
çağımızda yeşermiş bir sanat dalı” (Yazılı Günler: [1985-1988] 116) olan “kısa
öykü”yle ilişkisi hem kendiyle hem de modern çağla giriştiği bir mücadeleye
dönüşmüştür. Yazar, modern dünyanın bir bireyi olarak “bozulan büyüye” öyküyle
karşılık vermek ister gibidir. Füsun Akatlı, “onun kendi tuzaklarını kendi kazan,
kendi bozan, sınavsa, ancak kendi kendine kurduğu zorlu barajlarla, kendi sınavına
giren bir yazar” (“Derine Yazılı Günler” 63) olduğunu belirleyerek Uyar’ın bu
Dostları ilə paylaş: |