67
coşkusunun altını çizer. “Okuru ilgilendiren” ve sanatın hakkını veren öyküler
yazma kaygısında olan bir yazarla karşı karşıyayızdır.
Tomris Uyar, evrenselliğe ulaşma çabalarında çoğu zaman “toplumsal
güncellik” diyebileceğimiz bir kaygıyla kendini denetler. Öykülerinin arka planını
yaşanan günlerin çerçevesiyle, izleriyle ve düşleriyle beslemeye çalışır. “Toplumsal
baskı”nın çeşitli görünümleri, Türkiye gerçeklerinin gölgesinde, öyküleri
şekillendirir. Tomris Uyar’ın aydın edebiyatçı kimliği, yeteneği ve donanımı,
gündelik hayatın içine sızan şiddet biçimlerini ve bunların birey üzerindeki etkisini
öykülere sığdırır.
Hüzünlü, dramatik, şiirsel, ironik ya da mizahî olay örgüleriyle, yazar,
çoğunlukla şehirli sıradan insanların yalnızlıklarına, hesaplaşmalarına,
bocalamalarına yer verir. Uyar’ın öykülerinde, toplumsal değerlerle birlikte değişen
yaşam biçimlerinin gündelik görünümlerindeki sürekli “düşüş”ün hâli geçen yıllar
boyunca adım adım izlenebilir niteliktedir. Henri Lefebvre, Modern Dünyada
Gündelik Hayat’ta “modern toplumun bütün gerilimlerinin yansıdığı alan olan
gündelik hayat[ın] bir araştırma nesnesi haline getiril[mesiyle], hem baskılama hem
de özgürleşme olanaklarına başka bir gözle” (arka kapak yazısından) bakılabileceğini
savlıyordu. Tomris Uyar’ın böyle bir iddiası olmamakla birlikte yaşadığı ortamdan
seçtiği çağdaş insanlık durumlarını öykünün olanakları doğrultusunda ele almasıyla,
yaşanan günlere kendinden bir iz, belki bir uyarı bırakmak istiyor gibidir. Hangi
anlatım yolunu seçerse seçsin, hangi deneylere girişirse girişsin, Tomris Uyar
öykücülüğündeki “tepki”, okuru “etkilemeyi” amaçlar.
Yazarın, ilk bölümde incelenen beş öykü kitabının daha çok izlenimci
edebiyatın etkisinde olduğu belirtildi. Öykü kişilerinin duyumsamalarından yola
çıkarak yazara özgü şiirsel bir üslupla kendini belli eden bu dönemin birçok Uyar
68
öyküsü, 1965’lerden 1980’lere kadar olan dönemi kapsar. İlk kitap İpek ve
Bakır’dan itibaren yazarın şehirle birlikte değişen yaşam koşulları, sınıf çatışmaları,
burjuvazinin değer bocalamalarıyla ilgilendiğini farkederiz. Uyar, her yayımlanan
kitabıyla öykücülüğüne yeni özellikler katar. Selim İleri’ye göre ilk kitabın
“‘bulanık ayrıntılara’ dayanan incelikli, çözümleyici öyküler”inin yanına
Ödeşmeler’de “gerçekçilik kalıplarını zorlayan ürünler” de konur—Şahmeran’ın yeni
yorumu gibi. Aynı dönemde, İleri’nin de dikkatini çektiği gibi, Uyar, “daha
taşlamacı bir havaya” bürünen öykülerinde “orta tabaka insanının ‘saçmalık’
biçimindeki algılayışlarını” (28) yansıtır. Üçüncü kitap Dizboyu Papatyalar’daki
öykü kişilerinin çeşitliliği, Uyar’ın aynı konu ve kişiler üstünde takılıp
kalmayacağını haber verir. Bozulan düzen, insan ilişkilerinin en belirgin özelliği
olma yolundaki iletişimsizlik, yozlaşan kültür, gittikçe çirkinleşen ve korkunçlaşan
kent ortamı ve güncel bir sıkıyönetim dönemi 1979 tarihli Yürekte Bukağı’nın arka
planını oluşturur. 1981’de yayımlanan Yaz Düşleri Düş Kışları ise görünen
gerçeklerden çok içimizde kalanlara, düşlere yönelen bir Tomris Uyar çıkarır
karşımıza.
1981 tarihli Yaz Düşleri Düş Kışları, yazarın, gündelik gerçeğin görünen
yüzünden çok görünmeyenin, düşlenenin peşine düşeceği, “bildiri” kaygısından çok
“öykü” olanaklarıyla meşgul olacağı bir dönemin habercisidir. Tomris Uyar, bu
aşamada, Franz Kafka’nın öğüdüne kulak vererek izlenimlerden yola çıkan
edebiyatın sınırlılığını fark etmiş gibidir. Kafka, bir keresinde genç bir yazar
arkadaşını “siz, şeylerin ve nesnelerin kendinden çok sizde bıraktıkları izlenimler
hakkında bir şeyler söyleme eğilimindesiniz. Bu, lirik şiirdir. Dünyayı sıkı sıkı
kavramak yerine, onu okşuyorsunuz” (alıntılayan Shaw, “Parçalanan Çerçeve, 3” 37)
diyerek uyarır. Kafka’ya göre, “duyguların ve izlenimlerin böyle betimlenmesi, her
69
şeyden çok dünyayı ürkekçe yoklayarak algılamaya çalışmaktır” (38) ve bu yolda
fazla ısrar eden yazar, öyküye yakışan gerçekliği bulamaz ve daha da önemlisi “her
zaman bütün kişiliği içine alan [. . .] [ve] bu nedenle de temelde trajik” olan
“sanat”ın tam olarak karşılığını kendi sanatında yakalayamaz. Valerie Shaw,
Kafka’nın eserlerindeki “öğretici bir ileti yerine uğursuz bir bilmeceyle” (39)
karşılaşmamızın sebebini bu görüşe bağlar. Tomris Uyar öykücülüğü de 1980’lerde
benzer bir tercihle, şiirsel izlenimlerden daha farklı boyutlara açılmayı hedefler
görünmektedir. Üstelik zaman, mekan ve sanatçının durumu, Kafka’nın döneminden
daha trajik; ama belki de bunu dile getirme yöntemleriyle daha özgür ve cesaret
vericidir.
1983 yılında yayımlanan Gece Gezen Kızlar, Füsun Akatlı, Orhan Koçak gibi
eleştirmenlerin, Tomris Uyar’daki yenilik arayışının olanca açıklığıyla ortaya
çıktığını fark ettikleri bir dönemin ilk kitabı olarak kabul edildi. Uyar, bu öykü
derlemesinde, çağdaş masalları günümüze uyarlayarak, onlardan büyükler için farklı
ve aykırı öyküler çıkarmayı amaçlıyordu. Çağdaş dünya edebiyatında da örneklerini
gördüğümüz bu tür öyküde, “postmodern” diyebileceğimiz bir eğilimle, bildik bir
türün—bu kitapta masalların—parodisi yapılıyor ve bu suretle değişen kurmaca ve
günümüz gerçekleri başka bir boyutta değerlendiriliyor. Uyar, bütün bir derlemede,
yabancı kaynaklı daha doğrusu evrensel nitelikteki masalları çağımız Türkiye’sinin
öykülerine uyarlamaya çalışması ve bunu yaparken asıl olarak yozlaşan değerlere
yaptığı alaylı vurguyla cesurdur. Bir sonraki kitap Yaza Yolculuk ise, anlatım
olanaklarını araştırmaya devam edişi ve Gece Gezen Kızlar’daki masallarla kurduğu
“metinlerarası” ilişkiler ile çağdaş kısa öykünün en son örneklerini Türk
edebiyatında verme telaşında olan bir yazarı ortaya koyar. 1990 yılında yayımlanan
Sekizinci Günah, yine düşlerin ve belirsizliklerle örülü modern gündelik
Dostları ilə paylaş: |