Erdoğan Altınkaynak
16
dediler. O zaman Çaday Han bu söze sahiplenip durdu. Emretti damgasını alınız diye. Bunlar bize
her halde bir zarif, nadir, latif
mal alıp gelmiştir dedi. Ondan sonra Çaday Han’ın adamları
(34r) yüklerini aktarıp damga alayım deyince Aksak Temir’in
adamları bir bir tutup öldürdüler. Hazret – i Mir Temir’in kendisi de Çaday Han’ın öldürmek için tuttu. Çaday Han söyledi. Ah
ay Aksak! Ben sana iyilik yaptım, sen bana kötülük yapıyorsun, öldürüyorsun dedi. O zaman Aksak Temir söyledi. Sen gafil
değilsin ben gafilim. Sen kendine kötülük yapmazsın. Ben kendime iyilik yaparım dedi, öldürdü. Başını, kesti. Ondan sonra
Aksak Temir’in kendisi Hindistan şehrine varıp orada han oldu ve bu kalan askerine eşya gönderdi. Diğer yol ile gelsinler diye
askerine haber ulaştığında hemen gelip onlarda şehre indiler, şehri aldılar. Ondan sonra bu Çaday Han’ın ardında kalan askeri bu
haberi,
bu işleri bilmeden, orada hanımıza yetişiriz; burada yetişiriz diyerek varıp durmaya, yetişip almak için geri döndüler
hanlarını kaybedip geldiklerinde, şehri Aksak Temir almıştır diye hiçbir şey yapmadılar. Aksak Temir’e bağlandılar, boyun
eğdiler. Şimdi Aksak Temir Hindistan şehrini işte böyle aldı diye söylediler. Ama ona Tanrı
(34v) Tealâ’nın yardımıyla, yoldaş
olmuştur. Şehirler, yurtlar almaya; vilayetler bozmaya onu sebep kılmıştır. Her iyi, kötü iş, Tanrı Tealâ’nın emri, hükmü iledir.
Onun emrinin dışında hiçbir iş olmaz. Ondan sonra o Aksak Temir askeri ile yürüyüp almadığı yurdu bırakmadı. Tanrı Tealâ ona
yardım ettiğinde dünyayı kendine baktırdı. Yine de saklı kalmasın ki; Hazret – i Aksak Temir’in iki oğlu var idi. Birisi Safı
denilen, ikincisi Vâfi denildi. Büyük oğlu Safı’yı han yapıp, kendi yerine Hindistan şehrine hanlığa koydu. Hazret – i Mir Temir
kendi askeri ile İstanbul şehrini almaya hazırlandı. Fazla asker topladı, çok fazlara fillere fazla fazla develere hazineden mallar ve
çok fazla silahlar yüklettirdi. Sayısız askeri ile Hindistan kavmi ile hareket ettiler. Dağ, taş dopdolu olup yürüdüler Mısır şehrine
geldiler. Vuruşup, savaşıp, sonunda onu aldılar. Ondan sonra geçip İstanbul şehrini almaya geldiler. Bir yerde durup,
konakladılar. Saflar, alaylar bağlayıp vuruşmaya hazırlanıp durdular. Bir söz: O zamanda İstanbul padişahının adı Şah
Sultan
Han denilen idi. Ona haber ulaştı ki; Aksak Temir şehrini almaya
(35r) vilayetini harâp kılmaya geliyor diye. Han Şah Sultan da;
askerini, ordusunu hazırlayıp, kuşatıp Aksak Temir’e karşı çıkardı. İki ordu gelip birbirine karşı durdular. Aralarında çok
nöbetler, karakollar, bekçiler koydular. Saflar bağlayıp durdular. Ertesi gün iki ordu birbirine karşı karışıp öyle vuruştular ki Şah
Sultan’ın ordusu Aksak Temir’in ordusu mahvettiler, kaçırdılar. Ondan sonra gelip İstanbul şehrine toplandılar. Aksak Temir’in
ordusu kovalayıp gelip şehri tahrip ettiler. Yani şehir çok darbeye dayanıklı, kuvvetli şehir idi. Beş yıl kuşatıp durdular.
Hiçbir
adamı alamadılar. Şehir sekiz kat idi. Hiç almak için yürüme fırsatını bulamadılar. Şimdi İstanbul şehrinin şekli işte budur: ……
……… …… …… …..Bu şehri Aksak Temir vuruşup dövüşmekle alamadı. Sonunda işte böyle bir hile hazırladı ki kendisini
hasta yaptı.Tamamen tenine sarı safran sürdürdü.Vücudu,teni, başı, gözü sapsarı oldu. Ondan sonra söyledi. Ay Şah Sultan!
Şimdi
(35v) bilesin ki bana ecel erişti. Vücudum, tenim, tamamen sarı safran gibi oldu. Günahımın kötülüğünden, şimdi senden
rica ederim ki; ben bu işleri, savaşmayı bıraktım. Merhamet edip, sen benimle anlaş gönder diye mektup yazıp gönderdi. O elçi
gelip şehrin kapısında durdu.
Elçiliğini haber verdi, bildirdi. Ondan sonra o mektubu alıp Şah Sultan’a ilettiler. Şah Sultan bakıp
gördü. Şayet hiledir, yalandır diyerek inanmadı. O da bunun hastalığını bilmek için adamını gönderdi. Var git, gör dedi. Ondan
sonra Şah Sultan’ın göndermiş olduğu adamı Aksak Temir’in çadırına gelip girdi. Gördü ki; Aksak Temir sarı hastalığı ile halsiz
olup yatar. Aksak Temir söyledi. Ay elçi! Benim halim zordur, perişandır dedi. Ondan sonra gönderilen kişi Şah Sultan’a gelip
söyledi. Hasta olmuştur, bu durum içindedir dedi. Gayet güven verdi ki; merhamet edip gelse; gider idim diye söyler dedi. Şah
Sultan onun sözüne inanıp şehrin kapılarını tamamen açtırdı. Kendide askeri ile çıktı, Aksak Temir’e geldi. Görüşüp,
konuşurken
hastalığından dirilip canlanarak ayağa kalkıp; Şah Sultan’ı tutu öldürdü. Gelip askeri, ordusu ile şehre indiler. Bu hile ile o şehri
de aldı. O vilayeti de kendine bağladı. Birkaç yıl orada durdu. Ondan sonra ordusunu hazırlayıp, askeri ile Şımakı şehrine
(36r)
geldi. Onu da aldı kendine bağladı. Oradan geçip yürüyerek Hacı Tarhan şehrine geldi. Vuruşup, savaşıp Hacı Tahran’ı da aldı,
kendine bağladı. Orada beş, altı yıl durdu. Ondan sonra yine Bulgar şehrine gelmeye hazırlandı. Çok fazla katırgalar ve gemiler
ile Bulgar şehrini almaya gelirken gemiye bindi. bazısı; işte bu ordunun adamları, suyun dış yakasından geldiler askerin sayısının
hesabını Allahtan başka bilmez idi. İşte onlar böyle büyük gelmekte; fakat o devirde, o zamanda
Bulgar şehrindeki han, Abdullah
denilen han idi. Abdullah Han’a haber ulaştı ki Aksak Temir gelmektedir. O zaman Abdullah Han asker topladı. Çok asker
hazırlayıp, karşısına yürüdü. Sonunda birbiri ile karşılaşıp; Sert bir savaş yaptılar AksakTemir’in karşısında savaş için
hazırlanmadılar, kırıldılar, yenildiler. Gelip Bulgar şehrine girdiler. Ölen öldü, kalan kaldı. Şehre toplandılar. Aksak Temir gelip
Bulgar şehrine yedi yıl kuşattı. Tarih O zaman da yedi yüz yılında idi. Zilhicce ayının yirmisinde idi. Bulgar şehrini aldılar, harâp
ettiler. Yüzyirmi dört büyük bey var idi. Onların tamamını yendiler, kırdılar. Her birisinin dizilmiş inci tanesi gibi karılarını,
Aksak Temir esir etti. O beyler içinde dört büyük bey var idi. Asil şehsadeler idi. Biri İkbâl Bey, yine biri Kul Ali Bey,
(36v)
yine birisi Haşı Bey ve yine birisi Mır Kaşı bey derler idi. tamamını mahvettiler, çok insan mahvoldu. Abdullah Hanı da
çldürdüler; Ama Abdullah Hanın iki oğlu var idi. Birisi Altın Bey, ikincisinin adı ise Alim Bey denilendi. Düşmanda felaketten
kaçıp kalan kişiler Altun Bey ile Alim Bey’i orman dibine alıp sakladılar. Birisi yedi yaşında, birisi dokuz yaşında idiler. Onları
iyi besler idiler. Ondan sonra Aksak Temir Bulgar şehrini yıkık kılıp, harâp
ettikten sonra, Bulgar şehrine geldi. Ordusu ile
Bulgar şehrinin karşısına gelip yer kazıp, hazırlayıp yaktılar. Vuruş, döğüş yapmadılar. O zaman da Bul gar şehrinin hanı, Samet
Han denilendi. Savaş zırhı bozkapak denilendi ve yine halkı Baraç denilen halk idi. baraç halkının ilk zamanlardaki önceki yurdu,
işte bu Zey buğazında olur idi. Kahramanlarının zamanı idi. Bir BAraç adlı biraz sonra yılan gibi geldi. O şehrin halkına güç,
zülûm, eziyet kılmaya başladı. Birbirlerine sokulup, vuruştular. Yenemediler. Sonunda kendileri şehri bırakıp kaçtılar. Bulgar
şehrinin yakınına varıp, Bulgar suyunun üstüne; yurt, şehir kurdular. O şehirlere de Bulgar diye ad koydular. O nedenle halkı
Baraç diye söyler idiler. Yerleri Baraç idi. O zaman Samet Han söyledi. Ah Ay Baraç halkı! Önce büyük babalarımız Baraç’ın
(37r) zararından, hasarından kaçıp; şehirlerini terk edip işte buraya gelip yer, yurt tutmuşlar. Şimdi Baraçtan göçülerek Aksak
Temir geldi. Şehrimizin karşısına geldi, ne yaparız dedi.
O zaman , o Baraç halkı söylediler. Ay Hanım! Sizler bilirsiniz, güç
sizindir. Bizler de ne deseniz gücümüz yoktur dediler. Ama emretsen Aksak Temir’in askeri ile ölüşür, vuruşuruz ya öldürürüz
dediler. O zaman Samet han söyledi. Şimdi benim karşımda, bir veli kişi vardır. Ondan sorayım, o ne buyursa onun sözünden
çıkmayız dedi. O veli kişiyi aldırıp, getirttiler ve söylediler. Ay bizim büyüğümüz! Şimdi bizler işte bu üstümüze, şehrimize
gelen Aksak Temir ile savaş yapalımmı dedi. Orada o veli söyledi. iyi bakayım diye bir minare başına çıktı ve Aksak Temir’in
ordusunu tarafına baktığında gördiki Hazret-i Hızır ‘aleyhisselâm Aksak Temir’in ordusu ile birliktedir.
Ondan sonra o