Microsoft Word içindekiler doc



Yüklə 2,39 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə48/110
tarix28.08.2018
ölçüsü2,39 Mb.
#65015
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   110

Uygur Efsanelerinde Lokman Hekim 
85 
 —Ey 
zamanımızın danışmanları, sizce abıhayatın gücünü nasıl azaltabiliriz? diye sormuş 
İskender Padişah. Danışmanların danışmanı demiş ki: 
 —Âlemin 
padişahı, abıhayatın gücünü azaltmak için onu sade olarak değil, başka güzel yemeklik 
bir şeyle karıştırıp, ateşte ısıtıp yerseniz vücudunuza derman olur, gücü azalır. 
 Padişah İskender, danışmanlarının söylediği gibi, dünyadaki en güzel yemeklik buğdayın unu ile 
abıhayatı karıştırıp hamur yaptırarak, tandırda pişirip yemeyi düşünmüş. Hizmetkârlar, şehirdeki en iyi 
fırıncıya bu vazifeyi vermişler. Onlar, kaptaki abıhayatı fırıncıya verip: 
 —Ekmeğin hamuruna bu sudan başka su koyma. Ekmek piştiğinde padişahın kendisi yiyecek. 
Bundan dört tane ekmek olsun, diye tembih etmişler.  
 
Fırıncı, bütün hünerlerini ortaya koyup, padişahın emrettiği gibi ekmekleri hazırlayıp tandıra 
atmış. Fakat ekmeğin biri tandırın üzerinden ateşe düşüp yanmış.  İskender Padişah için özel olarak 
yapılan ekmeğin, bu şekilde ateşe düşmesinden korkan fırıncı, korkudan tir tir titremiş ve yanmış ekmeği 
hemen kepeğin içine atmış. Tekrar hamur yaparak güzel dört ekmek pişirip, hizmetkârlar ile saraya 
göndermiş.  
 
İskender Padişah, bu ekmekleri yiyedursun, şimdi asıl sözümüze gelelim: 
 
Lokman un elemekten yorulmuş ve karnı çok acıkmış. O her zamanki gibi, kepeğin arasında 
yanmış ekmek aramış. İskender Padişah için abıhayatla hazırlanan yanmış ekmeği bulmuş ve sevinerek 
yemeye başlamış. Yemiş, yemiş ve vücudunda farklı bir durum sezmiş. Kel başı kaşınmaya başlamış. 
Tatlı tatlı kaşıyınca, yaranın kabukları dökülmeye başlamış. Başını okşayınca, oldukça kalın saçlar 
çıkmaya başladığını hissetmiş. O, kendi kendine bu duruma şaşırırken, fırının arka tarafından gelen: “Hey 
insanoğlunun çocukları, yavrularımı almayın!” diye acıyla öten sesi duymuş. Kulağına inanamayarak 
fırının arkasına geçmiş, iki serçe: “Vay yavrularım…! Vay yavrularım...!” diyerek ötüp gidiyormuş. 
Çocuğun birinin omzuna, başka bir çocuk çıkıp, duvardaki yuvaya elini sokuyormuş. Lokman, onları 
kovalayarak, serçenin yavrularını kurtarmış. Lokman, serçelerin dilini anlamış olmasına şaşırmış.  
 Lokman 
işini bitirince, nehir boyuna çıkmış. Ağaçlar, bitkiler ve otlar konuşunca, Lokman, 
onların dilini de anlamış. Otlardan biri: “Ben yetmiş iki çeşit hastalığın devasıyım, tohumum falan 
hastalığın, köküm falan hastalığın ilacıdır.” demiş. Yine bir başka ot: “Ben de öyle, birçok hastalığın 
ilacıyım.” demiş. Bir saksağan ağaca konup: “İnsan denen ahmak, şimdi falan yerdeki, falan zengin can 
çekişiyor. Ona bu otları kaynatıp ilaç yaparak içirirsen, iyileşecek.” demiş. Lokman, saksağanın söylediği 
yabani otlardan ilaç yaparak zengine içirmiş ve onun hastalığı iyileşmiş.  
 
O günden itibaren Lokman, bütün canlıların, bitkilerin dilini anlama olgunluğuna erişmiş. Bu 
abıhayatın sayesinde, bütün hastaları iyileştiren bir hekim olmuş.  
 Böylece, 
Lokman’ın ünü, şehirden  şehre, dağdan dağa, memleketten memlekete yayılıp, bütün 
cihanın bildiği tabiplerin piri “Lokman Hekim” olarak bu dünyadan göçmüş. 
2.
 
Lokman’ın Tabip Oluşunun Sırrı
16
 
 
Dünyanın girdabında büyük bir delik varmış ve bütün dünyanın suyu bu deliğe akarmış. O 
delikten durmadan “Su! Su!” şeklinde ses çıkarmış. Burada yedi tane de değirmen varmış ve kim bu 
değirmenlerde öğütülen undan yemek yapıp yerse, o kişi bütün ağaç, bitki, kuş ve hayvanların dilinden 
anlar olurmuş.  
                                                 
16
 İsmayil Tömür, “Rivayetler”. Bulak, Sayı: 4 (37), Ürümçi 1991, s. 140. 


Adem Öger 
86 
 
O dönemde, meşhur bir padişah varmış. Padişah, bu yedi değirmende öğütülmüş undan 
getirmeleri için, birkaç adamını göndermiş. Onlar, bin bir çileyle dünyanın girdabındaki yedi değirmende 
öğütülmüş undan birazcık getirmişler. Buna çok sevinen padişah, unu özel fırıncısına ekmek yapması için 
vermiş.  
O dönemde Lokman Hekim, padişahın fırıncısının yanında çırak imiş. Fırıncı yanlışlıkla ekmeği 
yakmış. Ekmeklerden hiçbiri kalmamış, hepsi düşüp küle belenmiş. Başının alınmasından korkan fırıncı, 
küle belenen ekmekleri yemesi için Lokman’a verip, kendisi başka undan hamur yoğurmuş ve bütün 
hünerini ortaya koyarak çok güzel çörek pişirip padişaha ulaştırmış. Padişah, çöreği sevinçle yemiş. Fakat 
aradan birkaç gün geçmesine rağmen, kendinde hiçbir değişiklik görmemiş. Bu durumdan şüphelenen 
padişah, fırıncıyı yanına çağırtıp, olanları aynen anlatmasını istemiş. Fırıncı, padişahtan affını dilemiş ve 
padişah da affedeceğini belirtmiş ve fırıncı olanları ayrıntısıyla anlatmış. Padişah, bu özel ekmeği 
yemenin kendisine nasip olmayacağını öğrendikten sonra, Lokman’da hangi özelliklerin ortaya çıktığını 
öğrenmek isteyip, onunla kırlara çıkmış. Gerçekten Lokman karşılaştığı nesnelerin ne dediğini anlayarak; 
bitkilerin, kuşların ve hayvanların, hangi otun ve ağacın, hangi hastalığa ne yaparak iyi geldiğini tek tek 
anlatmaya başlamış. O günden sonra padişah, sarayında özel bir oda ayırıp, Lokman’ın hekimlikle 
uğraşmasına büyük bir imkân sağlamış. Lokman da bu şartların değerini bilip, hekimliğini daha da 
geliştirmiş ve zamanla Lokman’ın şöhreti bütün âleme yayılmış.  
3.
 
Lokman Hekim’in Dört Yüz Yıl Zindanda Yatması
17
 
 
Eski zamanda, Allahuteala bütün insanların, canlıların yaptıklarına uygun cezayı hemen verirmiş. 
 
Büyük tabip Lokman Hekim, bir yerde hasta olduğunu duysa, yakın uzak demeden gidermiş. 
Günlerin birinde Lokman Hekim, şehrin dışında ağır bir hasta olduğunu öğrenmiş ve o tarafa doğru yola 
koyulmuş. Lokman Hekim’in biri on yaşında, iki oğlu varmış. Bu çocuklar, babasının peşini 
bırakmamışlar. 
 Onlar, 
babasının peşinden giderken, büyük oğlu bir hüthüt kuşunun sarayın kalesindeki yuvasına 
girdiğini görüp, bunu kardeşine göstermiş. Fakat o kuşu hemen yakalamak isteseler de bu mümkün 
değilmiş. Çünkü Lokman Hekim, hiçbir canlıya zarar vermelerine izin vermezmiş. Bu iki çocuk, köşeden 
tuvalete gideceğiz, diyerek geri dönüp, biri kaledeki yuvanın ağzını beresiyle tıkamış ve dönüşte alacak 
olmuşlar.  
 
Lokman Hekim, hastanın derdine derman olup, canına can katıp geri dönmüş. Bu arada hava 
kararmaya başlamış. Bu iki çocuk, yuvanın ağzını açıp, ellerini uzattıklarında, hüthüt kuşunun iki 
yavrusunun havasızlıktan öldüğünü, hüthüt kuşunun da baygın bir şekilde yattığını görmüş.  
 O 
sırada, sarayın hazinesine hırsız girmiş ve askerler onları kovalarken, bu iki çocuğun kalenin 
dibinde, birbirinin üzerine çıkıp, kaleye tırmanmaya çalıştıklarını görmüşler. Lokman Hekim, biraz 
öteden geliyormuş. Onları tutuklayıp ellerini bağlamışlar. “Biz hırsız değiliz!” demelerine bakmaksızın, 
yaka paça götürüp zindana atmışlar. Onlar, az önce hüthüt kuşuna yaptıklarının cezası olarak karanlık ve 
rutubetli zindanda yatmaya başlamışlar.  
 Aradan 
yıllar geçmiş, padişahlar da değişmiş. Burada, kuraklıktan dolayı açlık başlamış.  Şehir 
halkı her yere dağılmış, şehir viran olmuş, zindan da unutulmuş. Kum fırtınası yüzünden, zindanın üzeri 
dümdüz olmuş. Lokman Hekim’in iki oğlu boğularak ölmüş. Abıhayatın gücü sayesinde Lokman Hekim, 
yıllarını zindanda geçirmiş. Karnı acıktığında, yanındaki yedi salkım kuru üzümün her birini elli yıl 
yemiş. Böylece aradan dört yüz yıl geçmiş. Lokman Hekim’in saçı sakalı pamuk gibi ağarmış; yaşadığı, 
                                                 
17
 Kök Yallik Böre, s. 190–195. 


Yüklə 2,39 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   110




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə