Uygur Efsanelerinde Lokman Hekim
87
sadece gözlerinin hareket etmesinden anlaşılıyormuş. Vücudu tuz gibi olmuş. Eğer zindanda olmasa,
rüzgâr çıksa, toz olup gidecekmiş.
O,
zindanda
yatadursun,
şimdi sözü yeniden inşa edilen şehrin padişahından dinleyelim:
Şehrin padişahı eti çok severmiş, önüne yiyecek gelse, çiğnemeden hızlıca yutarmış. O et yerken,
yemek borusuna bir kemik tıkanmış ve ne içeri gitmiş ne de dışarı çıkmış. Ona büyük ıstırap vermiş. O,
gece gündüz hırıldayıp ağlamış ve boğazı da iyice şişmiş. Memleketteki hiçbir iyi hekim çare bulamamış.
Padişahın ölümünü bekleyip hırıldadığı dakikalarda, saraydaki danışmanlar padişaha:
—Lokman Hekim olmuş olsa, sizi kesinlikle tedavi ederdi, demiş.
Padişah onlara sinirlenerek,
konuşamadığı için şunları yazmış: “Bundan dört yüz yıl önce ölen Lokman, bana ne gerek?”
—Biz fala baktık, Lokman Hekim hâlâ hayattaymış, demiş danışmanlar. Padişahın karanlık
gönlünde ümit mumları yanmış. Azrail’in gelmesini bekleyip duran padişah, yerinden sıçrayarak:
“Lokman Hekim’i derhal bulun gelin!” diye ferman yazmış. Bütün yurt, seferber olmuş. Harabeye dönen
şehrin dört yüz yıl önceki haritasına bakarak, zindanın yerini tespit etmişler; ancak üzeri dümdüz olup
gittiği için, ne yaptıysalar zindanın girişini bulamamışlar. Danışmanlar, bütün maharetlerini gösterip,
sonunda bu yerin üzerine su tutmuşlar. Su akıtmayı bıraktıklarında delik büyümüş. Burası,
gerçekten
zindanın ağzıymış. Buradan iki kişi iple inmiş. Lokman Hekim sağ olarak oturuyormuş. O, demiş ki:
—Ey
çocuklarım, bana çok yaklaşmayın, beni tutmayın, vücudum toz halindedir.
—O zaman sizi nasıl çıkarırız? demiş aşağıya inenler. Lokman Hekim demiş ki:
—Öncelikle içeriye temiz hava girip içerideki pis havanın yerini alsın. Ondan sonra beni, kırk
gün kırk gece buhara tutun. O zaman bedenim biraz katılaşır, sonra çıkarabilirsiniz.
Onlar, Lokman Hekim’in söylediği gibi kırk gün buhara tutmuşlar, kırk birinci gün Lokman
Hekim’in isteği üzerine, büyük bir sepeti pamukla doldurup aşağı indirmişler. Onu tutamadıkları için,
sepeti ona yaklaştırmışlar.
Lokman Hekim, kendini yumuşak pamuğun üzerine atmış. Ondan sonra ipi
çekerek yeryüzüne çıkarmışlar. Lokman Hekim, aydınlık dünya ile tekrar yüz yüze gelmiş.
Padişah, bu arada aynı acıyı çekmekteymiş. Lokman Hekim, yeryüzüne çıktıktan sonra kendine
ilaç yaparak epeyce eski şekline dönmüş. O, padişahın nasıl bir hastalığa yakalandığını çoktan öğrenmiş
olsa da, padişahın damarını tutup bakmış ve ona oğlu olup olmadığını sormuş. Yedi yaşında bir
oğlunun
olduğunu işaret etmiş padişah.
—O zaman pek sevinmiş. Oğlunuzun kanını başınıza akıtırsak, hemen iyileşirsiniz, demiş
Lokman Hekim. Padişah, bir an düşünüp bir tek kıymetli oğlunu, tahtının varisini kurban etme fikrine
tahammül edememiş. “Başka çaresi yok mu?” diye Lokman Hekim’e yalvarmış. Lokman Hekim, bundan
başka hiçbir çarenin olmadığını söylemiş. Padişah, tekrar oğlunu düşünmeye başlamış.
O zaman Lokman
Hekim:
—Ey âlemin padişahı, bu şartı yerine getirmezsek, hayat mumunuz fazla yanmadan sönecek,
demiş.
Padişahın hastalık ıstırabı gittikçe artmış ve ona Azrail görünmeye başlamış. O, sonunda şu
karara varmış: “Ata olursa, çocuk da olur. Ben bu acıdan kurtulursam, çocuğu tekrar bulamayacak
mıyım?” diyerek bu fikri kabul etmiş. Padişahın oğlu, onların önünde hazır olmuş. Lokman Hekim,
parlayıp duran keskin bıçağı bir elinde, çocuğu bir elinde tutup götürürken:
Adem Öger
88
—Âlemin
padişahı, çatı penceresinin altında kıbleye dönüp oturun, sakın yukarıya bakmayın,
diyerek uyarıp, kendisi çatıya çıkmış.
Padişah oturmuş. O anda Lokman Hekim’in “Allahu Ekber” tekbiri ile aynı anda, oğlunun
bağırması duyulmuş, padişahın başına şırıl şırıl kan akmış. Padişah, dayanamayarak: “Vay çocuğum!”
diyerek öyle bir bağırmış ki, yemek borusundaki kemik birkaç kulaç öteye fırlamış ve padişah hastalık
acısından kurtulmuş; fakat oğlundan ayrılmış olan padişah, kendini yere atıp dövünüp ağlamış.
—Ayağa kalk! diyerek Lokman Hekim, padişahı teselli etmiş. Fakat padişah:
—Ey Lokman Hekim, beni iyileştirdin; fakat şu anda gözümün bebeği, yüreğimin parçası,
bahtımın ve tahtımın varisi oğlum yaşasa olmaz mıydı? diyerek daha fazla ağlayıp sızlamaya başlamış.
—Şimdi oğlunuz cennette oynuyor. Siz onu çağırsanız, demiş Lokman Hekim. Padişah üzüntü
içinde farkında olmadan: “Oğlum!” diyerek bağırmış. Oğlu, bağın içinden bir deste kırmızı gül ile içeri
girmiş. Padişah, şaşırıp kalmış. Oğlunun gülü sunmasıyla onu bağrına basıp,
bahar yağmuru gibi sevinç
gözyaşları dökmüş. Gözlerine inanamayıp oğlunu tekrar tekrar sevmiş. Aslında Lokman Hekim bir oğlak
kesmiş.
Bütün yurt, dört yüz yıldır kaybolan Lokman Hekim’e tekrar kavuşmuş.
Bu
hikâye
şimdiye kadar kulaktan kulağa aktarılarak gelmiş.
4.
Öbür Dünyadan Hediye Gelen Ekmek
18
Zaman
zorbanın, eğlence körünmüş. Bundan uzun zaman önce Orta Asya’da, her şeye ilgi duyup,
bir şeyin aslını astarını öğrenmeden bırakmayan şımarık bir padişah yaşarmış.
Bu
padişah göğün yedi katlı, aynı şekilde yerin de yedi katlı olduğuna inanırmış. Bunun yanında,
yerin altında, bir başka dünyanın daha olduğuna inanırmış. Bundan dolayı bu padişah, gece gündüz o
dünyayı görmeyi arzularmış. Bu yüzden bütün varını yoğunu, yeri kazıp öbür dünyayı gösterecek olanlara
adamış. Bu padişahın devrinde yaşayan insanlar, padişaha öbür dünyayı göstermek
ümidiyle, yeri hiç
durmadan kazıyorlarmış.
Günler
haftaları, haftalar ayları, aylar yılları takip edip geçmiş. İnsanlar, padişahın zorlamasıyla
yeri, hiç dinlenmeden kazmışlar. Aradan tam yüz yıl geçtikten sonra, yer kazılmış ve öbür dünya
görünmüş.
Bu güzel haber, padişaha ulaştırılmış. Padişah, yaşlanmış olmasına bakmaksızın, bütün yurtta
eğlence düzenlemiş ve bu işten sonuç almasına çok sevinmiş. Padişah, eğlence bittikten sonra genç bir
vezirini yanına çağırıp, ona, öbür dünyayı kendisinin vekili olarak incelemeye çıkmasını emretmiş.
Vezir, öbür dünyaya gitmek için hazırlığını yaptıktan sonra, padişah, diyarındaki en güzel
nesnelerden seçip, öbür dünya padişahına hediye olarak vermesini tembihlemiş ve seçtiği yiğitlerle
vezirini öbür dünyaya yollamış.
Aylar,
yıllar geçmiş.
Uzun zaman geçtikten sonra, vezir hizmetkârlarıyla birlikte öbür dünyadan
geri dönmüş. Fakat vezir, padişaha hediye olarak ne vereceğini bilemeyerek şaşırmış. Çünkü vezir, öbür
dünyanın padişahına, bu dünyadan çok güzel şeyler götürmüş; buna karşılık öbür dünyanın padişahı, bu
18
Kök Yallik Böre, s. 195–198