Ölmeyi Reddeden Kral
Çevresindeki yaşam da değişiyordu. Kemirgenler, yılan
lar, kertenkeleler ve akreplere ek olarak, şimdi tavşanlar ve
küçük keçilerle, onları avlayarak hayatta kalan kurt ve çakal
lara rastlıyordu. Yabani geyik, antilop ve ceylanlarla,
onları
avlayarak hayatta kalan yabani leopar ve panterler ve hepsi
ne egemen olan aslanlar da görmeye başlamışh.
Yürüdüğü yollara ayak basılmamış; hrmandığı dağlara ad
verilmemişti. Geçen günleri saymayı bırakh. Sonra bir gün,
belli bir uzaklıkta bir deve kervanı görüp Şagaz halkı olabi
leceklerinden korkarak, onlara görünmemek üzere saklandı.
Ancak insan yerleşim bölgelerine yaklaşmakta olduğunu an
ladı ve yabanı yürüyerek geçme görevi, pek yakında tamam
lanacaktı.
Ötede bir dağ geçidi gördü ve ona doğru yöneldi. Ama
ona ulaşmadan aslanların kükrediğini işitti. Bir kayanın ar
dına saklandıysa da aslanlar görmüştü onu; biri erkek, diğeri
dişiydi. Dişi, üzerine atlamak için arka ayaklarının üzerinde
gerilince, kendini savunmak için hançerini çıkardı, ancak tö
kezleyip arkaya doğru düştüğünden, dişi aslan onu ıskala
yarak hemen yanında yere indi. Gılgamış, hançerini içindeki
tüm güçle, ayağa kalkmak için yanlamasına yuvarlanırken
onun kalbine sapladı. Hayvan acılı bir kükremenin ardından,
düşüp öldü.
Şimdi erkek aslan, Gılgamış'ın üzerindeydi. Hançeri dişi
aslana saplanıp kaldığından, silahsızdı. El yordamıyla bir kaya
buldu ve onunla aslanın gözlerinin arasında bir darbe indirdi;
sonra tam da Enkidu'nun ona öğrettiği gibi, çıplak ellerini kul
lanarak hayvanla boğuştu.
Hayvan onu ısırıp tırmaladı ama o, ellerini onun boynun
da kenetledi ve ne kadar kıvranıp bükülse de, gihnesine izin
vermedi. Yarahğın boynunun çevresini, onu boğana dek gi
derek daha sıkıca kavradı.
248
Zecharia Sitchin
Ayağa kalktı ve devasa boyuttaki iki ölü yaratığa baktı.
Artık vahşi doğanın kralıyım,
dedi kendi kendine. Hançeri, ölü
dişi aslandan çıkardı ve derisini yüzüp, görkemli postundan
kendine bir manto yaptı. Kuzgunlar ve diğer vahşi kuşlar te
pesindeki gökyüzünü doldurmaya başladığında, yola devam
etmeye karar verdi.
Dağ geçidinde, üzerine hilal simgesi oyulmuş taş bir sütunu
destekleyen bir taş yığınına rastladı ve Efendi Sin' in egemenlik
bölgesine geldiğini anladı. Şagaz Ülkesi'ni ve Marduk'un ege
menlik alanlarını geçmişti!
Burada geceledi. Uykusunda bir rüya gördü: Bir kutlama
nın ortasındaydı; insanlar şarkı söylüyor, dans ediyor ve ya
şamdan keyif alıyorlardı. Uyandığında, rüyanın olumlu bir
işaret olduğunu biliyordu. Sütunu destekleyen taş yığınına
bir taş daha ekledi ve Efendi Sin ile Utu'ya sessiz bir dua söy
leyerek, dağ geçidinde ilerlemeye koyuldu.
Şimdi bulunduğu yükseklikten, aşağıdaki kocaman bir ova
yı görebiliyordu. Kırmızı renkli dağlar, yeşilimsi bir su kütle
sini içlerine almışlardı. Geniş gölden yükselen pusun arasın
dan duvarlarla çevrili, beyazlığı uzaktan parlayan bir kentin
görüntüsünü seçebiliyordu. Annesinin haritasını
anım
sayınca,
onu geçitler üzerinden Tilmun'a götürecek olan Tuz Denizi'ne
vardığını anladı.
İniş, beklediğinden daha sıcak ve çetindi. Dağlar, başta gö
ründüğünden bile daha alçakta olan içdenize doğru, dik bir
eğim yapıyorlardı. Dağlarda o denli dikkat çeken kuşlar bura
da yoktu ve Gılgamış, bölgenin kuş ya da hayvan çığırhlanyla
kesilmeyen, tekinsiz bir sessizliğe gömülmüş olduğunu fark
etti. Sulardan yükselen pus artık buhar gibi yoğundu ve tam
tepedeki güneşten, ölümcül bir sıcaklık vuruyordu başına.
En dipteki dünyaya iniyormuş gibi hisseden Gılgamış'ı
büyük bir korku sardı. Ürküntüyle hızlandırdı adımlarını.
249
Ölmeyi Reddeden Kral
Dağların eteklerine, ovanın başlangıana gelmişti. Sıcak ve
buhar yüzünden şehri arlık seçemiyordu. Fakat ilerleyince,
tek başına duran ve dizi dizi hurma palmiyeleriyle çevrelen
miş bir ev gördü aniden.
Görüntü karşısında mest olan Gılgamış, adımlarını eve yö
neltti. Yaklaşınca, dışarıda bir taburede oturmuş kadını fark
etti. Bir tastan yemek yiyor ve bir çömlekten bir şey yudum
luyordu. Çevrede keçiler ve domuzlar da vardı.
"Hey, kadın!" diye bağırdı Gılgamış, uzun adımlarını bir
koşuya dönüştürürken. "Çömleğinde bira, tasında yulaf pel
tesi var mı?"
Bağırılan sözcükleri duyan kadın, şaşırıp kaldı. Yukarı
ya baklığında gördüğü şeyden korkmuştu: elinde uzun bir
sopa tutan, saçları vahşice uzamış, upuzun sakalları birbirine
karışmış, yüzü kil gibi koyu, lırnakları bir kartalınkiler gibi
uzun ve sivri, hayvan giyimli bir adam. Bir korku çığlığı ata
rak eve koştu ve kapıyı ardından sürgüledi.
"Hey, kadın!" diye bağırdı Gılgamış, kapıya doğru gelir
ken. "Korkma! Uzaklardan gelen bir yolcuyum. Midem sırtı
ma yapışlı. Birandan yudumlamama ve yulaf peltenden tat
mama izin ver de yoluma gideyim!"
"Git buradan, hayvan kılıklı adam!" diye bağırdı kadın,
kapının arkasından. "Yabanına geri dön!"
Gılgamış, ne denli korkunç göründüğünün ancak o zaman
bilincine vardı. Aslan postunu çıkarıp atlı ve saçıyla sakalını
elleriyle, elinden geldiğince düzeltti. Sonra sopasıyla kapıya
vurdu.
"Kadın!" dedi yüksek sesle, "ne bir hayvanım, ne de ya
banda yaşayan biriyim. Ben, Erek kralı Gılgamış'ım!"
Kapının ardında sessizlik oldu ve Gılgamış, kapıya daha
şiddetle vurmaya başladı. "Aç; yoksa kapını kıracağım!" diye
haykırdı.
250
Dostları ilə paylaş: |