17
Bu tip reaksiyonlar kan nakli uyuşmazlıklarında, kişinin kendi kan hücrelerine karşı gelişen
otoantikorların neden olduğu otoimmun hemolitik anemilerde, Rh (Rhesus) uyuşmazlıklarında gö-
rülen (Rh negatif annede, bebek pozitif ise) yenidoğanın hemolitik anemisinde (eritroblastozis fe-
talis) ortaya çıkar. Eritroblastozis fetalisde, fötal (fetusa ait) eritrosit antijenlerine karşı annede
gelişen antikorların (IgG) reaksiyonu söz konusudur. Anne antikorları plasentaya geçer ve bebeğin
kırmızı kan hücrelerini (eritrositleri) yok eder (hemolitik anemi). Akciğerde alveollerin ve böbrek-
te glomerüllerin bazal membranlarını tutan, Goodpasture sendromunda, trombositlerin destrüksi-
yonu sonucu ortaya çıkan, idiyopatik trombositopenik purpura ve bazı organ nakil retleri (greft
reaksiyonları) örnek verilir. Penisilin verilmesinden sonra ortaya çıkan hemoliz, ilaç reaksiyonuna
diğer bir örnektir.
Tip III Hipersensitivite (Immun Kompleks Hastalıklar)
Spesifik antijenle birleşen antikorların oluşturduğu antijen-antikor (immun) kompleksleri, belli
bölgelerde damar içinde biriktiklerinde kompleman sistem aktivasyonuna ve sonrada bu komple-
man fragmanları lökositleri bu bölgeye çekerek, akut iltihaba yol açar. Bu komplekslerdeki anti-
jenler, mikrobiyal proteinler gibi, ekzojen antijenler veya nükleoproteinler gibi, endojen antijenler
olabilir. İmmun komplekslerin bir bölgede birikmesi, mutlak hipersensitivite hastalığı anlamında
değildir. Bir çok immun yanıtta antijen- antikor kompleksleri üretilir ve bu komplekslerin fagosite
edilme olayı, olağan antijen yok etme mekanizmasını anlatır. İmmun kompleks aracılı zedelenme-
ler, kompleksler dolaşım içinde şekillenirse olay sistemiktir ve pek çok organda birikim yapar
veya özellikle böbrekler, eklemler ve deri gibi, belli bazı organlarda lokalize kalabilir.
Sistemik İmmun Kompleks Hastalığı: Sistemik immun kompleks hastalığı patogenezi üç fazda
incelenir: (1)Dolaşımda antijen- antikor komplekslerinin oluşması, (2)bu immun komplekslerin
değişik dokularda birikimi ve (3)vücutta yerleştiği alanda bir iltihabi reaksiyonu başlatmasıdır.
Dolaşımda oluşan antijen- antikor komplekslerinin böbrek glomerüllerine ulaşıp- ulaşamaya-
cağı söz konusudur. Bu nedenle komplekslerin büyüklükleri önemlidir. Oluşacak olan immun
kompleksin büyüklüğü ve serumdaki antijen/ antikor arasındaki orana bağlıdır. Antikorların aşırı
bir şekilde fazlalığında, bir çok antikor molekülü tek bir antijen molekülü ile birleşecektir ve ha-
cım olarak çok büyük kompleksler oluşturacaktır (şek1). Bunlar dolaşımda eriyik halinde bulun-
mazlar, presipite olurlar; yani çökelirler. Ayrıca bunlar komplemanla da birleşebilme özelliğinde-
dir. Bu tür kompleksler böbreğe ulaşamadan mononükleer fagositik sistem hücreleri tarafından
süratle fagosite edilerek, dolaşımdan elimine edilir. Diğer taraftan büyük bir antijen fazlalığında
çok küçük kompleksler oluşacaktır (şek2). Tek antikor molekülü, tipik olarak yalnızca iki antijen
molekülüne yapışır ve hacım olarak büyüyemez. Böbrekte birikemeyecek kadar küçük olan böyle
kompleksler, komplemana da fikse olamayacaktır. Gerçek patolojik potansiyel bu iki kompleks
büyüklüğü arasında bulunmaktadır. Dolaşımdaki antijen miktarı antikora oranla az miktarda fazla
olursa (hafif antijen fazlalığında), oluşacak kompleksler orta büyüklükte olacaktır (şek3). Bunlar
presipite olmayarak dolaşımda eriyik (solubl) halde kalır. Kolaylıkla fagosite edilemez. Ayrıca
bunlar, komplemana bağlanabilecek yeter büyüklüktedir. İşte bu büyüklükteki kompleksler, siste-
mik sirkülasyonu geçerken, glomerül bazal membranına takılarak granüler bir şekilde birikir.
Kompleman sistemin aktivasyonu ile polimorf nüveli lökositler, immun komplekslerin depolandı-
ğı bölgeye doğru hücum eder, buralarda birikir ve iltihabi olayın başlamasına neden olur. Böyle-
likle o bölge dokusu haraplanır. İmmun komplekslerin neden olduğu bir glomerül hastalığı olan
“poststreptokokal glomerulonefrit” (immun kompleks glomerulonefrit) buna bir örnektir.
18
Lokal İmmun Kompleks Hastalığı: Lokal immun kompleks hastalığının bir örneği, Arthus re-
aksiyonudur. Akut immun kompleks vaskülitis sonucu ortaya çıkan doku nekroz alanlarıyla karak-
terizedir. Bu reaksiyon daha önceden verilen antijene karşı oluşmuş antikor bulunduran yani önce-
den immunize edilmiş hayvanının derisine antijen enjekte edilerek, deneysel olarak ortaya çıkarı-
lır.
Tip IV Hipersensitivite (Geç Tip Hipersensitivite, T- Hücre Aracılı)
Aktivatörler, lenfositler olarak bilinen kan hücreleridir. Humoral (sıvısal) yanıt yerine, hücre-
nin yönettiği (hücresel, hücre bağımlı, hücre aracılı) geçikmiş bir yanıttır. Hipersensitivite reaksi-
yonu, antikorlar yerine T hücreleri ile meydana gelir. Daha önce bir antijenle tanıtılan T lenfosit-
ler, daha sonraki karşılaşmada sitokin salgılayarak makrofajların birikimine ve makrofaj aktivas-
yonuna neden olur. Bu şekilde granulomlar ortaya çıkar. Bu reaksiyon için geçen zamanın uzun
olması, geç hipersensitivite olarak anılır. Tümör hücreleri ve virusla enfekte olmuş hücreler, sensi-
tize T hücrelerince direkt olarak öldürülür.
Bu tip IV hipersensitiviye klasik örnek, tüberküloz tanısında kullanılan PPD (purified protein
derivative= saflaştırılmış protein türevi) olarak adlandırılan tüberkülin deri testi (Mantoux) verilir.
Önce-ki bir enfeksiyonla tüberküloz basiliyle karşılaşmış veya daha önce (BCG) aşısı olmuş
kişilere bu test uygulanırsa, dakikalar içersinde ani olarak değil, intrakutan enjeksiyondan 24- 72
saat sonra (bunun için geçikmiş denir), belirginleşen lokalize eritem (kızarıklık) ve endu-rasyonla
(sertleşme) karakterize bir deri reaksiyonu gözlemlenir. Bu tip hipersensitivite; kontakt dermatitis
(metal, ilaç, kozmetik ve sabun alerjileri), otoimmun hastalık (Sjögren sendrom), doku grefti
(doku aşılama) ve organ nakillerinde meydana gelen uyumsuzluklardan da sorumludur.
OTOİMMUN HASTALIKLAR
Organizmanın kendinden olmayanı tanıma özelliği, immunolojinin temel taşlarından birini
oluşturur. Bu ayırımı yapabilen organizma, kendi öz dokularına zarar vermez. Bu temel özellik
yitirildiğinde, otoantikorlar oluşur. Otoantikor, vücudun kendi öz dokularının antijenik yapılarıyla
reaksiyona giren antikor anlamındadır. Sonuçta bu otoantikorlar organizmanın kendi öz dokularını
harablar, vücuda hasar verir. Vücudun kendi öz dokularının yabancı olarak algılanması, ona karşı
otoantikor geliştirek immun yanıt oluşturulması olayına, otoimmun hastalık denir. Otoimmun has-
talıklar kişinin kendi antjenlerine karşı gelişen immun reaksiyon nedeniyle meydana gelir. Her
otoimmun yanıt sonucu otoimmun hastalık gelişecek değildir.
İmmun sistem, vücudun kendi hücreleri ve dokularıyla yabancı maddeleri ayırt etmeyi erken
dönemde öğrenir. Bu tanıma ve immun sistemin vücudun kendi hücreleri ve dokularına yanıt
vermemesine, immunolojik tolerans adı verilir. Otoimmun hastalıklarda, tanıma mekanizması
çökmüş ve bazı vücut hücrelerine tolerans kalkmıştır. İmmun sistem bu hücreleri antijen olarak
algılamaya başlar. Otoimmun bir hastalık, tek bir hücre tipine veya tek bir organı tutabileceği gibi,
daha geniş kapsamlı olarak aynı anda birçok organı da etkileyebilir. Dokular ve hatta bütün
organlar hasar görmüş olabilir. Genetik faktörler bir bireyin otoimmun hastalığa yatkınlığında
önemli rol oynayabilir ve viral enfeksiyon da etkin olabilir. Buna örnek, pankreatik hücrelere
saldıran T hücrelerinin diyabetes mellitusa neden olması verilebilir. Otoimmun hastalıklardan
bazıları şunlardır. Otoimmun hemolitik anemi, sistemik lupus eritematozis, romatoid artritis, poli-
arteritis, tiroidin Hasimato hastalığı, Graves hastalığı (tirotoksikozis), myastemia gravis, Sjögren
sendromu ve pemfigus.