Radyo telev zyon s nema anab L m dali lat n amer ka



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/60
tarix04.02.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#23973
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   60

 
 
40 
etkin  oldukları  gibi  toplumsal  hayat  üzerinde  de  belirleyici  rol  oynamıştır.  thal 
ikameci  dönemlerde  “bağımlılık  okulunun”  teorilerine  benzer  şekilde  hareket 
edilirken,  özellikle  20.  yüzyılın  son  çeyreğinde,  Latin  Amerika  devletleri, 
“modernleşme  kuramının”  teorileri  çerçevesinde  uluslararası  ilişkilerini  yeniden 
düzenlemeye ve yabancı sermayeyi ülkelerine çekmeye çalışmaktadırlar. 
 
 
1.3.2-)  
NEO-L BERAL ZM VE KÜRESELLEŞME 
 
1970’lerde  askeri  diktatörlükler  tarafından  kurulan  rejimler,  dünya 
konjonktürüne  de  uygun  olarak  neo-liberal  politikaların  yerleşmesini  sağlamıştır. 
Neo-liberal politikalar ve küreselleşme, dünyada ekonomik ve politik hayatın son 25 
senesine  egemendir.  Bu  politikaların  temel  prensibi,  ulusal  ekonomik  sınırların 
kalkmasıdır.  Bununla  birlikte,  sermaye  dünya  üzerinde  rahatça  hareket  edebilir. 
Doğal olarak, sermayenin orantısal büyüklüğü Batılı ve sanayileşmiş ülkelerin elinde 
bulunduğundan,  dolaşım  halindeki  sermaye  de  Batılı  ülkelerdeki  şirketlere  aittir. 
Teorik olarak Batılı devletler, “modernleşme okulunun” prensiplerine benzer şekilde, 
bu  sermayeyle  azgelişmiş  ve  gelişmekte  olan  ülkelere  yatırım  yapacaklardır 
(Cirhinlioğlu,  1999:  21),  ama  sermaye,  doğası  gereği  maksimum  kar  peşinde 
olduğundan,  bu  yatırımlar  yapılmamış  ya  da  sorunlu  olmuştur.  Azgelişmiş  ülkeler, 
Latin  Amerika’dakiler  de  dâhil  olmak  üzere,  Batılı  ülkelerin  seviyesine  gelebilmek 
ya da yabancı sermaye çekebilmek için ekonomik, politik ve yargı yapılarını reforme 
etmeye  zorlanmıştır.  Bu  reformların  politik  kısmında,  devletin  küçülmesi 
öngörülmektedir.  Azgelişmiş  ülkeler,  devleti  küçültmek  adına,  devletin  iktisadi 


 
 
41 
kuruluşlarının  büyük  bir  kısmını,  başta  yabancı  iştirakçiler  olmak  üzere  özel 
sermayeye  satar.  Bir  yandan  devlet  küçülürken,  diğer  yandan  devletin  reformlar 
yapabilmesi  için  IMF  ve  Dünya  Bankası  gibi  kurumlardan  borç  alınır.    Azgelişmiş 
ülkelerin  ekonomileri,  borç  ekonomilerine  dönüşmüştür  ve  ekonominin  önceliği, 
halkın refahını yükseltmek yerine bu borçları kapatmak haline gelmiştir. 
 
Ulusal  ekonomiler,  yurtdışından  IMF  tarafından  düzenlenir.  Son  25  yılda, 
IMF  politikalarının  verimli  olmadığı  birkaç  kez  anlaşılmıştır.  1990’ların  ortasında 
bütün  Latin  Amerika  ülkeleri  ekonomik  kriz  yaşarken  2000’lerin  başında  Arjantin 
ekonomisi  çökmüş,  halk  açlıkla  karşı  karşıya  kalmış  ve  toplumsal  isyan  çıkmıştır. 
1990’ların ortasındaki krizde enflasyon oranları %1000’in üzerinde çıkmış ve iki yıl 
boyunca  bu  oranlarda  seyretmiştir.  Küreselleşmenin  bir  sonucu  da  ulusal 
ekonomilerin  birbirine  çok  bağımlı  hale  gelmesidir.  Bu  durumda,  bir  ülkenin 
yaşadığı  ekonomik  kriz,  dünyanın  diğer  bir  köşesindeki  başka  bir  ülkeyi 
etkileyebilmektedir.  Latin  Amerika  ülkeleri  ise  birbirleriyle  ekonomik  bağlılıkları 
daha fazla olduğundan birbirlerinden daha fazla etkilenmektedir. 
 
Son  25  yılda  dünyadaki  gelişen  en  önemli  olay  olarak  küreselleşme 
gösterilebilir. Sovyet bloğunun çökmesinin ve dünyanın tek kutuplu hale gelmesinin 
ardından, dünya ekonomik olarak bütünleşmiş gibi görünmektedir. Avrupa ve Kuzey 
Amerika’dan idare edilen bu sisteme, Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye gibi ülkeler 
eklemlenmeye  çalışmaktadır.  Ayrıca,  iletişim  alanındaki  teknolojik  gelişmeler, 
dünyanın  küçülmesini  ve  uzakların  yakınlaşmasını  sağlamıştır.  Küreselleşmenin 
ekonomik  açıdan,  özellikle  Üçüncü  Dünya  ülkelerinin  yararına  işlediği 


 
 
42 
söylenemezken,  kültürel  açıdan  bütün  dünyanın  birbiriyle  ilişkili  olabilmesi 
sağlanmıştır. Bu sayede, Latin Amerika ülkeleri de dâhil olmak üzere Batılı olmayan 
ülkelerin kültürel ürünleri de bütün dünyada takip edilebilmektedir. 
 
Neo-liberalizm  ve  küreselleşme  sonucunda  Latin  Amerika  ülkeleri  aşırı 
yoksullaşırken,  gelir  dağılımındaki  eşitsizlik  artmıştır.  Gelir  dağılımının  en  eşitsiz 
dağıldığı  ülkeler  bu  bölgededir.  Bu,  toplum  içinde  sınıflaşmanın  aşırı  arttığı  ve 
toplumun  belli  bir  azınlığı  aşırı  derecede  zenginleşirken,  çoğunluğunun  da  aşırı 
derecede  yoksullaştığı  anlamına  gelmektedir.  Geleneksel  orta  sınıflar  bile,  artık 
hayatlarını ikame ettirebilecek gelirler kazanamamaktadır. 
 
Neo-liberal politikalar sonucunda sanayi üretimi beklenen artışı ve istihdamı 
sağlayamazken, Üçüncü Dünya ülkelerinde tarım sektörleri de zarar görmüştür. Bir 
yandan  tarımda  makineleşme,  diğer  yandan  tarım  ürünlerinin  yeteri  kadar  kar 
getirmekten  uzak  olması  nedeniyle  üretiminin  durdurulması  gibi  birçok  nedenle 
tarım  sektöründe  çalışanların  sayısı  azalmıştır.  Bunun  doğal  sonucu  olarak  kırdan 
kente  göç  yoğunlaşmıştır.  Tarihsel  olarak  100  yıldan  fazla  bir  geçmişi  olmasına 
rağmen,  çarpık  kentleşme  ve  gecekondulaşma  bu  dönemde  yoğunlaşmıştır  (Keleş: 
2004).  
 
Bütün  bu  ekonomik  ve  toplumsal  sorunların  sonucunda  Latin  Amerika’da 
2000’li  yıllarda  yeni  toplumsal  hareketler  ortaya  çıkmaya  başlamıştır.  Bir  yandan 
Meksika’daki  Zapatistalar  ve  Brezilya’daki  ‘Topraksızlar  Hareketi’  (MST)  gibi 
kırsal  hareketler  başlarken,  diğer  yandan  Arjantin’deki  ‘ şsiz  şçiler  Hareketi’  gibi 


 
 
43 
kent  hareketleri  vardır.  Bu  hareketler  ve  benzerleri  ekonomik  krizler  sonrasında 
yoksullukları  artan,  işsiz  kalan  ve  geçim  zorlukları  çeken  sınıflar  için  seslerini 
devlete  duyurabilecekleri  bir  ortam  sağlarken,  aynı  zamanda  hayatlarını  devam 
ettirebilmek  için  zorunlu  bazı  ihtiyaçlarını  karşılayabilecekleri  sosyal  bir  alan 
sunmaktadır.  Toplumsal  hareketler,  iktidarları  değiştirecek  güce  bile  erişmişlerdir. 
Son beş yılda beş Latin Amerika ülkesinde iktidarlar, toplumsal isyanlar sonucunda 
değişmek zorunda kalmıştır (Kürkçigil, 2004: 16), ama Latin Amerika’nın geleneksel 
sorunları devam etmektedir. 
 
Neo-liberalizm  sonucunda,  gecekondulaşma,  yoksulluk  ve  işsizlik  artmış  ve 
bu yapı geçen yüzyılın sonunda ve yeni yüzyılın başında, yeni toplumsal hareketlerin 
çıkmasını sağlamış, ama aynı zamanda bu yapı uzun yıllar boyunca şiddet ile birlikte 
anılmıştır. Kentsel şiddet Latin Amerika toplumlarının en büyük sorunlarından birisi 
olmaya  devam  etmektedir.  Latin  Amerika’nın  sömürgeci  geçmiş,  melezlik, 
azgelişmişlik  gibi  genel  özeliklerinin  arasına,  günümüzde  kentsel  şiddetin 
yoğunlaşması da dâhil olmuştur. 
 
 
1.3.3-)  
 
 
YOKSULLUK 
 
Yoksulluk Latin Amerika’nın önemli sorunlarından biridir. Bölge nüfusunun 
büyük  bir  çoğunluğu  yoksulluk  içinde  yaşamaktadır.  Ekonomik  verilere 
bakıldığında,  Latin  Amerika’daki  bütün ülkeler yoksul  ülkeler  sınıfına girmez.  Son 
yıllardaki  ekonomik  veriler  çerçevesinde,  Latin  Amerika  devletlerinin  çoğunluğu 


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə