64
o c a k 1 1
hükümetin 20 ayı aşkın bir süredir nasıl ayakta
kaldığı da merak konusu oldu.
Lieberman’ın geçmişi
İsrail’ de Şubat 2009 seçimleri sonrasında olu-
şan meclis aritmetiği, Netanyahu’nun Likud’un-
dan daha fazla milletvekili çıkaran merkez par-
tisi Kadima’nın lideri Tzipi Livni’nin hükümet
kurmasına izin vermemişti. ABD’nin de telkin-
lerine rağmen başbakanlığı bölüşmek isteme-
yen Netanyahu ve Livni milli mutabakat hükü-
metini kuramamış; bunun sonucunda Avigdor
Lieberman’ın lideri olduğu aşırı sağcı İsrael
Beytenu partisinin kilit konuma geldiği bir
“sağcı-aşırı sağcı-merkez sol-dinci” koalisyonu
kurulmuştu. Kabinede merkez sağcı Netanyahu
başbakan, merkez solcu Barak savunma baka-
nı, aşırı dinci Eli Yişai içişleri bakanı ve aşırı
sağcı Lieberman da dışişleri bakanı vazifelerini
üstlenmişti. Lieberman’ın bar fedaisi geçmişi,
ırkçı ve zenofobik söylemleri, yasadışı yerle-
şimci olması ve hakkında açılan şiddet ve rüş-
vet davaları Netanyahu’nun kendisini dışişleri
bakanı yapmasına engel olmadı. Zira 15 millet-
vekili ile Lieberman da Netanyahu’yu başbakan
yapmıştı. Bakan olduktan sonra yaptığı gaflar,
çıkardığı krizler ve hatta Netanyahu’yu zor
durumda bırakan açıklamaları da Lieberman’ı
koltuğundan etmedi. Bu durum aslında Lieber-
man-Netanyahu ikilisinin ilişkisinin uzlaşıdan
çok ihtiyaç ve çıkar temeline dayandığını gös-
termektedir. Kısaca, her ikisi de koltuklarında
kalabilmek için birbirlerine muhtaçlar. Barışın
antitezi olan Lieberman, Netanyahu’nun “ölü-
mü gösterip sıtmaya razı etmek” metodu için bi-
çilmez kaftandır. Diğer bir deyişle Lieberman’ı
gören Filistinliler ve Amerikalılar hatta Türkler
Netanyahu’ya razı olabileceklerdir. Ayrıca barış
görüşmelerindeki başarısızlıkların sorumlulu-
ğunun kolaylıkla üstüne atılabileceği bir günah
keçisidir Lieberman. Dış siyaseti belirlemeyen
ve yönlendirmeyen, by-pass edilmiş bir dışişle-
ri bakanıdır. Bu sebepten ihtiyaç ilişkisinin öte-
sinde Lieberman’ın Netanyahu için kullanışlı
bir ortak olduğunu iddia etmek mümkündür.
İsrail’in mevcut yönetimindeki kıymet-i har-
biyesi, “kullanışlı hükümet ortağı”ndan ibaret
olan Lieberman, aslında Türkiye ile ilişkilerin
normalleşmesini istemeyen Netanyahu için
bir paravanadır. İsrail kamuoyunda özellikle
2006’da Halid Meşal’in Ankara ziyaretiyle tır-
manışa geçen Türkiye karşıtlığını ve bu kar-
şıtlığın Mavi Marmara katliamı sonrası nef-
rete dönüşme trendini takip eden Netanyahu,
Türkiye’den özür dileyerek bu kadar güçlü İsrail
kamuoyunu karşısına almaktansa normalleş-
meyi erteleyerek bu karşıtlıktan siyasi puan
toplama çabası içerisindedir.
Netanyahu’nun baskı paratoneri
İşin düşündürücü tarafı ise İsrail’de artık bir
“milli gurur meselesi”ne dönüşen Türkiye’yle
ilişkilerden sadece Netanyahu’nun değil diğer
birçok İsrailli liderin de istifade etmeye çalışma-
sıdır. Livni’nin “Türkiye tarafını seçsin” açıkla-
ması, Barak’ın Türk istihbaratını suçlayan açık-
lamaları ve özür dileme karşıtlığı, Lieberman’ın
Türkiye hakkındaki nefret söylemleri de fırsat-
tan istifade çabalarıdır. Özür karşıtlığıyla Livni
sağcı, Lieberman da Rus göçmenler dışındaki
seçmenlere ulaşmayı hedeflerken Barak ise
savunma bakanı olarak Mavi Marmara katlia-
mının sorumluluğundan kurtulmanın çabasını
vermektedir. Bu yönleriyle hem kabineyi oluş-
turan partilerin hem de ana muhalefet partisi
Kadima’nın belki de üzerinde birleştikleri tek
mevzu “Türkiye’den özür dilememe”dir. Ne-
tanyahu baskı paratoneri olarak kullandığı
Lieberman’la birlikteliğine mümkün olduğunca
devam edecek ve Lieberman’ı gösterip kendine
razı ettirmeye çalışacaktır. İsrail kamuoyunda-
ki güçlü özür karşıtlığı devam ettiği ve Netan-
yahu hükümetin bekasını İsrail’in uzun vade-
li çıkarlarına tercih ettiği müddetçe de İsrail
Türkiye’den özür dilemeyecek ve de Türkiye-İs-
rail ilişkileri normalleşemeyecektir.
Sabah, 1 Ocak 2011
“
Özür karşıtlığıyla Livni sağcı,
Lieberman da Rus göçmenler dışın-
daki seçmenlere ulaşmayı hedef-
lerken, Barak ise savunma bakanı
olarak Mavi Marmara katliamının
sorumluluğundan kurtulmanın çaba-
sını vermektedir.
65
a r a ş t ı r m a m e r k e z l e r i
SETA RAPOR
Araştırma Merkezlerinin
Yükselişi: Türkiye’de Dış Politika
ve Ulusal Güvenlik Kültürü
Yaşanan bu süreç, sadece Netanyahu’nun Türkiye’den özür dilemeyi düşünmediğini
değil; aynı zamanda İsrail’in ortak bir politika oluşturma mekanizmasının da
olmadığını ortaya koydu.
BÜLENT ARAS, ŞULE TOKTAŞ, ÜMIT KURT
araştırma merkezleri
OCAK 2011 -
Türkiye’de araştırma merkezlerinin tarihçesi 1960’lı yıllara dayanmaktadır.
Araştırma merkezlerinin akademik dünyada bir sorunsal olarak ele alınması ve merak uyandır-
ması, ancak son yıllarda mümkün olmuştur. Hâlihazırda bulunan akademik çalışmalar ise son
derece sınırlıdır. Araştırma merkezlerini konu alan dört başı mamur bir literatürün varlığından
söz etmek pek mümkün değildir. Araştırma Merkezlerinin Yükselişi: Türkiye’de Dış Politika ve
Ulusal Güvenlik Kültürü çalışması bu eksikliği gidermeyi hedeflemektedir. Araştırma, ulusal gü-
venliğin çoğulcu bir ortamda belirlendiği Soğuk Savaş sonrası dönemde, Türkiye’de yakın geç-
mişte kurulan araştırma merkezlerini merceğe almış ve güvenlik kültürünün belirlenmesindeki
rolleri üzerinde odaklanmıştır.
SETA Yayınları XI, I. Baskı: Kasım 2010, ISBN: 978-605-4023-09-7
Soğuk Savaş sonrası güvenliğin sadece tanımı değil alanı da ge-
nişlemiş ve güvenlik çalışmaları göç, çevre, kadın hakları, refah,
insan hakları ve ekonomik gelişme gibi farklı konuları da günde-
mine almaya başlamıştır. Türkiye’de de özellikle 2000’li yılların
başlarından itibaren konvansiyonel güvenlik yapıların süreç içe-
risinde değişim/dönüşüm geçirdiği ve güvenliğin alanının gide-
rek genişlediği görülmektedir. Güvenlik kültürünün ve politika-
larının yapımında ‘katılımcı’, ‘şeffaf’ ve daha ‘sivil’ bir anlayış öne
çıkmaya başlamıştır. Bu yeni anlayışın taşıyıcıları ve temsilcileri
arasında dış politika ve güvenlik üzerine uzmanlaşmış personeli
bulunan ve karar verici mekanizmaların politikalarını etkileye-
cek projeler üreten araştırma merkezleri ve düşünce merkezleri
bulunmaktadır.