62
o c a k 1 1
İran’ın öncelikle uluslararası sistemin belirlen-
mesi ve idamesi konusunda yetkiyi haiz ku-
rumların (BMGK, IAEA, P5+1) meşruiyetini
tartışmasız kabul etmesini istiyor. İran ise bu
denklemde tutarsız ve ciddiyetsiz de olsa ulus-
lararası sistemi eleştiren bölgesel bir güç ola-
rak karşımıza çıkıyor. İran’ın İsrail’in deklare
edilmemiş nükleer silahlarının bulunmasına
rağmen uluslararası denetimin dışında kaldığı
eleştirisi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir-
çok ülke tarafından paylaşılıyor. Bu eleştirilerin
düzeni tehdit etmesine izin vermek istemeyen
ABD ve Avrupa, bir yandan küresel düzenin
yeniden belirlenmesi sürecinde ayrıcalıklı ko-
numlarını korumaya çalışırken, bir yandan da
Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi yükselen güç-
lerin daha fazla inisiyatif sahibi olma talepleri-
ne cevap vermek zorunda kalıyor.
Diyalog mu, zorlama mı?
ABD’li ve Avrupalı siyasetçi ve diplomatlar
İran’ın uranyum zenginleştirme sürecinde za-
man kazanmaya çalıştığına, aslında anlaşmaya
niyeti olmadığına ve nihai hedefinin nükleer
bomba üretmek olduğuna ikna olmuş durum-
dalar. Onlar için asıl sorun, İran’ın bombaya
sahip olduğu bir senaryoda bölgedeki stratejik
dengenin İran lehine ve ABD ve İsrail aleyhi-
ne değişecek olması. Washington’daki birçok
uzmanın, “nükleer İran’la nasıl yaşayabiliriz?”
tarzı analizler yayınlanması da ABD’nin İran’ı
durduramaması ihtimaline karşı şimdiden ha-
zırlık yaptığının göstergesi. ABD açısından ba-
kıldığında, böyle bir senaryo çok bilinmeyenli
bir denkleme yol açacağından İran’ın bir an
önce “legal” ya da “illegal” bütün yollar kulla-
nılarak durdurulması gerekiyor. Buna karşın
İran’a karşı daha dengeli bir politika izlenmesi
gerektiğini savunanlar da var. Büyük oranda
ABD Kongresi’nin finanse ettiği düşünce ku-
ruluşu ABD Barış Enstitüsü (USIP) ve Stimson
Merkezi’nin yayınladığı Angajman, Zorlama
ve İran’ın Nükleer Meydan Okuması (Engage-
ment, Coercion, and Iran’s Nuclear Challenge)
başlıklı araştırma, aslında ABD’nin İran poli-
tikasının hiç de net olmadığını, uranyum zen-
ginleştirmenin dondurulması dışında daha ya-
ratıcı politikalar üretmesi gerektiğini ve İran’la
diyaloga açık olduğunu net bir şekilde ifade
etmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak ABD Dı-
şişleri diyalogdan ziyade zorlamayı öncelemiş
görünüyor. İran’ın Brezilya ve Türkiye ile 2010
Mayıs ayında yaptığı uranyum takasını öngö-
ren Tahran Deklarasyonu’nu yetersiz bulan ve
bunu İran’ın “uluslararası toplumu” bölmeye
yönelik bir “ayak oyunu” olarak değerlendiren
ABD, İran’ı uzlaşmaz, uluslararası hukuk ihlal-
cisi, art niyetli, güvenilmez ve cezalandırılmayı
hak eden bir “kötü çocuk” olarak göstermeye
çalışıyor. ABD önderliğinde uluslararası siste-
mi yeniden düzenlemeye çalışan küresel güç-
ler, nükleer teknolojinin kendi tekellerinde
kalmasını istiyor. Her ne kadar NPT rejimi üye
ülkelere uranyum zenginleştirme hakkı tanısa
da, büyük güçler bu tür “uzmanlık gerektiren”
alanların kendi kontrolleri dışına çıkmasını
istemiyorlar. İran’ın nükleer görüşmelerdeki
tavrını aralarında Türkiye’nin de bulunduğu
“yükselen” güçlerin kurulmak istenen düzenin
temel mantığına itirazları bağlamında değer-
lendirmek gerekir.
Sabah, 22 Ocak 2011
“
Her ne kadar NPT rejimi üye ül-
kelere uranyum zenginleştirme hakkı
tanısa da, büyük güçler bu tür “uzman-
lık gerektiren” alanların kendi kontrol-
leri dışına çıkmasını istemiyorlar.
63
i s r a i l i l e i l i ş k i l e r
Karmel yangınında Türkiye’nin İsrail’e yardı-
mı sebebiyle iki ülke arasında başlayan yangın
diplomasisi, İsrail’in Mavi Marmara katliamıy-
la kopan ve özür dilememesi sebebiyle nor-
malleşemeyen ikili ilişkilerin seyrinde olumlu
bir hareketlilik meydana getirdi. İki ülke yet-
kililerinin Cenevre’de yaptıkları görüşmeler,
“acaba İsrail özür dileyecek mi?” tartışmalarını
açarken; İsrail’de özür karşıtı güçlü bir lobinin
faaliyetlerini de tetikledi. Bu süreçte İsrail’den
ardı ardına tartışmalı bir o kadar da çelişkili
açıklamalar geldi. İsrail Dışişleri Bakanı Avig-
dor Lieberman, asıl İsrail’in Türkiye’den özür
beklediğini ifade edip Başbakan Erdoğan’ı ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu yalancılıkla suç-
ladı. Lieberman’ın bar fedaisi geçmişiyle dışiş-
leri bakanı kimliği arasındaki gelgitlerin bir so-
nucu olan bu açıklama, önce Savunma Bakanı
Ehud Barak tarafından ardından da Başbakan
Benyamin Netanyahu tarafından eleştirildi.
Barak, gerginliğin düşürülmesi gerektiğini vur-
gularken Netanyahu da açıklamanın sadece
Lieberman’ın şahsını bağladığını ve hükümetin
resmi görüşü olmadığını beyan etti. Türkiye’den
özür dilemeyeceklerini ve sadece üzgünlükleri-
ni ifade edebileceklerini söyleyen Netanyahu,
özrü gündem dışı bırakan bu açıklamasıy-
la birlikte normalleşme umutlarını da tekrar
gündemin dışına itti. Yaşanan bu süreç, sadece
Netanyahu’nun Türkiye’den özür dilemeyi dü-
şünmediğini değil; aynı zamanda İsrail’in ortak
bir politika oluşturma mekanizmasının da ol-
madığını ortaya koydu. Koalisyon hükümeti-
nin kurulduğu 2009 Mart’ından itibaren sıkça
dile getirilen kabine içi ahenksizlik ve çatışma
bu son süreçle tekrar belirirken buna rağmen
SETA YORUM
Lieberman’ı Gösterip
Netanyahu’ya Razı Etmek
Yaşanan bu süreç, sadece Netanyahu’nun Türkiye’den özür dilemeyi düşünmediğini
değil; aynı zamanda İsrail’in ortak bir politika oluşturma mekanizmasının da
olmadığını ortaya koydu.
UFUK ULUTAŞ
israil ile ilişkiler
OCAK 2011 -
2010 yılı Aralık ayında İsrail’in kuzeyinde çıkan orman yangını sonucu Hayfa ken-
tinde en az 40 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı ve yangın söndürülene kadar yaklaşık 3 bin hek-
tarlık ormanlık alan kül oldu. Bu süreçte Türkiye, Mavi Marmara krizi nedeniyle İsrail’le yaşadığı
gerginliğe rağmen “insani yardım” amacıyla 2 yangın söndürme uçağını İsrail’e gönderdi. Yangın
diplomasisi olarak kayıtlara geçen bu gelişme sonrası Ankara’nın ilişkilerin normalleşmesi için
İsrail’den beklediği özrün gelebileceğine dair bir hava oluştu. Ancak bu yöndeki beklentilere
dair ümitler uzun sürmedi. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın “asıl Türkiye bizden özür
dilemeli” açıklaması sonrası ilişkilerin normalleşmesine dair beklentiler suya düştü.