53
d o ğ r u d a n y a t ı r ı m r a k a m l a r ı n d a t ü r k i y e l i d e r l i ğ i
en hızlı büyüyen ekonomisi” olarak nitelen-
dirilmesini sağlamıştır. OECD tahminlerine
göre (Dünya Bankası Küresel Ekonomik Bek-
lentiler Raporu 2010) Türkiye’nin, 2011–2017
döneminde yıllık ortalama % 6,7 büyüme ora-
nıyla OECD’ye üye ülkeler arasındaki en hızlı
büyüyen ekonomi olması beklenirken, Dünya
Bankası ve IMF de Türkiye Ekonomisinin 2010
yılında sırasıyla % 6,3 ve % 6,2 oranlarında bü-
yüyeceğini öngörmektedir.
Türkiye yabancı yatırımları çekmek için, büyük
bir iç pazar, avantajlı bir coğrafi konum, uygun
emek maliyeti ve geniş telekomünikasyon ağı
gibi bir çok avantaja sahip olmasına rağmen
istediği sonuca ulaşamamıştır. Bu tezatın or-
taya çıkışında uluslararası şirketlerin alternatif
ülkelerden tercih yaparken, bir ülkeyi diğerine
tercihindeki kararlarını etkileyen ana faktörler
ile Türkiye’nin karşılaştırmalı pozisyonu önem-
li bir nedendir.
Dünya genelinde doğrudan yabancı yatırımla-
rın dağılımına bakıldığında, Güney ve Güney-
doğu Asya’nın doğrudan yabancı yatırımlardan
en fazla payı aldığı görülmektedir. Bu ülkeler
doğrudan yatırımları çekmek için önemli po-
litik reformlar gerçekleştirmektedirler. Bunlar-
dan bazılarını şöyle sıralayabiliriz : Bu ülkeler
ekonomilerini dışa açmaya devam ederken ya-
tırımları çekmek için yeni teşvikler getirmekte
ve idari engelleri kaldırmakta, uluslararası doğ-
rudan yatırımlara sağlanan haklar ve avantaj-
lar garanti altına alınmakta, yerel firmalarının
küreselleşmesi için destekler vermektedirler.
Endonezya özel bölgelerdeki uluslararası doğ-
rudan yatırımlara 15 yıl vergi tatili uygularken,
Güney Kore, uluslararası doğrudan yatırımlar
için onay süresini 30 günden 20 güne düşürüp
şeffaf, adil ve bürokrasinin azaltıldığı yeni ulus-
lararası doğrudan yatırım kanunu çıkarırken,
Tayland da ilaç sektöründeki uluslararası doğ-
rudan yatırımları için yeni teşvikler getirmek-
tedir. Ancak bölgedeki asıl çekim güçleri Çin ve
Hindistan olarak görülmektedir.
2009 yılında en fazla uluslararası doğrudan
yatırımları çeken ilk 5 ülke; ABD, Çin, Fransa,
Hong Kong ve İngiltere olmuştur. Türkiye ise
2009 yılında çektiği 7,6 milyar dolar doğrudan
yatırım ile en çok yatırım çeken ülkeler ara-
sında 32. sırada iken, gelişmekte olan ülkeler
sıralamasında ise 15. sırada yer almıştır. 2008
yılında ise Türkiye genel sıralamada 20., geliş-
mekte olan ülkeler arasında ise 9. sırada yer alı-
yordu. Yine 2009 yılı itibariyle global doğrudan
yatırım stoku 17.7 trilyon dolar olurken, ABD
ve Fransa en fazla stoka sahip ülkelerdir. Ge-
lişmekte olan ülkelerde ise en fazla stoka sahip
ülkeler; Hong Kong, Çin, Singapur, Meksika,
Brezilya ve Rusya’dır. Gelişmekte olan ülkele-
rin toplam stoktaki payı %30 iken, Türkiye 77,7
milyar dolar stoku ile 39. sırada yer almıştır.
Genel anlamda 2009 yılında global uluslararası
doğrudan yatırımlar girişlerinde küresel krizin
etkisiyle daralan finansman olanaklarından
dolayı bir azalma yaşanmıştır. Bu nedenle ya-
tırımlar, şirketler arası borçlanma ve yeniden
yatırıma dönüşen kazançlarla birleşme ve satın
alma işlemlerinde azalma görülmüştür. Geliş-
mekte olan ülkelerin hem giriş hem de çıkışlar-
daki paylarının önemli ölçüde artması, düşü-
şün daha da keskin olmasının önüne geçmiştir.
Küresel krizin ne zaman sona ereceğine dair
çeşitli görüşler ileri sürülürken günümüzde
ekonomik kırılganlığın devam etmesi, finansal
düzenleyici reformların etkilerinin belirsizli-
ği, bütçe açıkları ve kamu borçları gibi makro
ekonomik dengesizlikler, kredilerdeki sorunlar,
borsa ve kur piyasalarındaki dalgalanmalar,
doğrudan yatırımların yeniden yükselişe geç-
mesinin önündeki engeller olarak görünmekte-
dir. Türkiye doğru tespit ve buna yönelik akılcı
politikalar üreterek fırsatları kaçırmamalı ve
bölgesinde doğrudan yabancı yatırımları çek-
me performansını artırarak önemli bir ekono-
mik güç haline gelmelidir. Türkiye Ekonomisi
son sekiz yılda çekilen toplam 83 milyar dolar
tutarındaki doğrudan yabancı yatırımla destek-
54
o c a k 1 1
lenen kurumsallaşmış ekonomi ve 2008–2010
yılları için UNCTAD tarafından doğrudan ya-
bancı yatırım açısından en cazip 15. ülke olarak
belirlenmiştir.
Türkiye’nin yapması gerekenler listesine ek-
lenmesi gereken bazı unsurlar bulunmaktadır.
Bunlar:
• Türkiye ikili bir problemle karşı karşıyadır.
Bunlardan ilki; teknoloji geliştirme ve ino-
vasyona ayrılan kısıtlı bir kamu bütçesiyle
kendine yeterli ve sürdürülebilir bir inovas-
yon eko-sistemi yaratma gerekliliği iken,
ikincisi ise, küresel dünya ekonomisinde
güçlü bir şekilde yer alacak şekilde ülke
ekonomisinin iyileştirilmesi için yöntemler
geliştirme zorunluluğudur. Teknoloji - yo-
ğun sektörlere ve teknoloji-yoğun alanlara
(Ar-Ge) yönelik uluslararası doğrudan yatı-
rımları çekmek için gerekli olan koşulların
sağlanması gerekmektedir. Buna ilişkin ola-
rak hazırlanan eylem planı içinde ele alınan
adımlardan ilki, yatırım ortamının ulusla-
rarası düzeye çıkarılması için hukukun üs-
tünlüğü ilkesinin eksiksiz uygulanması ve
etkin yönetişimin devletin bütün kademe-
lerine yayılmasıdır.
• Bu sorunların aşılması noktasında üniversi-
te-sanayi işbirliğini özendirici yönde ve sa-
nayicinin benimsediği ve gereksinim duy-
duğu araştırma ve geliştirme çalışmalarının
yürütülmesi (talep odaklı) ve etkileşimli
Ar-Ge faaliyetlerinin belirli endüstriyel ve
teknolojik gelişmeler doğrultusunda yo-
ğunlaştırılarak, sonuçların geniş bir kesime
yaygınlaştırılması gereklidir. Deloitte tara-
fından yayınlanan bir raporda , Türkiye’nin
2006 yılı toplam (kamu ve özel sektör) Ar-
Ge harcamasının yaklaşık 2,5 milyar € ile
Ford Motors’un yaptığı Ar-Ge harcaması-
nın ancak üçte birine denk geldiği belirtil-
mektedir. Başka bir ifade ile tek başına Ford
Motors, Türkiye’nin yaptığı toplam Ar-Ge
harcamasının yaklaşık 3 katını yapmakta-
dır. Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki
oranı ortalama olarak Avrupa Birliği ülke-
lerinde % 1,84, ABD’de % 2,68, Japonya’da
% 3,18 iken Türkiye’de ‰ 7,6 olarak gerçek-
leşmiştir.
• Bir diğer husus ise hali hazırda yapılan
Ar-Ge harcamalarının kamu ve özel sek-
tör arasındaki dağılımıdır. AB ülkeleri gibi
gelişmiş ülkelerde mevcut Ar-Ge harcama-
larının %70’i özel sektör tarafından gerçek-
leştirilmektedir. Çin’de de bu oran %70’tir.
1980’den sonra hızla büyüyen İrlanda’da ise
kamu % 32,9’luk bir Ar-Ge yatırımı yap-
maktadır. Türkiye’de 2006 yılı rakamları ile
yapılan Ar-Ge harcamalarında kamunun
payı % 63’tür.
• Yıllardır kısa vadeli kaygılarla gerçekleşti-
rilen mevzuat değişiklikleriyle giderek kar-
maşık bir hal alan vergi sistemi kapsamlı bir
reforma tabi tutulmalıdır. Vergi oranlarının
yüksekliği, dolaylı vergilerin üretim mali-
yetlerini artırdığı, devletin bu yüksek vergi
oranlarına rağmen ve biraz da yüksek vergi
oranları yüzünden vergi toplamakta zorluk
çektiği, Türkiye’nin gerçekleridir. Fakat ver-
gi sisteminin yarattığı sorunların, sektörle-
rin ya da ekonomik katmanların talepleri
doğrultusunda yapılacak vergi indirimle-
riyle bir çözüme kavuşturulamayacağı, tam
tersine, hali hazırda yeterince karmaşık ya-
pısıyla sorun yaratan vergi sisteminin daha
da karmaşık bir hal alacağı kabul edilmeli-
dir. Bu reformlar yapılmadan, kayıt dışının
kontrol altına alınması ve kayıt dışının yol
açtığı rekabeti azaltıcı uygulamalara son
vermek mümkün olamayacaktır.
• Uluslararası rekabetin giderek yoğunlaştı-
ğı bir dünyada, yüksek dolaylı ve dolaysız
vergi oranlarının Türkiye’nin uluslararası
rekabet gücünü olumsuz etkilemeye de-
vam etmesine izin verilmemelidir. Haziran
2006’da kabul edilen Kanun ile Kurumlar
Vergisi oranlarının düşürülmesine ek ola-
rak gelir, KDV ve ÖTV gibi vergi kalem-
lerinde yapılacak rasyonel düzenlemelerle,
emek ve kilit girdi maliyetleri de aşağı çe-
kilmelidir. Zira uluslararası arenada büyük
çaplı ve teknoloji-yoğun yabancı yatırımları
çekmek için ülkeler arasında ciddi bir re-
kabet vardır. Türkiye de bu alandaki yatı-
rımcılara kendisinden daha cazip imkânlar
sunan ülkelerin gerisinde kalmamak için
vergi ve teşvik alanındaki rekabete katılmak
zorundadır.
• Yatırım ortamının uluslararası düzeye çı-
karılması için, hukukun üstünlüğü ilkesi
eksiksiz uygulanmalı; etkin yönetişim ve
rekabet ortamı için kurumsal kapasite yara-
tılmalı ve daha da geliştirilmelidir.