İyi haber, böyle stratejiler sahiden vardır. Kötü haberse
hepsinin cesaretinin çağdaş Batı kültürünce kırılmasıdır.
Çağımızın en büyük başarısı, yaşamda tatmini olduğundan
fazla zorlaştırmazken olduğundan kolay değilmiş gibi
göstermesidir.
Felsefe, dinsel öğretiler, edebiyat, psikoloji ve sinirbilimde
ortaya çıkıp duran kavramları sayalım: kişisel sorumluluk,
özerklik, kopuş, anlama, dikkat, aşkınlık, zorlukları kabul,
biteviye çabalama ve faniliğin sürekli farkında olmak.
Bu kavramların çoğu düşünürler tarafından tekrarlanarak
zikredilmektedir ve pek azı evrensel kabul görmüştür.
Örneğin faniliğin farkında olma kavramı Buda'dan, sadece
ölümlülüğü yoğun ve sürekli bilmenin kabul edilmiş düzenin
boşluğunu gözler önüne sereceğine ve rutinin kabuğunu
kırabileceğine, yoğun yaşamı sadece ölümün garanti
edebileceğine inanan Sartre'a kadar birçok düşünürce ısrarla
öne sürülmüştür. Woody Allen, eserleriyle değil, doğrudan
ölmeme stratejisiyle ölümsüzlüğe ermek istediğini söylerken
zamana uygun davranmıştır. Ve iradenin olduğu yerde yol da
vardır: Yeterince organik yabanmersini ile nar suyu tüketirsek
ebediyen yaşayabiliriz!
Ama her şeyin kolay olmasını bekleyen çağımız için en can
alıcı açılım, zahmete değecek her şeyin zahmetli oluşudur.
Hatta kolay çözümler bulma girişimleri, bu girişimlerin
kaçınmaya çalıştığı sorunlara neden olacaktır. Şair R. M.
Rilke modern çağın gittikçe daha az çaba talep edeceğini
anlamıştı: "İnsanlar her soruna kolay çözüm, hem de kolayın
en kolayını arıyorlar. Ama zor olana tutunmamız gerektiği
gayet açık; her canlı yaratık zora sımsıkı tutunur."
[113]
Bu cümle Spinoza'yı tekrarlıyor ve sinirbilimin keşiflerine
dair tekinsiz bir ön fikir sunuyordu. Açıkladığı üzere, Rilke
zorluktan yana tavrını, böyle bir tavrı koymanın asilliğinden
değil, gerekliliğinden almıştı: "Zorluklarla uğraşmayı ödev
belliyorsanız hata yapıyorsunuz demektir. Sizi zorluklara iten,
içinizdeki hayatta kalma güdüsüdür."
[114]
Hayatta kalmak, çabalamak demektir. Sorun, yanlış şeyler
için çabalamak, özellikle dünyevi başarıya ulaşmışları taklide
uğraşmaktadır. İnsan müthiş güçlü ve incelikli ama arama
parametrelerini nasıl seçeceğine ya da sonuçları nasıl
değerlendirmesi gerektiğine dair fazla fikri olmayan bir arama
motorudur. Haliyle yanlış yönlendirilmiş çabalar tatmin
sunamadıklarında alternatifin her türlü çabanın reddi olması
gerektiği, yanıtın bir Karayip kumsalında hindistancevizi yağı
sürüp güneşlenmek olduğuna inanma eğilimi ortaya
çıkmaktadır.
Çabalamak sadece zor değildir; hedefi de muğlaktır. Bu
tema, Eksen Çağı denen, insan-maymunun kazara bilinç
kazanıp ve Tanrı web sitesini güncellemek için geldiğinde hâlâ
Sık Sorulan Sorular sayfasında durduklarını göreceği soruları
sormaya başladığı MÖ ilk binyılın ortalarındaki dönemden bu
yana biteviye tekrarlanmıştır. Eksen Çağı'nda Yunanistan'da
Sokrates, Ortadoğu'da İbrani peygamberler, Hindistan'da
Buda, Çin'de de Lao Tzu ve Konfüçyüs vardı.
Derlemeci'nin
[*5]
şairi gerçeği aramanın gerekliliği ve
zorluğunu müthiş güzel ifade etmiştir: "Ve yüreğimi gök
kubbenin altında yapılan her şeyi bilgelik yoluyla arayıp
incelemeye adadım. Tanrı'nın, insanoğullarına uğraşsınlar diye
verdiği çetin bir zahmettir bu." Sonuçsa genelde hüsrandır:
"Gördüm ki bu da rüzgârı kovalamaya kalkışmakmış." Ama
şair anlama arayışından vazgeçemez: "Bilge insan gibisi var
mıdır? Ve kim bilir olan bitenin anlamını? Bilgelik insanın
yüzünü aydınlatır; yüzün sert görünüşü bilgelikle değişir."
Bu eski düşünürler çabalama gereksinimini soyut biçimde
ifade etmişlerdi ama gereksinim ifadesini geleneksel
anlatılarda çoktan bulmuştu. MÖ 1000'lerin Gılgameş
Destanı'ndan 20. yüzyılın Oz Büyücüsü'ne uzanan çok
zengin ve kesintiye uğramamış bir arayış edebiyatı geleneği
mevcuttur. Mit âlimi Joseph Campbell, arayış efsanelerinin
her tarih dönemi ve kültürde ne kadar önem taşıdığını ve
yerel ayrıntıların değişmesine karşın temel yapının nasıl aynı
kaldığını göstermiştir.
[115]
Bu anlatıların hepsi kahramanın
tanıdığı, güvenli çevresini terk edip tehlikeli bilinmeze doğru
yola çıkmasını sağlayan bir macera çağrısıyla başlar.
Kahraman, yolculuğu boyunca bir dizi sınavdan geçer, pek
çok zorlukla karşılaşır ve canavarları yener. Altın Post,
prensesin aşkı, kutsal su, kutlu alev veya ebedi yaşam iksiri
türünden sihirli bir ödül kazanır. Sonunda berbat krallığına,
toplumunu kurtarmak üzere geri döner.
Oz Büyücüsü'nün de, üç bin yıl öncesinin Gılgameş'inin de
temel öyküsü budur. Krallığından ve yaşamından mutsuzluk
duyan kahramanımız Mezopotamyalı kral Gılgameş, vahşi
aslanlarla, akrep adamlarla ve kendisini şaşırtıcı derecede
günümüze ait şeylerle yoldan çıkarmaya çalışan ("Şen şakrak
olacak hem gecen hem gündüzün; giysilerin şık, saçların
bakımlı, bedenin tertemiz olacak"
[116]
) bir tanrıçayla
mücadele edeceği arayışına çıkar. Ancak, kahraman tüm
engellere rağmen arayışından sapmaz, derin bir denizin dibine
dalıp ölümsüzlük bitkisini koparır. Ama sonda, filme alınsa
değiştirilmesi gerekecek şaşırtıcı bir olay yaşanır. Gılgameş
dinlenmek için yattığında bir yılan gelip bitkiyi çalar ve ebedi
Dostları ilə paylaş: |