kuşkuludur. Ama vehim veya yanılsamayı dağıtabilecek her
şey zahmete değerdir ve BDT görmüş kimselerin kendini
aldatma ve kendini haklı çıkarma eğilimlerinin çoğuna daha
fazla direnç gösterdiklerine yönelik kanıtlar mevcuttur.
[102]
Psikolog Daniel Nettle eskinin birçok düşünürünü
tekrarlayarak mücadelenin kendisinin anlam olduğu teorisini
ortaya atmıştır: "İnsan zihnindeki mutluluk programının amacı
insani mutluluğu artırmaya yönelik değildir; çabalamaya
devam etmemize yöneliktir."
[103]
İnsan, mücadele etmek
üzere tasarlanmıştır. Buda, Spinoza ve Schopenhauer dahil
birçok düşünür bunda hemfikirdir. Schopenhauer görüşünü
tipik netliğiyle vurgular: "Bir şey için uğraştığımız zamanlar
dışında varoluşumuzdan haz duymayız."
[104]
Sinirbilimci
Antonio Damasio bu mücadelenin nörobiyolojimize
dayandığını öne sürüyor: "Doğuştan gelen yaşam düzenleyici
donanım, tarafsız ne-öyle-ne-böyle halini hedeflemez (...)
Homeostazın amacı nötr yaşam halinden daha iyisini, yani
iyilik diye düşünüp saadet tanımını verdiğimiz şeyi
sağlamaktır."
[105]
Yani sadece mücadele için değil, saadete ulaşma amaçlı
mücadele için doğarız biz.
Ve mücadele, zaman içinde çabalama, engeller, zorluklar
ve başarısızlık olasılığı hatta olabilirliği anlamlarını içerir.
Çabalamadan kendimizi iyi hissedebiliyorsak, bir daha iyi
hissetmeyiz. 1970'lerde, sanal gerçeklik icat edilmeden önce,
filozof Robert Nozick her bakımdan gerçek görünen ama
sadece hoş deneyimleri sunan bir makine hayal etmiş ve hiç
kimsenin
böyle
otantiklikten
yoksun
bir
yaşamı
istemeyeceğini öne sürmüştü.
[106]
Ama bu tür bir yaşamın
esas eksiği belki de çaba olacaktır. Zorluk, hayati önem taşır.
Değerli her şey kazanılmalıdır.
5
Arayış ve Kutsal Kâse
The Times manşetten duyuruyordu: "BİLİM NİHAYET
MAVİNİN ERKEKLER İÇİN OLDUĞUNU VE
KIZLARIN PEMBEYİ YEĞLEDİĞİNİ KEŞFETTİ."
[107]
Haberde bu cinsiyet farklılığın gerçekten var olduğunu
gösteren bir araştırmadan bahsediliyordu. Neden peki?
Günümüzün teorisini, insan davranışlarını Pleistosen devrinde
evrimleşen yaşamdan kalma mekanizmalar olarak açıklayan
evrimci psikolojiyi sahneye alıyoruz: "Kızlar pembeyi
yeğliyordu çünkü üzümsü meyveleri (üzüm, çilek, böğürtlen
vs.) saptamakta daha başarılı olmaları gerekiyordu.
[*4]
"
Kültürel etkilenmenin kanıtlarının karanlık kaynaklarda
bulunduğunun kabul edilmesi gerekmekle birlikte, araştırmayı
yapanlar
da, Times muhabiri de kültürel şartlandırma
olasılığını göz önüne dahi almamışlardı. Örneğin 1918 tarihli
Ladies' Home Journal dergisine bakalım: "Genel kabul
görmüş kurala göre pembe erkek, maviyse kız çocukları
içindir. Bunun nedeni daha kararlı ve güçlü bir renk olan
pembe erkek çocuklara daha uygunken, daha narin ve zarif
mavinin kızlar için daha hoş olmasıdır." Kültürel açıklama 20.
yüzyılda mavinin erkek üniformaları ve işçi giyimiyle,
pembeninse
eşcinsellikle
ilintilendirilmesiyle
değişen
zevklerdir. Ama kültürel şartlandırma teorileri bugün
demodedir!
Kültürel şartlandırma yerine bugün evrensel açıklayıcı,
evrimci psikolojidir. Teorilerin sorunu da budur zaten. Her
Büyük Fikir, dünya egemenliğine hevesli bir megalomanidir.
Marksistler her şeyi sınıf, Freudçular çocukluk, feministlerse
cinsiyet zemininde yorumlamıştır. Sonunda her yeni bakış
açısı, yeni at gözlüklerine dönüşmüştür. Bu üç büyük fikrin de
modası geçmiştir ama entelektüel emperyalizmde başa
güreşen yeni adaylar her daim mevcuttur.
Ayrıca eski adayların birçoğu egemenlik için hâlâ mücadele
ediyor. Entelektüel emperyalistlerin en ateşlileri dinlerdir. Her
din, tanımı icabı, mutlak marka sadakatine hazır olanlara her
türlü entelektüel ve ruhani gereksinimleri sağlayan tek
mağazayı sunan (tek onurlu istisnası Budizm'dir) bir Büyük
Birleştirici Her Şey Teorisi'dir. Her sorunun açıklanmasına
sahip olmak ve önüne hazır çözümler sunulmak ne büyük
lükstür!
Bir sisteme teslimiyet son derece çekicidir ve bağımsızlık
olasılığı gayet ürkütücü olabilir. Üstelik inananların daha mutlu
olduklarına dair kanıtlar da mevcut. Öyleyse neden
inanılmasın? Saçmalığını bilerek inanmak bile mümkün.
Kierkegaard'ın ünlü inanç sıçraması, aslında saçmalığa bilinçli
bir sıçramaydı.
Ama bu tür sıçramaları yapamayacaklar için ortada fikirleri
seçip karıştırma sorumluluğu durmaktadır. Freud'a göre:
"Herkes kendi kurtuluşunun hangi şekilde olabileceğini
bulmak zorundadır."
[108]
İngiliz filozof John Armstrong bu
yaklaşımı "pandoksi"
[109]
adıyla tanımlamıştır (Yunancadan
etkileyici bir terim daha). Yani inancınız sorulduğunda omuz
silkerek, "Pandoksistim elbette" diyebilmek tatmin edicidir.
Ama bu durum neyin seçileceği, seçilenlerin nasıl
karıştırılacağı hatta daha kafa bulandırıcısı, elde edilen
karışımın gündelik hayata nasıl uygulanacağı sorunlarına fayda
etmemektedir.
Buda'nın fikirleri çekicidir çekici olmalarına ama
aydınlanma aşağıda listelenen Dört Cibilliyetsiz Gerçeğin
hunharca sızdığı Batı ülkelerinden birinde yaşayan bir insanın
erişebileceği bir şey midir?
1. Kıpırdamadan duramayız.
2. Sesimizi kesemeyiz.
3. Kendine-saplantıdan kaçamayız.
Dostları ilə paylaş: |