4. Bir şeyleri istemekten vazgeçemeyiz.
Nietzsche insanı coşturur coşturmasına ama kim fikirlerini
uygulamaya koymaya kalkışabilir? Übermensch (üst-insan)
olarak yaşamak, gerçek bir Hıristiyan gibi yaşamak kadar
imkânsızdır.
Nasıl yaşayacağını kestirmeye çalışmada ortaya çıkan
birçok saçmalıktan biri, en baba yaşam kılavuzlarının,
kendilerini çoğunluğun yaşamak gördüğü şeyden ısrarla
mahrum etmiş olmasıdır. Bu mürşitlerin çok azı evli veya
çocukluydu; pek azı alın teriyle eve ekmek götürme
rezaletinden mustaripti. Mesela tüm kaynaklarda Spinoza'nın
mercek yaparak geçindiği yazılıdır ama gerçekte bu işi günlük
meslek olarak yapışı sadece birkaç yıl sürmüştür. Aile babası
Buda, karısı ve çocuklarını terk etmekle kalmamış, evden
gece yarısı çaktırmadan sıvışmıştır (dürüstlük de bir yere
kadar yani). Sokrates evi terk etmemiş ama ailesiyle
neredeyse hiç ilgilenmemiştir. Karl Jaspers, Konfüçyüs'ü
anlatıyor: "Karısı ve çocuklarıyla ilişkisi pek candan
değildi."
[110]
Sartre ve hayatına giren kadınların öyküsü daha
da fenadır. Varoluşçu sevgilisi Simone de Beauvoir, çekici ve
kolay etkilenen genç öğrenci kızları baştan çıkarıp filozofun
koynuna sokar, Sartre'sa keyfini çıkardıktan sonra kızları
terk ederdi. Bu kızların birçoğunun hayatı mahvolmuştur.
Hatta düşünürlerde belli bir yaştan sonra kadın düşmanlığı
dahi baş göstermektedir ve bu bozukluk özellikle
Schopenhauer ve Nietzsche'de belirgindir. Ee, bu tiplerin
geçinmek için ter döken, tek eşle yaşayan ve aile
geçindirenlere diyecek neleri olabilir?
Ayrıca uygulamak bir yana, kuramsal düşünce, kavraması
ve koruması bile son derece zorlu, uçucu bir şeydir.
Zihinden, yaprakların arasından süzülen meltem misali geçer;
yapraklar hafifçe kıpırdar, ardından düşlerine geri dönerler.
Ama Erich Fromm'u otuz yıl sonra bir kez daha okumak
aydınlatıcı bir deneyim yaşattı bana. Kitaplarından aklımda
hiçbir şey kalmadığından emindim ama okurken, bana ait
olmadıklarını hiç bilmeden tekrarlayıp durduğum bir sürü
cümleye rastladım. Yani fikirler zihinde kalmaktadır –fark
edilmeden, bilincin altında– ki bu durumda davranışı da aynı
şekilde etkiliyor olmaları gerekir. Kişisel gelişim kitaplarının
önerdiği reçeteleri alıp uygulamaktan değil, fikirleri özümseyip
verimli davranışları beslemelerine bilinçsizce izin vermekten
bahsediyorum. Belki de bizim yaşlı ağaç kökünden
sallanabiliyordur sonuçta. Gerçi bu da eski bir fikirdir.
Sokrates dürüstlük ve adalet gibi kavramları sadece
düşünmek ve üzerlerine sohbet etmenin bile insanları daha
dürüst ve adil kılacağına inanıyordu ki bu da, Buda'nın,
değişimin peyderpey ve belli belirsiz gerçekleşeceği
gerçeğine rağmen her türlü anlayışın zaten bir dönüşüm
olduğu görüşüne örnektir. Kısacası hiçbir belirgin talimat
sunmasalar ve fark edilir herhangi bir etki yaratmıyor
görünseler bile fikirleri incelemek faydalıdır. Ve aynı fikirler
çok başka dönemlerde ortaya fazlasıyla güçlenmiş
çıkacaklardır.
Amerikalı psikologlar Peterson ve Seligman birçok kültür
ve geleneği inceleyerek erdemlerin iyi yaşam için elzem
olduklarına inanıldığını ortaya çıkarmışlardı. Hedefleri
erdemlerin evrensel kabul göreceği bir fikir birliği bulmaktı.
Altısı; adalet, insancıllık, ölçülülük, bilgelik, cesaret ve
aşkınlık dışında bunun mümkün olmadığı ortaya çıktı. Liste
kısa ama öyle tahmin edilebilir bir liste ki tek ılımlı sürprize,
yani aşkınlığa varamadan muhtemelen çoğunuzun içi
geçmiştir. Araştırmacılar bu altıncıyı bir istisna, "en üstü
örtülü"
[111]
erdem, bir anlam veya amaç (gelenek yaratıcı
dinsel anlam veya amaç olması gerekmiyor) hissi olarak
kabul ettiler. Kısacası aşkınlık belirgin davranış gerektirme
anlamında kesin bir erdem değildir. Diğer beşinin sorunuysa
aşırı-bilinirliktir.
Herkes
bunların
reddedilemezliğinde
hemfikirdir. Ayrıca "erdem" kelimesi, espriden uzak tanrıya
adanış ve doğruculukla kopmayacak ölçüde ilintilendirilmiştir.
Çoğu insan daha erdem lafını duyar duymaz önce sıkıntıdan
patlamakta, ardından kalkıp kaçmaktadır. Erdemin yaşamda
tatmin bulmada başat etkenliği su götürmemekle birlikte,
araştırmanın gösterdiği üzere
[112]
insanlara erdemli olmayı
öğütlemek muhtemelen zaman kaybıdır.
Peterson-Seligman yaklaşımı, hem erdem gibi gayet genel
bir şeyi aramak hem de geleneklerin bütününe bakmak (İzci
el kitapları dahil) bakımından fazla kapsamlı ve dağınıktı. Her
kaynağa başvurulur ve tüm ortak paydalar aranırsa çıkan
sonuç büyük olasılıkla basmakalıp ve yavan olacaktır.
Alternatiflerden biri, sadece özgün düşünür ve yazarları
okuyup sadece heyecan verici görüşleri aramaktır. Bağımsız
araştırmacılığın lükslerinden biri de budur. Anlaşılır olma veya
sıkıcı bir şeyde ısrar talebi söz konusu değildir. Ve bir görüşü
unutulmaz ve yararlı kılmak, içe işleyip yerleşmesini sağlamak
için bir sürpriz unsuru gereklidir.
Ortak zemin bulma garantisi yoktur ama birbirlerinden çok
ayrı zamanlarda, yerlerde, kültürlerde yaşamış, çok farklı
uzmanlık alanlarından gelen özgün düşünürlerin aynı
stratejileri geliştirdiklerini görmek heyecan vericidir. Bir sürü
rehber kitap aynı lokantayı tavsiye ettiğinde, yemek için o
lokantaya gideriz.
Dostları ilə paylaş: |