örneklerden biri, karısını döven bir adamın gayet sakin bir
sesle ve sabırla, karısının hastaneye yatırılmasını gerektiren
tekme ve yumruklarının aslında kendisinin değil, eşinin
zalimane davranışlarını kanıtladığını anlatmasıydı. Kendisininki
gibi papatya inceliğindeki bir ruhun çileden çıkarılması kabul
edilir şey değildi. Ve bu kişi zeki, duyarlı, dürüstlüğü,
hoşgörüsü ve kadınlara yönelik sevgisiyle tanınan, çok ünlü
bir şairdi.
Kendini haklı çıkarma konusunun klasik sayılan deneyini
elli küsur yıl önce psikolog Leon Festinger, bir uçan dairenin
21 Aralık'ta gerçek inananları dünyanın sonundan kurtarmak
için 20 Aralık gününün gece yarısında geleceği inancı üzerine
kurulmuş bir külte sızarak gerçekleştirdi. Kült üyelerinin
çoğunluğu işlerini bırakıp birikimlerini başkalarına hibe ettiler
ve 20 Aralık akşamı liderleriyle bir araya gelip kurtuluşu
beklemeye koyuldular. Gece yarısı gelip herhangi bir uçan
daire belirmeden geçip gidince haliyle herkesi endişe kapladı.
Ama sabaha karşı 04.45'te lider nihayet aslında ne olduğunu
fark etti: Gerçek inananların sarsılmaz inancı sayesinde dünya
bağışlanmıştı. "Tarihte hiçbir zaman şu anda bu salonda
çağlayan İyilik ve Işık gücü görülmemiştir!"
[81]
Âmin!
Heyecanlı grup mucizeyi haber vermek üzere önce basını
çağırdı, ardından inançsız dünyayı dine döndürmek üzere
sokaklara döküldü...
Kısacası çürütülemez kanıtlar bir sanrıyı yok etmeyi
başaramamakla kalmamakta, boş veya yanlış inancı
kuvvetlendirebilmekte ve şiddetlendirebilmektedir. Zihnin bu
hayret verici numaralı döngüsüne Festinger iç kıyıcı "bilişsel
uyumsuzluk" adını verdi. İki uyumsuz inancı aynı anda
kaldıramayan zihin, ikisinden en uygununu eleyiveriyordu. Ve
çelişen kanıtlar eleştirilmeden reddedilirken, onaylayıcı
kanıtlar gene eleştiri görmeden kabul ediliyordu. Her iki
yönde kanıt bulunmaması da onay sayılıyordu. Kuzey
İrlanda'nın kaynadığı dönemde coşkulu bir milliyetçi gruptan
yerel hastanenin morgunun, başarılı IRA eylemleri sonucunda
delik-deşik İngiliz askerleriyle dolup taştığını öğrenmiştim.
"Ama televizyon ve gazetelerde buna dair hiçbir şey yok"
diye itiraz etmiştim. Saflığımı küçümseyerek gülmüş ve "E,
herhalde!" demişlerdi.
Kendini haklı çıkarmada hiçbir zihinsel eylem zor değildir
ve anı çarpıtmak, numaraların en kolaylarındandır. Tüm
diktatörlerin gayet iyi kavradığı üzere, geleceği değiştirmek
isteyen önce geçmişi değiştirmek zorundadır. Dolayısıyla
gelecekle baş etme becerisi, geçmişte baş edilmiş sorunların
abartılması yoluyla teşvik edilir. Ebeveynleri kötü muamele
veya ilgisizlikle suçlamanın insanlar arasında çok tutulması
buradan gelir. Bu yöntem sadece çocuğun daha becerikli
görünmesini sağlamakla kalmaz, her türlü kusura bahane
yaratılması için de uygun bir yoldur. Kendi geçmişimizin
yaramazlıkları da gereğince bastırılır elbette. Nietzsche bu
durumu kavramıştı: "Belleğim, 'Şunu yaptım ben' der.
Gururum, 'Öyle bir şey yapmış olamam ben' der ve ödün
vermez. Sonunda bellek boyun eğer."
[82]
Anı yaratmaksa, en akla ziyanları da dahil, çarpıtmaktan
azıcık daha zordur. Uzaylılar tarafından kaçırıldıklarına
samimiyetle inanan milyonlarca Amerikalı var.
[83]
Klinik
psikolog Susan Clancy bu "kaçırılanların" yüzlercesiyle
görüştü ve hepsinde aynı yapısal örüntüyü saptadı. Hepsi
zihinsel sıkıntı ve işlevsizlikten mustaripti ve telaşlandırıcı,
"uyku felci" adıyla bilinen bir uyku deneyimi yaşamış ve
ardından bunu bir kaçırılma öyküsüyle açıklamıştı. Burada
gerçek sorunların kabahati uzaylılara yüklenmektedir. Cinsel
işlev bozukluğu çeken bir hanım şunu söylemişti: "Sorunumun
o yaratıkların bana yaptıklarından kaynaklandığını biliyorum.
Onlar için bir cinsel deney kobayıydım ben."
[84]
Bu,
sorumluluktan kaçmanın aşırı uç bir örneğidir. Ama ebeveyni
suçlamaktan daha zararsız olduğu açıktır. Uzaylılar
Clancy'nin bu görüşmelerini ele geçirip şamar oğlanı
yapıldıklarını fark ederlerse, tıpkı masum kurbanlar gibi,
ABD'yi işgal etmelerini hak görebilirler.
Kaçırılanlar elbette bilimsel açıklamaları bilmekte ve
şiddetle reddetmektedirler ("Yeminle söylüyorum, bir kez
daha uyku felci lafı duyarsam kusacağım"). Bu reddediş diğer
kaçırılanlardan ve paylaşılan öykülerden büyük destek
görmektedir. Çünkü kendini haklı çıkarma, grup seviyesinde
de gerçekleşir. Sartre'ın tanımladığı "biz-bilinci" Biz tarafından
yapılan her şeyi haklı çıkarma ve Onlar tarafından yapılan her
şeyi lanetleme konusunda ezici bir dürtü yaratır. Bu tür
Biz/Onlar ayrımları en ufak farklılıklara bile dayandırılabilir –
ve araştırmacılar tarafından suni yaratılabilirler– ama özellikle
ayrımın geçmişi uzunsa çok güçlüdürler. Elbette en müthiş
ayrımı ilahi takdisi almış Biz ve ilahi lanetlenmiş Onlar tavrıyla
Din sunar. Uzun süredir devam eden çatışma bölgelerinde
yaşamış herkes, "Onların yaptığı kötülükler bizimkilerden her
zaman çok daha fazlaydı" veya daha ihtiraslıların sarf ettiği
"Bizim yaptıklarımız aslında Onların, Bizi kötü göstermek için
yaptıkları kötülüklerdir" cümlelerine aşinadır.
Şiddet suçu işleyenler sıklıkla bir kurbanın masumiyetinin
nefret ve öfkeyi körükleyecek aşırı aşağılayıcı bir meşruiyet
gerektirdiği bir döngüyü izlerler. Bu sayede kurban ne kadar
çaresizse saldırı o denli şiddetlenir. Diktatörler kendilerini
daima sadece ülkelerinin iyiliği için çabalayan fedakâr
Dostları ilə paylaş: |