adayı olan, İsrail ile ilişkisini kesmeyen ve
Orta Doğu'da bir güç olmayı hedefleyen
bir ülkenin profili. AB'de devlet başkanı
veya başbakan olanlar, bu ilginç ve önemli
komşunun stratejik önemini nasıl görmez?
İsrailli bir başbakan için ise Filistin
davasını savunanın İran değil, Türkiye
olması daha iyi olacaktır.
Daha
da
ileriye
gidelim:
İsrail'in
komşularıyla barış arayışında ihtiyacı olan
ara buluculukları yürütmek için elinde en
fazla kartı olan, Arap dünyasındaki itibarı
artan bu sınıflandırılamaz ülkedir. Hatta
İran'a baskı yapmak için bile.
Yahudi Devleti'nin bu tip bölgesel
arabulucuları eksik. 2010 yılında çok tuhaf
bir konumda. Dünyayla daha önce ilişkileri
bu kadar kötü olmamıştı. Ben Gurion
Havalimanı'nın geliş ve gidiş ekranlarında
akla gelecek her yer var. Ancak İsrail,
Suriye, Lübnan Hizbullah'ı veya Hamas'lı
Filistinliler olan yakın komşularıyla hâlâ
çatışma hâlinde. Ayrıca nükleer silah
yolunda ilerleyen Ahmedinejat'ın gölgesi
unutulmamalı.
Erdoğan rejiminin doğası burada devreye
giriyor: İslamcı cepheye katılmak üzere
olduğunu düşünenler bu rejimi yeni bir
düşman olarak görüyor (kötümser bakış
açısı). Türkiye'nin hedeflerini daha özentili
ve daha barışçıl olarak değerlendirenlere
göre ise bir ara bulucu olduğu apaçık
(olumlu bakış açısı).
Olumlu bir bakış açısına sahip olanlar için
ki onlardan biriyim, İsrail ile Türkiye
arasındaki ilişkilerin düzelmesi önemli.
İsrail'in ödemesi gereken bir bedel var ve
bu çok da büyük sayılmaz: Ankara, Mavi
Marmara'da
yaşananlarla
ilgili
bir
uluslararası
soruşturma
başlatılmasını
istiyor. Kınama makinası bu kadar seçici
olmasaydı, bu argümanı İsraillilere kabul
ettirmek daha kolay olurdu, yani İsrailliler
bu olayda başkalarından, örneğin bir
gemiyi batırarak 49 kişinin ölümüne sebep
olan
Kuzey
Korelilerden,
hatta
"yanlışlıkla" Afganistanlı köylüleri öldüren
Amerikalılardan
daha
fazla
yargılandıklarını
hissetmeselerdi.
(BYEGM)
Türkiye sıkıştığı köşeden çıktı - Dmitri
Kosirev
(Ria Novosti) - Bazı kimseler yine
Türkiye, yine ziyaret diyebilir. Bugün
Rusya
Başbakanı
Vladimir
Putin'in
Türkiye'yi ziyareti başlıyor. Birbiriyle dost
olan Putin ve Türk mevkidaşı Recep
Tayyip Erdoğan arasındaki buluşma sayısı
10'u geçti. Bir de devlet başkanları seviyesi
var: Dimitri Medvedev kısa süre önce,
mayıs ayında, Türkiye'de bulunmuştu.
Putin'in şimdiki İstanbul ziyareti ikili
ilişkilerle ilgili değil. Putin, 7-9 Haziran
tarihlerinde orada düzenlenen Asya'da İş
Birliği ve Güven Artırıcı Önlemler
Konferansı'nın (CICA) 3. Zirvesine
katılıyor.
CICA,
Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in
eseri, yani bir nevi Asyalı AGİT'i kurma
çabasıdır.
Şimdi
AGİT'in
dönem
başkanlığını yapan Kazakistan, CICA
dönem başkanlığını Ankara'ya devretti.
Zaten Türkiye bunu çok istiyordu.
Erdoğan
kabinesinin
son
dönemde
yaptıklarına bakarsak hayret ederiz: Ünlü
Tahran inisiyatifi (Brezilya ile birlikte)
sonucunda İran gerekli işlemin yapılması
için uranyumu Türkiye'ye götürmeye razı
oldu (gerçi bu inisiyatifin sonuçları daha
belli değil), Ermenistan ile ilişkileri
düzenleme çabaları, Kafkasya'da (bölgesel
organizasyon veya forum) düzenleme
çabası,
Afganistan
ve
Pakistan'ın
katılımıyla zirve düzenlemesi, Suriye ile
vizesiz rejime geçiş ve Orta Doğu'da diğer
faaliyetler. Örneğin, Gazze ablukasını
kırma çabasını ele alsak, "yine Türkiye"
gündemde, Sırbistan ve Bosna ile daha
yakın ilişkiler kurma çabaları, Rusya ile
ilişiler ise her yönden mükemmel:
Moskova, Türkiye'nin bir numaralı ortağı
oldu, Türkiye ise bizim sayemizde bütün
boru hatlarının kavşağı oldu. Hem Mavi
Akım'a hem Güney Akım'a hem de Güney
Akım'ın rakibi durumunda olan Nabucco
projesine katılıyor. Türkiye, Afrika'da 16
ve Latin Amerika'da 2 büyükelçilik açtı.
Üyeleri çok çeşitli olan CICA (üyeleri
arasında Tayland bile var) Ankara'nın
inisiyatifleri için uygun bir kurum.
Neler oluyor acaba? Ankara bölgenin
diplomatik merkezi mi oluyor yoksa? Daha
20 yıl önce NATO üyesi olan Türkiye
dünya politikasının tozlu köşesinde, kendi
stratejisi ve diplomasisinden yoksun bir
ülkeydi.
Köhneleşmiş
Amerikan
düşünürleri
Türkiye'yi,
Amerikan
askerlerini kendi toprakları üzerinden
Irak'a geçmesine izin vermedi ve diğer
Müslümanlarla yakınlaşıyor diye bugün
acımasızca "kemiriyor". Neden yaklaşıyor?
Çünkü Fransa ve Almanya 72 milyon
Türk'ü AB'ye kabul etmek istemiyor.
Bütün bunlar, 20 yıl önceki düşünce
tarzıdır. Veya bu "Batı iyi, Doğu kötü,
hangisinden yana olacağını seç" şeklinde
Avrupa'nın ortaçağ mitolojisinin bir
kalıntısı. Oysa Türkiye'nin yaptıkları
yarınki günün bir fenomenidir. Kendi
disiplinlerine sahip iki bloğun çoktandır
ortadan kalktığı bir dünya prototipidir. Bu
durumlarda dünyada tamamen
yeni
aktörler ortaya çıkar, (Çin ve Hindistan
gibi) dev ülkeler var ama ikinci sıradaki
güçler de var. Her birisi yeni dünyaya
kendi yolu olur ve bu yollar her zaman
başarılı olmaz. Fakat bu tür aktörlerin
sayısı artıyor. Çünkü böyle bir rol
ekonomik vb. bakımlardan kârlıdır.
Türkiye
Dışişleri
Bakanı
Ahmet
Davutoğlu, ABD'de çıkan Foreign Affairs
dergisinde yayımladığı yazıda, Türkiye'nin
yeni politikasının neden ABD dâhil bütün
ülkeler için faydalı olduğunu açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton,
Türkiye ile ilgili değil, ABD'nin ulusal
güvenliğinin
yeni
stratejisiyle
ilgili
konuşmasında bunu daha iyi açıkladı.
Amerikan Bakan, çok kutuplu dünyadan
"çok ortaklı" dünyaya geçiş yapılması
gereğine inanıyor. İşte Türkiye bu geçişi
gerçekleştirmektedir. NATO'da kalmakla
birlikte, AB'ye üye olmak istiyor. Bununla
birlikte Müslüman komşuları, Rusya,
Kafkasya vb. ile daha sıkı dostluk ilişkileri
kurmak istiyor.
Bağımsız bir siyasi oyun oynamak için
nasıl bir ülke olmak gerekiyor? Bence
bunun elde edilmesi için bol miktarda
hammadde, geniş topraklar veya nükleer
silaha sahip olmak gerekmiyor, burada iki
etkene gerek var: Medeniyet birikimi ve
(Erdoğan gibi) akıllı bir lidere. Türkiye,
kozmopolitlik ruhunu koruyan bir mini
imparatorluk konumunda.
İki yüz yıl boyunca Rus-Türk savaşlarının
yapıldığını bilen Ruslar bundan pek de
bahsetmek istemiyor ama biz Bâb-ı Âli ile
savaştık. Bâb-ı Âli az da olsa bir yandan
Balkanlar'daki Hristiyanları eziyordu, diğer
yandan da ilgi çekiyordu.
Şu husus
bazı kimselerin
hoşuna
gitmeyebilir: Türkiye, 1453'te yendiği
Bizans'ın kalıntılarından mimarlık, halk
oyunları veya mutfak kültürü olsun, çok
şeyi benimsedi. Bugün, ABD gibi mini bir
dünya olmak onun için güç kaynağıdır.
(BYEGM)
Türkiye’yi sadece Türkiye yönlendirir -
Emin Kamuriye
(En Nehar) - Ankara, İsrail'in Mavi
Marmara gemisinde estirdiği rüzgârı, kendi
Orta Doğu siyasetinde ilerleyen gemisini
yürütmek için kullandı ve Başbakan
Tayyip Erdoğan yeni Arap şövalye olarak
görüldü. Türklerin gelecekteki rolü ve
bölgedeki hareketlerinin nedeni hakkındaki
sorular çoğaldı. Türklerin bu rolü, Filistin
davası için mi, yoksa İran'dan sonra
bölgede Araplara kendini kabul ettirmek
için mi?
Siyasette yaşanan bu son olaylardan sonra
Arapların sadece bu konuyu konuşmaları,
İran'ın
nükleer
silahının
vizyondan
kalkmasına neden oldu. Acaba Türklerin
rolü bölgedeki İran'ın rolüne eşit olabilir
mi veya rahatsız olanları rahatlatacak bir
rol mü sergileyecek? Irak, Filistin ve diğer
ülkeler, Türkler ile İranlılar arasında
kapışacakları boş bir saha olarak mı
kullanılacak? İkisi de bölgedeki Arapların
yokluğunu
doldurarak
liderliği
paylaşacaklar mı? Aslında Türkiye, İran'ın
bölgedeki bazı hareketlerine (Beyrut ve
Gazze'ye girmesi gibi) göz yumdu. Çünkü
Ankara'yı İran'ın hesapları değil kendi
hesapları yönlendirir.
İki seçim arasında kalan Türkiye, ya Orta
Doğu'da lider ülke olacak, ya da Avrupa
kapısında dilenci rolünde kalacak. Tabii ki
o birinci seçeneği seçti. Aynı zamanda
İsrail ile arasındaki askerî anlaşmaları
yavaş yavaş kaldırması, hâlâ içinde
milliyetçilik ve dinî duygular bulunan,
Kudüs davasına önem veren milletinin
onayını kazandı.
Bir başka sebep ise, komşularında ve
hemen yanı başında yaşanan olaylar
Türkiye'yi
ilgilendirir.
Çünkü
olumsuzluklar onu da etkiler. Uluslararası
değişiklikler karşısında ve Irak savaşından
sonra bölgede bulunan Türkiye kendini
dışlayamaz ve oturup etrafında olanları
seyredemez. Bu yüzden kendine ters bir
etkisi olmaması için olaylara el atar. Bu
nedenlerle Kuzey Irak'a müdahaleleri oldu,
Güney Lübnan'da bulunan BM Barış
Gücüne (UNIFIL) katıldı, İran ve
uluslararası topluluk arasında arabulucu
oldu, İsrail ile Suriye arasında arabulucu
oldu ve en önemlisi Filistin'de. Çünkü
Filistin bütün sorunların anahtarı sayılır.
Bundan sonra içerideki hesaplar geliyor.
Siyasi seçimler ve ekonomik durum neden
hesaplanmasın? Mavi Marmara gemisine
yapılan saldırıdan sonra, Erdoğan sevgisi
sadece Araplar arasında değil, kendi halkı
içinde de arttı. Bu da Türklerin Filistin
davasına sevgisinden dolayı ve İran'ın
bölgede yayılma hesapları yüzünden.
Türkiye ve İran arasında mutabık kaldıkları
konular kadar anlaşamadıkları konular da
var. Ama anlaşmazlıklarından başkaları
faydalanacağı için, bölgedeki gerçekler
onları birlik olunmaya davet ediyor.
Türkiye bölgedeki teraziyi dengeye getirdi.
Daha önce İsrail tarafında olan herkes
şimdi İsrail'e karşı çıkıyor ve Filistinliler
artık unutulmuyor.
Ama
Arapların
kaybolan
rolünden
kendileri
sorumlu
Türkiye
değil.
(BYEGM)
Gazze’nin yeni kahramanları - Silke
Mertens
(Financial
Times
Deutschland)
-
"Dayanışma Filosu"na Saldırıldığından Bu
Yana Türk Başbakanı Erdoğan, Filistinliler
Nezdinde Hiç Olmadığı Kadar Seviliyor-
Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan
etkilenen baba Mahmud Sorob, üç oğlunun
adını değiştirerek en büyüğüne (26)
Tayyip, ortancaya Recep ve 18 aylık küçük
oğluna Erdoğan adını verme kararı aldı.
Türk Başbakanına hayran olduğunu
söyleyen baba, "O bütün Arap liderlerin
hepsinden cesur. O, İsrail'e tek başına karşı
çıkıyor." diye konuşuyor. Küçük oğlunun
adının
Erdoğan'ın
Filistinliler
için
yaptıklarını
ebediyen
hatırlatacağını
söyleyen Sorob, Türkiye'nin Hamas
tarafından yönetilen Gazze'deki blokajı
kırmak isteyen dayanışma filosu için hiçbir
ülkenin yapmadığı kadar destek verdiğini
söylüyor. Türk öncü gemisi Mavi
Marmara'nın yolcuları bir hafta önce
İsrailli askerlerle şiddetli bir çatışma
yaşamışlardı. Sekiz Türk ve bir ABD
vatandaşı ölmüştü.
"Onların kanı bizim kanımız." diyen
Sorob, ölen Türkler için Gazze Şeridi'nin
güneyindeki sahilde bir taziye çadırı
kurmuş. Kendisi ise ailesiyle hemen yanı
başında teneke çatılı bir yoksul evinde
yaşıyor.
Plajda
çadır
ve
şemsiye
kiralayarak geçimini temin etmeye çalışan
Sorob, İsrail'in blokajı olmasa ve Mısır da
buna uymasa yeniden iş bulabileceğini,
fabrikaların çalışacağını söylüyor.
Sorob artık yeniden umut besliyor. O,
şimdi herkesin gözleri Gazze'deki sefalete
çevrildiği
için
Erdoğan'ın
başarılı
olacağından emin. Daha çok gemi gelecek
ve Ankara'dan İsrail'e daha çok eleştiri
yağacak. Orta Doğu'nun en büyük
cezaevinde
birçokları
Sorob
gibi
düşünüyor. Türkler, başlarında Erdoğan'la
birlikte Akdeniz'in yoksul, tozlu sahil
şeridinin yeni kahramanları. Uzun süre
İsrail'in tek Müslüman müttefiki olan Türk
devleti, Kudüs'le dostluğa son verdi. Ilımlı
İslamcı Erdoğan, Batı'ya sırtını döndü ve
Müslüman dünyasına yöneldi. Tam da
kendisinin İsrail karşıtı söylemleri ve
Hamas'a övgüleri onu özellikle popüler
yapıyor.
Sorob'un taziye çadırına gelen bir ziyaretçi,
"Yiyeceksiz
kalmıyoruz.
Tünelden,
İsviçre'de olduğundan bile çok çikolata
kaçak olarak geliyor. Bizim için en kötüsü,
buradaki esaret ve her şeyi dilenmek
zorunda
kalmak."
diye
konuşuyor.
Özgürlük özlemi son dönemde, bir
haftadan beri Gazze'nin her yerinde
görülen üzerinde beyaz ay-yıldızın olduğu
kırmızı bayraklarla yansıtılıyor. Kiminin
arabasında, kiminin evinde, kiminin
teknesinde... Türk bayrağı artık Gazze'de
her yerde.
Gazze'nin merkezinde hatıralık satan Abu
Dayyah, son 35 yılda geçen hafta olduğu
kadar çok Türk bayrağı satmadığını
söylüyor. Yeni basılan, Erdoğan'ın resmi
bulunan tişörtler de kapışılıyormuş.
Hükûmetin daha yeni 500 adet sipariş
verdiğini söyleyen Dayyah, "Erdoğan'ı
seviyoruz.
O,
sadece
sözle
değil
icraatlarıyla da bizi destekliyor." diye
konuşuyor.
Arap medyası daha şimdiden Türk
hükûmet Başkanının bizzat Gazze'ye
geleceğini yazdı. İsrail için bir kâbus
anlamına gelecek olan bu ziyaret, Mahmud
Sorob için en büyük olay olurdu. Sorob,
"Tabii ki onu davet ederim." diyor.
Erdoğan'ın posterinin ve çok sayıda Türk
bayrağının bulunduğu çadırıyla Boğaz'dan
gelecek ziyaretçiye en iyi şekilde
hazırlanmış bulunuyor. "Onun için bir dana
bile kurban ederim." diyen çok çocuk
sahibi Filistinli, bir sonraki kızının adını
"Türkiye"
koyacağını
söylüyor.
(BYEGM)
İsrail’in
tehditleri
Erdoğan’ı
korkutmuyor – Başyazı
(el Kuds el Arabi) - İsrail hükûmeti,
Türkiye'nin Gazze üzerindeki ablukayı
kırma konvoylarının korunması için savaş
gemileri göndermeye kalkışmasını bir
savaş ilanı olarak kabul etti. Ancak açıkça
anlaşılıyor ki bu tür tehditler Recep Tayyip
Erdoğan'ı, hükûmetini ve Türk halkını
korkutmamakta.
İsrail'in tehditleri, Araplara ve özellikle
önünde
korkudan
titreyen
Arap
hükûmetlerine yöneltildiği durumda sonuç
getirdi ve getirmeye devam ediyor. Ancak
halkın gücüyle beslenen ve güçlü bir
demokratik ve ekonomik zemine dayalı
olan Türkiye, Arap rejimleri gibi İsrail'in
şantajına kolay kolay boyun eğmez.
Arap hükûmetleri -özellikle ılımlı olanlar-
Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması
için milyarlarca dolar topladı ancak ne
Gazze'nin yeniden imarı için maddi
yardımlarını göndermek ne de Türkiye'nin
yaptığı gibi yardım gemileri göndermek
gibi herhangi bir pratik adım atmaya
cesaret etti.
Erdoğan'ın Türkiye'si teslim olmayacak ve
beyaz bayrak kaldırmayacak. Çünkü
Türkiye, abluka altındaki Gazzelilere
sırtını dönmeme taahhüdünde bulundu ve
bu abluka kaldırılana kadar çabalarını
sürdürecektir. Bu asil tutum, İslami ve
insani asaleti gözler önüne sermektedir.
Türkiye
Dışişleri
Bakanı
Ahmet
Davutoğlu, dün bir açıklama yaparak
İsrail'in
uluslararası
soruşturmadan
kaçması
durumunda
ilişkilerin
normalleşmeyeceğini belirtti. Davutoğlu
burada uluslararası hukuk metinlerine ve
BM Genel Sekreterinin söz konusu
komisyonu oluşturma talebine dayanıyor
yani Davutoğlu imkânsızı istemiyor.
Davutoğlu'nun bu istekleri, bütün dünyada
karşılık bulacak ve İsrail hükûmeti bu
isteğe boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Tıpkı Tel Aviv'deki Türkiye Büyükelçisini
küçük düşürme olayında Türk hükûmeti ve
halkından kerhen de olsa özür dilemek
zorunda kaldığı gibi.
Bizi öfkelendiren şey, Türkiye'nin söz
konusu isteği, Fransa ve İngiltere Dışişleri
Bakanlarından destek görmesine karşın
hiçbir Arap ülkesinin (özellikle de Mısır ve
Suudi Arabistan) Dışişleri Bakanından
destek görmemesidir.
Bizi öfkelendiren bir diğer konu da
yukarıda adı geçen iki Arap ülkesinin
televizyon ve basın araçlarında Türkiye'ye
karşı
sert
medya
kampanyalarının
başlatılmasıdır. Allah'a şükürler olsun ki
Türkiye, Arap adalarını işgal etmiyor ve
Şii Acem değildir, aksi takdirde daha önce
hiç görülmedik saldırılara tanık olacaktık
(İran ile hâlen olup bitenlerin aksine).
Türkiye, şehitlerinin kanını unutmayacak
ve gemilerinden birinin karşı karşıya
kaldığı
saldırı
konusunda
sessiz
kalmayacak. Çünkü Türkiye büyük bir
bölgesel ülke, yönetimi dürüst ve inançlı,
Türk halkı da onur ve saygı konularında
yüce bir tarihe sahip. Bütün bu unsurlar
(halkımızda
demiyorum)
birçok
liderimizde
artık
bulunmamaktadır.
(BYEGM)
Dostları ilə paylaş: |