Selçuk iletiŞİM



Yüklə 2,6 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə61/120
tarix15.10.2018
ölçüsü2,6 Mb.
#74209
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   120

Selçuk İletişim, 5, 3, 2008
126
türel olarak yakın ve özel olmanın bir gösterge-
sidir. Tam tersine söylenti ise bir dayanağı
olmayan bilginin genel kişi/kişiler ile paylaşıl-
masıdır. Dedikodu daha çok kişilerin egolarını
güçlendirirken, söylenti ise belirsizliklerin
giderilmesini amaçlamaktadır (Michelson ve
Mouly 2000: 340).
Dedikodu ve söylenti, öncelikle bir tür resmi
olmayan bilgidir ve geleceğe yönelik bir bilgi
yönetimi olarak değerlendirilmektedir. Dedi-
kodu ve söylentilere dayalı informal iletişim,
özellikle formal iletişim kanalları çalışanların
ihtiyaç duydukları bilgileri yeterli düzeyde
içermiyorsa ya da etkili bir kurum içi iletişim
sistemi yoksa kendiliğinden ortaya çıkmakta-
dır. Bu tür iletişim, çalışanların birbirini çok iyi
tanıdığı ve bir üst otoritenin izni veya haberi
olmadan bilgilerin iletildiği ortamlarda daha
sık görülmektedir (Bennet 1994: 182). Bir
kurumda söylentilerin/dedikoduların başlaya-
bilmesi için üç temel öğenin olması gerektiği
ifade edilmektedir. Bu öğeleri şu şekilde sıra-
lamak mümkündür (Solmaz, 2004: 33):
· Bilgi eksikliği: Çalışanların işyerinde neler
olduğunu bilmedikleri durumlarda, durum
hakkında spekülasyonlarda bulunması ile
söylentiler ortaya çıkar.
· Güven duygusunun olmayışı: Çalışanlar
organizasyondaki her olayı negatif olarak al-
gılama eğiliminde olup endişelerini birbirleri
ile paylaşırlar.
· Çelişkiler: Organizasyonda söylentilere
neden olan etkenlerden biri de çelişkilerdir.
Bilgi güvenilir ve net olmadığında çelişki
içerir.
Kurumlarda toksik iletişim, dedikodu ve söy-
lentilerin zararlı bir şekilde kurum genelinde
yayılmaya başlaması ile ortaya çıkmakta ve
sonuçta hem yöneticilerin hem de çalışanların
davranışlarına yansıyıp birbirleri ile olan etki-
leşim sürecinin kalitesini azaltarak, kurumdaki
sağlıklı iletişim atmosferi, kurumsal başarı ve
idealize edilen kurum iklimi üzerinde yıkıcı
etkiler yaratmaktadır. Çoğu zaman içgüdüsel
itkilerle ortaya çıkan dedikodu ve söylentilerin
bir kısmı kurum kültürünün pekişmesi, reka-
betçi ruhun körüklenmesi gibi yararlı sonuçlar
doğursa da, büyük bir kısmı kurum genelindeki
iletişimin zehirlenmesine yol açmaktadır. Çün-
kü bu tür bir iletişim, her ne kadar doğru bilgi
taşımak isterse istesin zaman zaman yanlış,
eksik veya abartılmış bilgi taşıyarak ciddi bo-
yutlarda yanlış anlaşılmalara, korku ve paniğe
sebebiyet verebilmektedir (Dicle 1974: 69).
Daha önce de belirtildiği gibi, toksik iletişim
büyük ölçüde kurum geneline zarar veren dedi-
kodu ve söylenti sürecini kapsayan ancak bu
mekanizmalardan daha fazlasını içeren, isten-
meyen bir iletişim biçimidir. Dedikodu ve
söylentilerin, yöneticilerin ve çalışanların ku-
rumdaki entelektüel güvenliğini (takımdaşlık,
işbirliği, kabul edilme, onaylanma vb.) yok
ettiği zaman zehirli (toksik) iletişime dönüştü-
ğü söylenebilmektedir.
2. ZEHİRLİ (TOKSİK) İLETİŞİMİN
NEDENLERİ
Dedikodu ve söylentilerin yanı sıra, bir kurum-
da olumsuz ya da olağan dışı davranışlar ve
sözsüz iletişim unsurları da toksik iletişim
kapsamında değerlendirilmektedir. Bu davra-
nışlara maruz kalan kişilerde geri çekilme,
çekinme, işe gelmeme, işe geç gelme gibi bir-
çok farklı tepkinin geliştiği görülmekte ve
bunun sonucunda kurumun kalitesi yitirilmeye
başlanmaktadır. Aynı zamanda ortaya çıkan bu
tepkiler diğer çalışanları da etkileyerek kurum
içinde yaygınlık göstermektedir. Kurumda
dedikodu/söylentilerin ve olumsuz davranışla-
rının sayısının artarak genel bir iletişim biçimi
halini alması ve bu durumun tüm çalışanlar
tarafından doğal kabul edilip olumsuz davra-
nışların artması toksik iletişimin etkisinin yayı-
larak, kurumun iklimini zehirlemeye başladığı-
na işaret etmektedir. Söz konusu edilen zehirli
etkiler ilk başta en kolay dağılma yolu olarak
dedikodu ve söylentilerle kendini hissettirmek-
tedir. İlk başlarda dedikodu ve söylentiler ile
kendini gösteren toksik iletişimi bir bütün ola-
rak anlayabilmek için, dedikodu ve söylentile-
rin doğasını açıklamaya yönelik ortaya atılan
kuramlara yer vermenin yararlı olacağı düşü-
nülmektedir.
Dedikodu ve söylentilerin ergenlikten itibaren
karşımıza çıkan rutin bir aktivite olması, bu
konuya ilk olarak psikologların eğilmesine yol
açmıştır. Gottman ve Mettetal’ın (1986) çalış-
malarına göre, ilk çocukluk yıllarındaki dedi-
kodu ve söylentiler genelde grup dayanışmasını
desteklemek için kullanılmaktadır. İlerleyen
çocukluk yıllarında ise, grup normlarını açık-


Kurumsal Başarının Önündeki Engel: Zehirli ( Toksik) İletişim (124-140)
127
lamak için dedikodu ve söylentilerden yararla-
nılmaktadır. Ergenlik yılları ile birlikte ise,
dedikodu ve söylentilerin öncelikli olarak kişi-
lerarası problemleri çözmek için kullanıldığı
ortaya çıkmıştır (Eder ve Enke 1991: 494).
Dedikodu ve söylentiye yönelik çalışmalar
psikoloji, sosyal antropoloji, coğrafya, sosyolo-
ji, dilbilimi ve halkbilim gibi hemen hemen
tüm temel sosyal bilimler alanını içermektedir.
Ancak hangi bilim dalı olursa olsun dedikodu
ve söylentileri ortaya çıkaran iletişimsel yakla-
şımların bilinmesi gerekmektedir. Dedikodu ve
söylentilere yönelik iletişimsel yaklaşımları
geleneksel teoriler ve yeni teoriler olarak iki
başlıkta incelemek mümkündür (Guerin ve
Yoshihiko 2006: 23-24).
Geleneksel teorinin temsilcilerinden olan
Allport ve Postman’na (1947) göre, toksik
iletişimi yaratan dedikodu ve söylentilerin
ortaya çıkışı iki varsayıma dayanmaktadır.
Birincisi, insanlar olay ve olguların gerçek
anlamını bulmak için çaba harcarlar; ikincisi,
önemli bir olayda belirsizlikle karşılaştıkların-
da konuyu başka biçimde anlatıp tekrar ürete-
rek bazı anlamlar bulmaya çalışırlar. Rosnow
(1991) bu teoriyi geliştirerek, dedikodu ve
söylentilerin yayılmasında dört önemli faktörün
bulunduğunu ifade etmektedir. Buna göre de-
dikodu ve söylentiler, “dinleyiciye konu ile
ilgili bir sonuç taşımalı, kişisel kaygıyı çoğalt-
malı, belirsizliği (iki anlamlılık) genelleştirmeli
ve biraz güvenilirlik taşımalıdır” (Guerin ve
Yoshihiko 2006: 24).
Dedikodu ve söylentiyi açıklamak üzere ortaya
atılan yeni teori ise, ne tür grupların ve sosyal
ilişkilerin içinde yaşadığımızın önemine odak-
lanmaktadır. Bu teori, doğrudan diğer insanlar-
la ilgili edindiğimiz her tür bilgiyle açıklanır.
İnsanlar şaka yaparlar, hikaye anlatırlar, hep
birlikte iletişime dahil olurlar, iş ya da hava
hakkında konuşurlar, yakınırlar, anlaşmazlık
çıkarırlar, tarih anlatırlar, düşmanları kötüler-
ler, birbirlerini överler ve televizyon hakkında
konuşurlar. Bu teori, bu gibi konuşma formla-
rının kullanımının, konuşmacının bazı kişisel
özellikleri (kaygı azalması, anlam üretme ya da
bilişsel süreç vb.) ilgili olduğunu açıklamakta-
dır. Bu hikayeler ya da anlatımlar sosyal ilişki-
leri güçlendirebilir ya da konuşmacının statü-
sünü geliştirebilir (Guerin, 2003: 257).
Sosyal öğrenme teorisine göre, olumsuz olarak
adlandırılan davranışlar ve zehirli iletişim bi-
çimi bir grup içerisinde rol model alınması ile
daha hızlı ve kolay bir biçimde benimsenmek-
tedir (Appelbaum ve ark. 2007: 591). Kurum
içerisinde kişilerarası ilişkilerin yoğun olduğu,
özellikle yüz yüze iletişimin kurulduğu bölüm-
lerde toksik etkilerin yayılması daha kolay
olmaktadır. Toksik etkilerin yayılması sonu-
cunda çalışanların hem moral hem de zihinsel
olarak sağlıklı olmaktan uzaklaştırdıkları göz-
lemlenebilir. Bu bağlamda, toksik yöneticilerin
varlığı söz konusu olduğu kurumlarda çalışan-
ların etik olmayan davranış ve iletişim biçimle-
rine doğru bir değişim gösterdiği ve kontrol
edilmesinin oldukça güç bir hal aldığı ifade
edilebilir. Şekil 1’de toksik iletişimin bir bölü-
münü oluşturan kurumsal ve bireysel negatif
davranışlar yer almaktadır.
Yukarıda ifade edilen davranışlar ve iletişim
biçimleri kurum içinde hem çalışanlar hem de
yöneticiler tarafından desteklendiğinde kurum
içinde güvenin azalmasına ve bunun sonucunda
sürekli bir şüpheciliğin ortaya çıkmasına neden
olabilmektedir. Bu durum kurumda karar ver-
me sürecinin olumsuz etkilenmesine, kurumsal
performansın azalmasına ve stres düzeyinin
artmasına, çalışanların motivasyonun ve iş
tatminin düşmesine neden olabilmektedir
(Appelbaum ve ark. 2007: 591). Görüldüğü
gibi zehirli etkilerin ortaya çıkarak yayılmaya
ortam bulmasının birçok içsel ve dışsal nedeni
olabilmektedir. Bu nedenleri daha kapsamlı bir
bakış açısıyla şu şekilde açıklamak mümkün-
dür (Stirling 1956:2 64, Paine 1967: 278-279,
Flynn 2007):
· Planlı propaganda: Kişiler diğerine karşı
bir düşmanlık hissettiklerinde, karşı tarafa
düşmanlığını göstermek ya da tehdit etmek
amacı ile dedikodu yaparak bu duygularını
ifade ederler. Propaganda yapmak düşmanlı-
ğın doğrudan gösterilmesinin bir yoludur.
Belirli nedenlere (sosyal, politik, dini vb.)
dayanan düşmanlık dedikodu yoluyla açığa
vurularak, karşıdaki kişi/kişilere yıkıcı bir
zarar verilmek istenir. Dedikodu yapan kişi,
birçok zaman bilinçli bir şekilde plan yap-
madıkça dedikodunun kendini motive ettiği-
nin farkında değildir. Genellikle bilinçli ola-
rak dedikodu yapan kişiler azınlıktadır. Ör-
neğin, bu kişiler de genelde propagandist bir


Yüklə 2,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə