www.altinicizdiklerim.com
29
yönelmiş düşmanlık kadar büyük bir düşmanlığa maruz bırakıldı. O zamandan bu yana
Mısır-Arap ilişkilerinde önemli bir gelişme yaşandı ve birbirini izleyen Mısır hükümetleri
Arap kamuoyu tarafından bir ölçüde kabul görmeye başladılar.
Yaşayan en büyük Arap romancı olarak görülen Mısırlı yazar Necip Mahfuz,
İsrail’le barış içinde bir arada yaşama yanlısı açıklamalarda bulunup İsrailli yazarlarla
yazışmalar yaptığında, hemen hain yaftası yapıştırıldı ve kitapları Arap Birliği’nin boykot
listesine sokuldu. Bu kitaplar hala Arap ülkelerinde geniş bir biçimde dağıtılmak ve
okunmakla birlikte sadece korsan baskıları yapılabilmektedir.
Hiç şüphesiz Mısırlı yazarların, okuyucularına İsrail ve Siyonizmle ilgili tarafsız
yorumlar vermesini beklemek için henüz çok erkendir. Fakat hiç olmazsa, kamuoylarına ve
daha önemlisi okullardaki çocuklara yeni komşularının tarihini, dinini ve kültürünü biraz
da olsa öğretirken, Avrupa anti-Semitizminin saçma ve şeytani fantezilerinden daha
soğukkanlı ve daha gerçekçi bir yaklaşım tarzı benimsemeleri beklenebilir. Ne yazık ki,
önemli sayıda Mısırlı bilim adamı, yazar, editör ve yayıncı kendilerini, Suudi Arabistan’ın
düşünce ortamına ve kültürel bağımlılığına uymak zorunda hissederlerken medyada önemli
bir değişim yaşanması pek olası gözükmemektedir.
YENİ ANTİ-SEMİTİZM
İsrailliler, diğer Yahudiler ve Yahudi yandaşları arasında İsrail ya da Siyonizm
düşmanlığını anti-Semitizmle eş tutma ve Arafat’ı, yeni ve başarısız bir Hitler, FKÖ’yü de
günümüzün Nazi SS kıtası olarak görme eğilimi bulunmaktadır. Kesin olarak söylemek
gerekirse bu yanlış bir eşleştirmedir. Hem kökenleri hem de esası itibariyle Arap-İsrail
çatışması siyasi bir çatışmadır-halklar ve devletler arasında, önyargı ya da zulüm gibi
nedenlere değil reel politikle ilgili sorunlara dayanan bir uyuşmazlık.
Fakat Arap-İsrail uyuşmazlığı normal bir çatışma örneği olmakla birlikte kendisini
biricik kılan bazı anormalliklere de sahiptir. Bu anormallikler biri hariç tüm Arap
devletlerinin İsrail’i resmen tanımayı ya da İsrail’in resmi temsilcileriyle müzakerelerde
bir araya gelmeyi reddetmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum nereyse kırk yıllık
İsrail mevcudiyetinden ve Arapların bir dizi siyasi ve askeri yenilgisinden sonra bile
varlığını sürdürmektedir. 1984 yılında İsrail’le müzakere eden ve doğrudan bir anlaşma
imzalayan Lübnan anlaşmadan çekilmek zorunda bırakıldı ve Lübnan hükümetinin, ülkesini
barışçıl bir biçimde işgalden kurtarma amacıyla da olsa, İsrail’le siyasi temas kurmasına
izin verilmedi. Lübnan’ın aksine bağımsız bir dış politika çizgisi izleyebilecek ve İsrail’le
bu tür ilişkilere girebilecek güçte olan Mısır hemen hemen bütün Arap devletlerince
lanetlendi; bunlardan çoğu Kahire’yle diplomatik ilişkileri kesti ve Mısır da tıpkı İsrail’e
yapıldığı gibi tecrit edildi.
En sert uyuşmazlıklarda bile-Fransa ve Almanya arasındaki Alsace-Lorraine
üzerindeki uyuşmazlık, Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs ve Ege sorunları nedeniyle
çıkan uyuşmazlık, Çin-Japonya, Hindistan-Pakistan, İran-Irak arasındaki uyuşmazlıklar
gibi-taraflardan biri diğer tarafı yok saymamış, diyalogu bütünüyle reddetmemiş ve karşı
tarafı yenilgiye uğratmanın yanı sıra onu bütünüyle yok ederek haritadan sileceğini ilan
etmemiştir. Bazı Arap ülkelerindeki devlet adamları artık özel konuşmalarda ya da
www.altinicizdiklerim.com
30
yurtdışında, İsrail’le barış içinde bir arada yaşamaktan ve barıştan söz etseler de
Mısırlılar hariç, çok azı bunu geleneksel muğlak ifadelerin ötesine geçen kavramlarla
açıkça ve ülke içinde dile getirebilmektedirler.
Öyleyse bu biricikliğin-neredeyse kırk yıl geçtiği halde hala dinmeyen bu özel
öfkenin-altında yatan nedir? Bazılarına göre bunun nedeni, Filistinlilerin yerlerinden
edilerek komşu ülkelere göç etmek ve buralarda kalabalık gruplar halinde mülteci
kamplarında yaşamak zorunda bırakılmalarıdır.
Fakat Filistinli mülteciler sorununun çözümsüzlüğü, bir siyasi sorunun nedeni değil
sonucudur. Öyleyse duyulan bu öfke-birçoklarının öne sürdüğü gibi-İsrail devletinin
denizin öte tarafından gelen yabancılar tarafından yaratılmasından ve İsrail’in kurulduğu
topraklarda yaşayan birçok kişinin yerinden edilip kalan kısmının da fethedilen halk
statüsüne indirgenerek kendilerine daha önce yaşamadıkları bir ülkenin dayatılmasından
kaynaklanıyor olabilir mi? Elbette bu olaylar derin bir kızgınlık duygusuna yol açmıştır.
İsraillilerin “ötekiler” olarak algılanması Arap ülkelerinde ve diğer Müslüman ülkelerde
doğan İsrailli Yahudi çoğunluğa rağmen hala sürmektedir.
Peki Filistin’in sona ermesi ve İsrail’in doğmasına yönelik Müslüman tepkisindeki
bu özel öfkenin nedeni neydi? Kısmen bunun nedeni Filistin’in konumuyla-zira bu bölge
İslam dünyasının Arap çekirdeğinin tam kalbinde bulunmaktadır-ve Mekke ile Medine’den
sonra İslam’ın üçüncü kutsal şehri sayılan Kudüs’ün Filistin topraklarında bulunmasıyla
ilgilidir. Fakat hepsinin ötesinde, sayısız konuşmada ve yazıda açıkça görüldüğü üzere bu
öfke duygusu Müslüman Arap ordularına, dramatik yenilgiler tattırarak Müslüman Arap
nüfusa kendi yönetimlerini dayatanlardan kaynaklanmaktadır.
Nazilerin aksine Ruslar, Yahudi karşıtı politikaya bağlı değillerdi ve anti-
Semitizme yönelik tutumları da onu kınamaktı. Eğer çıkarları gerektiriyorsa taraf
değiştirmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı ve nitekim 1940’ların sonunda kısa bir süre
öyle de yaptılar. Sovyet diplomasisi İngiltere’ye karşı İsrail’i destekledi. Nitekim, yeni
Yahudi devletinin Arap ordularının 1948’deki saldırılarına direnmesini mümkün kılan Doğu
Bloğu’ndan gelen silahlardı. Fakat o dönemden beri Sovyetler Birliği yönünü diğer tarafa
çevirerek destekçileri ve uydularıyla birlikte hem İsrail’e hem de Siyonizme karşı sürekli
bir düşmanlık politikası izledi.
Hem iç hem de emperyal siyaseti açısından, Moskova’nın, önemli sayıdaki Sovyet
vatandaşını etkileyebilecek ve Sovyet sınırlarının ötesinde bir odak noktasına sahip bir
akıma karşı çıkmak için özel nedenleri bulunmaktadır. Sovyetler pan-İslamizm'i, Pan-
Türkizm'i ve pan-İranizm'i kötülemişler, suçlamışlar ve bastırmışlardır çünkü Sovyetler
Birliği’nin Müslüman, Türkçe konuşan ve Farsça konuşan halkları bu akımlardan
etkilenebilecek ve bağlılıklarını Moskova yerine Türkiye, İran ya da İslam dünyasına
çevirebileceklerdir.
Siyonizm, deyim yerindeyse bir tür Pan-Judaizm'dir ve tek başına bu nedenle
suçlanmayı hak etmektedir. Fakat yine, yabancı devletlerin ele alınmasında olduğu gibi
içteki muhalif akınların ele alınmasında da, düşmanlık derecesi ve bu düşmanlığın ifade
edilme biçiminde önemli farklılıklar bulunmaktadır.
www.altinicizdiklerim.com
31
Komünizm ideolojik olarak Siyonizme karşı çıkan tek inanç değildir. Dinsel
gerekçelerle Siyonizme karşı çıkan ve insani bir kurum tarafından bir Yahudi devletinin
kurulmasını Tanrı iradesine aykırı bir şey olarak gören bazı dindarlar-Hıristiyanlar,
Müslümanlar hatta Yahudiler-bulunmaktadır.
Dünyada Amerikan nüfuzunun artmasıyla moda düşman ırkçılık olunca, Siyonizm
ırkçı olarak yeniden sınıflandırıldı ve Birleşmiş Milletlerde bu yönde bir karar alındı. 10
Kasım 1975 tarihinde oylanan karar 72 lehte, 35 aleyhte ve 32 çekimser oyla kabul
edildi. Bekleneceği üzere, tüm komünist ve İslami devletler karar lehinde; dünyadaki
liberal demokrasilerin hemen hemen tümü ise kararın aleyhinde oy kullanmışlardır.
Üçüncü Dünya ülkeleri ise üç kategori arasında dağılım göstermişlerdir.
Günümüzün önemli bir özelliği, Ortadoğu’dan ve bu bölgenin sorunlarından
bağlantısız olarak daha geniş bir kapsam kazanan Siyonizm karşıtlığının hızlı gelişimidir.
On dokuzuncu yüzyılda dinsel olarak ifade edilen Musevilik karşıtlığı gerici ve demode
olarak görülmeye başlandı ve yerini, daha modern ve seküler çevrelerde güncel ve
bilimsel olduğu düşünülen ve ırksal olarak ifade edilen anti-Semitizme bıraktı.
Günümüzde Irkçılık-özellikle artık Yahudilerden çok siyahlara karşı düşmanlık duymakla
ilgili olduğu Batı’da-itibar kaybetmiştir ve ırksal anti-Semitizmin yerini anti-Siyonizm
almıştır. Anti-Siyonizmde, daha önce dinin sonra da ırkın işgal ettiği yeri politika
doldurmaktadır. Değişim özden ziyade ifade ve vurgudadır çünkü bu unsurların hepsi hala
mevcuttur. Şimdi bile bir kimse bir Yahudi’ye bu şekilde saldırmak ve onu kötülemek
istediğinde, bulunduğu toplumdaki ortamın ve hakim ideolojinin dinsel, etnik ya da siyasi
olup olmamasına bağlı olarak ona inançsız, Semit ya da Siyonist diyebilmektedir.
Peki Yahudilerin kendileri nedir? Anti-Semit açısından tüm Yahudiler Siyonist ve
İsrail yanlısıdır çünkü Yahudi, Siyonist ve İsrailli birbirlerinin yerine geçebilen
kavramlardır. Fakat gerçek biraz farklıdır ve Yahudiler şu ya da bu konuda kesinlikle
yeknesak değillerdir. İster İsrail’e destek biçiminde olsun isterse başka bir amaçla
olsun, evrensel Yahudi komplosu anti-Semitik hayal gücünün bir ürünüdür ve hiçbir
gerçeklik payı bulunmamaktadır. Birçok Yahudi, belki de artık çoğu Yahudi, değişen
ölçülerde İsrail yanlısıdır. Fakat hiç de küçümsenmeyecek sayıda İsrail’in etkin muhalifi
olan başka Yahudiler de vardır.
İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesi gibi sorunların hepsi barış anlaşması
imzalayan ilk Arap devleti ile İsrail arasındaki yeni ve hassas ilişkileri gerdi. Fakat bu
zorluklara rağmen, Mısırlılar İsrail’le ilişkilerini, asgari düzeyde de olsa, sürdürdüler ve
Kahire’de bir İsrail akademik merkezinin kurulmasına izin verdiler. Yapıtlarında,
sempatiyle olmasa bile, en azından şiddetli bir kötülemeye girmeksizin İsrail’i
tartışabilen bazı Mısırlı yazarlar bile mevcuttur. Bunlar küçük belirtilerdir ve şimdiye
kadar Mısırla sınırlı kalmıştır. Yine de önemli değişiklikler meydana gelmiştir. İsrail’le
barış anlaşması imzaladıktan sonra bütün Arap devletleri Mısır’la diplomatik ilişkilerini
kesmemişlerdir. Öyle yapan Ürdün, Mısır’la diplomatik ilişkilerini yeniden kurmuş
durumdadır. Bazı ülkelerde Arap politikacılar ve gazeteciler, daha önce kullandıkları
“sözde devlet” ve “Siyonist çeteler” yerine İsrail ve İsrailliler diyebilmektedir. Hatta
bazıları-elbette uygun bağlamlarda-tabu olan barış sözcüğünü bile kullanmaktadırlar.
www.altinicizdiklerim.com
32
Şimdiye kadar daha önemli olduğu kanıtlanan başka bir etmen, Orta ve Doğu
Avrupa’daki klasik anti-Semitlerde bulunan derin nefret özelliğinin, anti-Semitik
Müslümanlarda-birkaç istisna hariç-bulunmamasıdır. Arap ülkelerine seyahat eden
Avrupalı ve Amerikalı Yahudiler, anti-Semitizm içeren çok sayıdaki yazılı ve görsel
malzemeye rağmen, seyahatleri esnasında bire bir muhatap oldukları tek anti-Semitik
düşmanlığın, Araplarca değil, bu ülkelerdeki kendi vatandaşları tarafından gösterildiğini
gözlemlemişlerdir. Aynı şekilde, Batı’ya seyahat eden İsrailliler Arabofillerden (Arap
severler-ç.n.) ziyade Araplarla daha kolay dostluk kurabilmektedirler.
Hıristiyan anti-semitler için Filistin sorunu bir bahane ve nefretlerini boşaltma
kaynağıdır; Müslüman anti-Semitler içinse bir davadır. Belki bu dava ortadan kalkarsa ya
da önemini yitirirse, düşmanlık da zayıflayabilir-kaybolmaz ama en azından eski önyargı
düzeyine döner. Bu önyargı düzeyi de kötüydü ama insani ilişkiler kurmaya hatta siyasi
diyalog başlatmaya elverişliydi. Bu sefer, neredeyse başlangıcından beri Hıristiyanlığı
kırıp geçiren anti-Semitik virüsün sonunda yok edilme sürecinde olduğunun bazı
belirtileri bulunmaktadır; ama ne yazık ki aynı derin dinsel nefret şimdi de İslam’ın
dayanıklı vücuduna saldırmaya başlamıştır. Seçim anı çoktan geçmiş ve virüs İslam’ın
kanına karışmış olabilir. Geçmiş kuşaklar boyu Hıristiyanlığı zehirlediği gibi şimdi de
İslam’ın kuşaklarını zehirleyebilir.
Yahudilere karşı duydukları nefret, klasik Avrupa ya da Amerika anti-
Semitlerininki kadar derin ve tüketici olan münferit Arap yöneticilerini ve yazarlarını
teşhis etmek kolaydır. Fakat, şiddetine ve her yerdeliğine karşın, Arap ya da Müslüman
anti-Semitizminin, aşağıdan yani toplumdan ziyade yukarıdan yani liderlerden gelen bir
olgu olduğu çoğu kişiye hala doğru gözükmektedir. Eğer önde gelen Arap liderleri, Sedat
örneğini izleme noktasına gelir ve İsrail’le diyaloga girerlerse ve İsrailliler de buna uygun
bir biçimde karşılık verecek gücü ve cesareti kendilerinde bulabilirlerse anti-Semitik
kampanya zayıflar ve modern Batı’da olduğu gibi fanatik gruplara ve fanatik rejimlere
indirgenir. Eğer çözüm ya da yatışma sağlanamazsa Arapların ve Yahudilerin yaşamlarını
daha da zorlaştıracak sonsuz bir karşılıklı nefret döngüsünden kurtulunamayacaktır.
SONSÖZ
30 Ekim 1991 tarihinde, Madrid’de Amerikan ve Rus gözetiminde, Ortadoğu Barış
Konferansı’nın toplanmasıyla yeni bir dönem başladı. Bunu, 10 Aralık 1991’de
Washington’da açılan ve sonraki yıllarda da aralıklı olarak devam eden İsrail ve Araplar
arasındaki ilk barış müzakereleri izledi. Bu arada, 1992 yılının ilkbaharında İsrail ve
Filistin temsilcileri arasındaki ilk gizli temaslar başladı. Temaslar o yılın kalan bölümünde
de devam etti ve gizli ama doğrudan görüşmelerin ilk turu Ocak 1993’te Norveç’te
yapıldı. Aynı ay İsrail parlamentosu, artık resmen Arap devletleri ve İsrail tarafından
“Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak tanınan FKÖ ile her türlü teması yasaklayan
kanunu yürürlükten kaldırdı. Oslo ve sonra da Washington’da gerçekleştirilen bir dizi
müzakere sonucunda, 13 Eylül 1993 tarihinde İsrail hükümeti ile FKÖ arasında bir
anlaşma imzalandı.
Mayıs 1996’daki İsrail genel seçimlerinden ve Likud önderliğinde kurulan aşırı
sağcı koalisyon hükümetinin İşçi Partisi hükümetinin yerini almasından sonra bile çatışma
www.altinicizdiklerim.com
33
artık yeni ve daha az tehlikeli dönemine girmiş bulunuyordu. İsrail ve onun Arap
komşuları arasında top yekun konvansiyonel bir savaş, imkansız değilse bile,
geçmiştekinden daha az muhtemeldi. İsrail’e karşı terörist eylemler, özellikle üç örgüt
kaynaklı olarak sürmektedir-bu örgütler: Filistin topraklarında İslami Cihad ve Hamas;
Lübnan’da İran sponsorluğunda ve Suriye destekli Hizbullah’tır.
Düşmanlık sürmektedir ve İsrail’in son zamanlardaki bazı tutum ve politikalarıyla
şiddetlenmiştir. Sonuç olarak anti-Semitizm yeni bir toprak ve ivme kazanmıştır.
İsrailliler ve Filistinliler arasındaki barış süreci, taraflardan biri diğerine karşı
sempati duymaya ya da diğerini anlamaya başladığı için değil, her iki tarafın liderleri de
kesin olarak kazanılamayacak bir savaş yürüttüklerini anladıkları için başladı. FKÖ, hem
Soğuk Savaş’ın hem de Körfez Savaşı’nın sona ermesinden zarara uğradı. Sovyetler
Birliği’nin çöküşü, yarım yüzyıldır ilk kez, onları Batı karşıtı bir süper gücün hamiliğinden
yoksun bıraktı.
İsrail tarafında da Oslo’yu ihanet-zafer anından vazgeçilmesi ve Yahudilerin antik
mirasının bir parçasının boş yere terk edilmesi-olarak görenler vardı. Fakat, Filistin
tarafında olduğu gibi İsrail tarafında da bu çoğunluk görüşü değildi ve çoğu aklı başında
İsrailli de Filistin’in tamamı için verdikleri savaşın sonu olmadığını ve taksimi kabul
etmenin akıllıca olacağını anlamışlardı.
Barış sürecine yönelik Arap muhalefeti ve bu muhalefetin sergilenme biçimi
başlıca üç türe ayrılabilir:
Birincisi, temel olarak, geçmişte yapılanın sürdürülmesidir-Siyonizme karşı
ideolojik polemik, İsrail devletine karşı siyasi savaş hali.
Her zaman tutarlı olmasa da, İsrail ve Siyonizm ile Yahudilere yönelik düşmanlık
arasında ayrım yapmaya gayret edilmektedir. İran hükümet sözcüleri anti-Semitizmi
reddederler; anti-Semitik terminolojiyi kullanmaktan kaçınırlar ve Yahudilere hoşgörü
göstermeye hazır olduklarını ilan ederler-elbette Şeriatın öngördüğü sınırlar dahilinde.
Yine de, İslami akımların sözcüleri ırkçı argümanları kullanmaktan ve özellikle
Avrupa anti-Semitizminin sunduğu zengin nefret kaynaklarından yararlanmaktan da geri
kalmamaktadırlar. Standart anti-Semitik temalar, Hizbullah ve Hamas gibi Arap İslami
hareketlerinin yaptığı propagandanın, İran Hükümeti’nin çeşitli kurumlarının yaptığı
açıklamaların ve hatta 1996-1997’de iktidara gelen koalisyonun büyük ortağı Türk
İslamcı partisinin gazetelerinin ve başka yayınlarının klişesi haline gelmiştir.
Bu suçlamaların çoğu tanıdıktır ve kökenleri Avrupa kaynaklıdır. Diğerleri yerel
koşullardan doğmuşlardır. Örneğin, Türk anti-Semitleri için Yahudilerin kötülükleri
Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertmek ve Bosna’da son zamanlarda çıkan karışıklıklardır.
İran’da, Amerikan yaptırımları ve bunun sonucunda yaşanan ekonomik sıkıntılar
Washington üzerindeki Yahudi nüfuzuna bağlanır.
Avrupa anti-Semitizminin hem teolojik hem de ırkçı versiyonları İslam geleneğine,
kültürüne ve düşünce kalıplarına esasen yabancıdır. Fakat şaşırtıcı ölçüde Nazilerin ve
öncellerinin fikirleri, literatürü hatta en kaba uydurmacaları, deyim yerindeyse,
içselleştirilmiş ve İslamileştirilmiştir.
www.altinicizdiklerim.com
34
Geçmişin yeniden yazılması antik tarihe kadar uzanır. Amman’daki tarih müzesi
bölgenin tüm antik halklarının tarihini nesneler ve yazılar aracılığıyla anlatır-bir tanesi
hariç. Antik İsrail’in kralları ve peygamberleri bütünüyle kayıptır.
Arap kitapçılarını ya da Türkiye’deki dini kitapçıları gezmek birçok türde geniş
kapsamlı bir anti-Semitik literatürün varlığını gözler önüne serecektir. Eksik olan şey
herhangi bir düzelticidir. Yahudi tarihi, dini, felsefesi ve edebiyatı gibi konulara ilişkin
rehber arayan Arap okuyucu hemen hemen hiçbir şey bulamayacaktır.
Belki de son söz, İsrail’i ziyaret etme cesaretini gösteren ilk mısırlı
entelektüellerden biri olan Ali Salim’e bırakılmalı. Şöyle diyor Salim:
“Filistinliler ve
İsrailliler arasındaki anlaşmanın tarihte ender rastlanan anlardan biri olduğunu
düşünüyorum. Ben varım ve siz de varsınız. Yaşam benim hakkım; elbette sizin de.
Bu uzun ve meşakkatli bir yol. Bu yolun nihai aşaması özgürlük ve insan hakları. Bu
yol güllerle dolu değil, mücadele ve azim gerekli. Sadece hakkında konuşularak barış
olmaz. Sadece konuşarak değil, eylemlerimizle de barışa ulaşmaktan başka çaremiz
yok. ”
KAYNAKÇA
Semitizm ve Anti-Semitizm (Semites and Anti-Semites)-Bernard LEWIS
Birinci Basım: Mayıs 2004
Document Outline - GİRİŞ
- SOYKIRIM VE SONRASI
- SAMİLER
- YAHUDİLER
- ANTİ-SEMİTLER
- MÜSLÜMANLAR VE YAHUDİLER
- NAZİLER VE FİLİSTİN SORUNU
- YAHUDİLERE KARŞI SAVAŞ
- YENİ ANTİ-SEMİTİZM
- SONSÖZ
- KAYNAKÇA
- Birinci Basım: Mayıs 2004
Dostları ilə paylaş: |