www.altinicizdiklerim.com
13
Avrupa’dan gelmişti ve başka bir yere değil de Filistin’e göç etme amaçları büyük ölçüde
ideolojikti. Bir Yahudi ulusal yurdu inşa etmek için geliyorlardı. Bu amaçla çiftlikler ve
köyler, yollar ve şehirler yaptılar ve Yahudi yaşamının yeni altyapısını oluşturdular.
İki dünya savaşı arasında Avrupa Yahudileri iki büyük felaket yaşadılar. İkincisi
ve daha büyüğü 1933 yılında Adolf Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı.
Birincisi, çarlığın yıkılmasından sonra Doğu Avrupa’da meydana geldi.
Ruslar tarafından Polonyalı, Polonyalılar tarafından Rus ve her ikisi tarafından da
Yahudi oldukları için öldürülen Yahudiler çok elverişsiz bir konumdaydı. Ukrayna bir kez
daha Bohdan Khmelnitsky günlerini hatırlatan vahşi katliamlara sahne oldu. 1917-1920
yılları arasında Ukrayna’da en azından 75.000, Doğu Avrupa’nın yeni bağımsız olmuş
uluslarının bazılarında daha az sayıda Yahudi katledildi.
Polonya’nın üç komşusu tarafından paylaşılan topraklar üzerinde yeniden kurulan
yeni Polonya devletine, en azından üçte biri yoksulluk içinde yaşayan yaklaşık üç milyon
Yahudi miras kalmıştı. Polonya’nın yeni yöneticileri öncelikle Polonya Katolikliğiyle
özdeşleştirdikleri kendi ulusal yaşamlarını tamirle ilgilendiler. Kendi Yahudileriyle ve
diğer Katolik ya da Polonyalı olmayan azınlıklarla ise pek ilgilenmediler. Yahudiler
kendilerini her türlü kısıtlamaya tabi olarak buldu-eğitim görme, meslek hatta zanaat
icra etmede birçok kısıtlamayla karşılaştılar ve birçoğu çareyi göç etmekte buldu.
Benzer sorunlar Romanya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki Yahudilerin yaşamlarını da
zorlaştırıyordu.
1933 yılı başlarında Adolf Hitler Alman Reich’ının şansölyesi olarak atandı.
Yahudilerle savaş Hitler’in iktidara yürüyüşündeki en öncelikli görevler arasındaydı.
Alman Yahudileri tüm haklarından yoksun bırakıldılar; hakaret ve baskıya maruz kaldılar.
1914 yılında, sonradan Filistin Manda Yönetimi altına girecek olan bölgede 90.000
Yahudi’nin yaşadığı tahmin edilmektedir. Savaş yılları sırasında bu sayı biraz düşmüş,
fakat İngiliz Mandası altında yine yükselmeye başlayarak 1933 yılı başlarında 181.000’e
ulaşmıştır. Bundan sonra hızla artarak savaşın patlak vermesiyle 446.000’e ulaşmış,
Mayıs 1948’de Yahudi devletinin kurulduğu sırada 600.000’de kalmıştır.
Filistin’deki ilk Yahudi yerleşimleri Doğu Avrupalı öncülerin eseriydi. Orta Avrupa
ve sonra da Asya ile Afrika ülkelerinden gelen sonraki göçmenler, bu öncülerin
oluşturdukları kalıpları özümsemeye zorlanıyorlardı. Devletin kurulmasından bu yana,
Avrupa ve Amerikalardan sadece küçük gruplar halinde göç meydana gelmiştir. Bir süre
anti-Semitizm dalgası Güney Amerika göçmenlerini getirmiş; Sovyet vatandaşlarının
ülkeden ayrılmasını yasaklayan yasalardaki geçici gevşeme binlerce Rus Yahudi'sinin
İsrail’e yerleşmesini sağlamıştır. Fakat, İsrail devletinin kurulmasından bu yana en önemli
göç hareketi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Arap ve diğer İslam devletlerinden
gelmiştir.
www.altinicizdiklerim.com
14
ANTİ-SEMİTLER
Anti-Semitizm terimi ilk kez 1879 yılında kullanıldı. Anti-Semitizm siyasi bir
program olarak ilk kez, Yahudilerin buluşma merkezi Viyana’da ortaya çıktı.
Anti-Semitizm
terimi yeni olmakla beraber, sözcüğün belirttiği özel
Yahudi
nefreti
, Hıristiyanlığın ortaya çıktığı döneme kadar giden çok eski bir olguydu.
Yahudi düşmanlığı birincil olarak dinsel kavramlarla tanımlanmıştı. On beşinci
yüzyıldan itibaren bu tanım artık geçerli değildi ve Yahudi nefreti, ilk aşamada kısmen ve
sonra da en azından teoride, tamamen ırksal olarak yeniden tanımlandı.
Daha önceki düşmanlık temelde ve derin bir biçimde dinseldi. Hıristiyan
kurtarıcının ve mesajının Yahudiler tarafından reddedilmesi ve İsa’nın yaşamı ile
ölümündeki Yahudi rolünün İncil’de anlatılmasıyla ilgiliydi. Yahudiler bundan dolayı
suçlanıyor ve zaman zaman İsa’nın katili ve Tanrı’nın sunduğu gerçeklerin reddiyecileri
olarak baskı altında tutuluyorlardı.
1492’de, İspanya topraklarındaki son İslam devleti olan Granada Emirliği’nin
yenilgiye uğratılarak fethedilmesiyle birlikte İspanya’nın yeniden fetih ve yeniden
Hıristiyanlaştırma süreci de tamamlandı. Aynı yıl Yahudiler için bir sürgün fermanı
çıkarıldı. Müslümanlar için çıkarılan benzer fermanlardan birkaç yıl sonra çıkarılmıştı bu
ferman. Her iki dinin inananlarına sürgün, din değiştirme ya da ölüm seçenekleri
sunuluyordu.
Bu dönemden itibaren, İspanya ve-birkaç yıl sonra-Portekiz’de hiç Yahudi ve
Müslüman kalmadı. Çok sayıda Müslüman ve Yahudi sürgüne gitmekle birlikte, çoğu
kalmayı tercih ederek kabul görmek için bir tür vaftiz sürecinden geçti.
Fakat İspanyol Engizisyonu kendisine verilen İspanya Museviliğinin ve
Müslümanlığının kalıntılarını bularak yok etmek görevini yerine getirirken uzak kuzeyde
yeni bir ruh doğuyor, yeni ve radikal bir fikir ortaya atılıyordu-dinin özel yaşamın bir
parçası olduğu, devletle ilgisi olmadığı ve hangi dine mensup olursa olsun herkesin eşit
olarak vatandaşlık haklarına sahip bulunduğu fikri. Fransa, Almanya, Hollanda ve
Britanya’yı harabeye çeviren korkunç dinsel ve yarı dinsel savaşların sonucunda bir tür
savaş sonu hoşgörüsü-belki de bıkkınlık demek daha doğru olur-belirmeye başladı.
Bunlardan en etkilisi, Letter Concerning Toleration (Hoşgörü Üzerine Mektup)
isimli eseri 1689’da hem Latince hem de İngilizce olarak yayımlanan İngiliz düşünür John
Locke’du. Fakat Locke, “Ne Pagan, ne Muhammedi, ne de Yahudi dini dolayısıyla Britanya
uluslar topluluğundaki medeni haklarından mahrum bırakılmalıdır,” diyerek öncellerinin
önüne geçmiştir.
On sekizinci yüzyıl aydınlanması, Almanya’da da bir tutum değişikliği getirdi.
Fakat Alman Yahudilerine bazı medeni hakların verilmesi için Almanya’nın Napolyon
orduları tarafından fethedilerek yeni devrimci doktrinlerin bu ülkeye gelmesini beklemek
gerekecekti. Fransız süngüleriyle gelen bu fikirler Fransızların ülkeyi terk etmesinden
sonraki yıllarda meydana gelen amansız çelişkinin bir nedeniydi.